Ey İman Edenler! İman Ediniz! (5)

113

Kesin olarak bilelim ki: Hakikat ve gerçeğin en yüksek
gayesi, fıtrat ve yaratılışın en yüce netice ve hikmeti Allah’a imandır. Allahı
bilmek, bulmak, sevmek ve O’nun istediği gibi olmaya çalışmaktır. Çünkü,
insaniyetin en âlî / en yüksek mertebesi ve mevkii, beşeriyetin / insanlığın en
büyük makamı; Allah’a iman ve inanç içindