Ezan Hz. Muhammed zamanında Müslümanlara çağırmak için ihtiyaçtan ortaya çıkan bir metindir. Hiçbir ruhani ve ilahi özelliği yoktur. Bir ibadet değil sadece çağrıdır
*
. Osmanlı zamanında da ezanın ve dinin Türkçeleşmesi tartışılmış. Ali Suavi gibi aydınlar camilerde Türkçe hutbe okumuş, 1885 yılında Şehzade başında Türkçe ezan okunmuş, Ziya Gökalp ve Mehmet Akif gibi aydınlar kuranın manasının önemine vurgu yapmış, Meşrutiyet sonrası Türkçe namaza bile teşebbüs edilmiş fakat halkın hazır olmadığı düşünülerek vazgeçilmiş fakat kuranın Türkçesi yayınlanmıştır.
*
Ezanın Türkçeleşmesi de diğer devrimler gibi Osmanlı zamanında tartışılmış, deneme yapılmış fakat başarılamamıştır. Cumhuriyetin farkı Osmanlı zamanında gerçekleştirilemeyen devrimleri gerçekleştirmiş olmasıdır.
*
Cumhuriyet devrimleri için ‘’dinsizlik’’ Atatürk’e ‘’din düşmanı’’ demeden önce geçmişe, torunu olmakla övündüğünüz Osmanlıya bakın. Eğer sövecekseniz önce Osmanlıya sövün. Bu devrimler dinsizlik ise 600 yıl şeriatla yönetildiğini iddia ettiğiniz Osmanlı da mı dinsizdi yoksa evliya dediğiniz halife unvanı taşıyan padişahlar mı din düşmanıydı?
*
Atatürkçü kimliğiyle tanıdığımız din sosyologu merhum Yaşar Nuri Öztürk hoca diyor ki; Çeşitli vesilelerle bu konudaki düşüncemi defalarca dile getirdim. Bir kez daha söylüyorum: Ezan bir paroladır. İslam dünyasının ortak parolasıdır. Parolalar tercüme edilmez. Ben, ezanı Pekin’de de, Paris’te de, İstanbul’da da dinlesem orada bir cami olduğunu ve namaz vaktinin girdiğini anlarım ve anlamalıyım.
*
Bunun neyini tercüme edeceksiniz? Ezan tercüme edilsin diye avaz avaz bağıranlar, ne hikmetse, Kuran’ın tercüme edilmesinden ve çocuklarımızın Tanrısal mesajı kendi dillerinde okumalarından hiç söz etmezler. Bunlara sormak lazım: Amacı, namaz vaktini duyurmak olan ezan, orijinal şekliyle okunduğunda neyi anlamıyorsunuz ve Türkçe okunduğunda neyi anlayacaksınız?
Yapmayın, etmeyin! Ezanın Türkçesi filan olmaz. Böyle bir şeye ihtiyaç yok. Komik fantezilerle uğraşarak zamanınızı boşa harcamayın.
*
Diyanet’in bu ‘‘sünnete uygun ezan” girişimi sonuçlanınca, merkezi yerlerden birinde bir sabah ezanı okumaktan tarifsiz bir zevk
Duyacağımı da belirtmek isterim.
*
Verilen bilgi ve görüşlere göre, kanaatimizce; orijinal diliyle okunan EZAN ın dili evrensel bir beyandır; dili İslam Ülkelerinin ortak dilidir; parolasıdır. Ezan dini değildir; dolaysıyla günah veya sevap lafızlarının burada yeri yoktur. Ezan, kamuya açık namaza bir çağrıdır. Bütün Müslüman ülkelerde orijinal diliyle okunması tabiatıyla doğru olanıdır.
*
Asıl sorun, Müslüman insanımızın Kur ‘an’ın manasını kavrama ihtiyacı duymadan ezbere okumasıdır. Örneğin, sünnetleriyle vacibiyle farzlarıyla beş vakit namazını kılan bir Müslüman; günde kırk defa Fatiha süresini okur; ancak Fatiha suresinin anlamını bilmez; araştırmaz; öğrenmez.
*
Samimiyetle inanır ancak dinin asıl vurguladığı değerlerinin öngördüğü eylemlerinden bihaberdir; tabir caizse mankutlaşmıştır; uyuşturulmuştur;
Anlayışı kıt, şekilperest, bilgisiz, İslam’ın özünü, gayesini anlamayan, kanaatlerine uymayan bu tipler herkesi dinsizlikle suçlarlar.
*
Merdiven altı eğitimle oluşturulan algı operasyonlarıyla Ülkenin kurucu lideri Başbuğ ATATÜRK’Ü ayyaş, sarhoş, dinsiz diye çamur atmayı, karalamayı sürdürürler;
*
Ezanın Türkçe okunmasında; Türk milliyetçisi sosyolog Ziya Gökalp’ın da telkinleriyle, din adı altında bedevi kültürünün sarmaladığı Türk kimliğini o kültürden temizleyerek Türk milletinin asıl kimliğine dönüşmesini sağlamaktı. Amaca ulaşma sürecinde sosyolojik hataların yapılması doğadır; düzeltilir
*
Sonuçta.
Bilinçli bir Türk milliyetçisi olarak merak ediyorum ve soruyorum:
Sahi Türkiye’de din adamlarının / hocaların büyük bir bölümü neden Atatürk’e karşı olumsuz duygular beslerler? Ona dua etmekten neden imtina ederler?
Kurucusu olduğu Diyanet İşleri Başkanlığı Atatürk’e neden sırt çevirir?
Neden milli günlerde camilerde okunan hutbelerde Atatürk’ün adı anılmaz?
*
Oysa bağımsızlığımızı ona borçluyuz.
O bizi esaretten kurtarmakla kalmadı, yaptığı büyük devrimlerle de ufkumuzu açtı. Milletçe ilerlememiz için gerekli olan pek çok düzenlemeyi yaşama geçirdi.
Dilimiz onunla aydınlandı. Yazımız onunla güzelleşip gelişti.
Eğitimde, bilimde ve fende onun devrimleriyle atılım yaptık.
Kadın erkek eşitliği, çağdaş yasalar, çağdaş toplum yaşamı hep onun sayesinde hayatiyet buldu.
*
Hal böyleyken neden bu nankörlük?
Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmet ve saygıyla anmak milli bir vazife değil midir?
Hatta insanî ve İslamî bir vazife değil midir?
Lakin kimileri diyor ki o dinsizdi.
Kimileri diyor ki o ateistti.
Kimileri de bu iddiaları şiddetle reddedip onun çok samimi bir Müslüman olduğunu hatta Hz. Muhammed’in soyundan gelen bir SEYYİD olduğunu ileri sürüyor.
*
Ben bu iddiaların hiçbirinin gerçeği yansıtmadığını biliyorum.
Atatürk’ün neye inanıp inanmadığının da çok önemli olduğunu düşünmüyorum.
Bu nedenle hiçbir şeyin onu saygı ve rahmetle anmaya asla engel olmaması gerektiğine inanıyorum.
Atatürk’ün alehinde konuşmanın bir projenin parçası olduğunu da biliyorum
*
Bu vesileyle onu bir kez daha saygı ve rahmetle anıyor, ruhunun şad olmasını yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
O büyük Türk milletinin ve bütün insanlık âleminin en değerli evlatlarından olup milletimizin ebedi başkomutanı ve ölümsüz önderidir.
Kısaca; O Büyük Önderin öncülüğünde Türk Milleti tüm benliğiyle yeniden tarih sahnesine çıktı.
Milletin dini, ahlaki, estetik, kısaca kültürel değerlerine fertler hür birer vatandaş olarak katıldı. Bazı arızaları, ihmal ve yanlışlıkları büyüterek meseleye parça parça bakmanın anlamı yoktur.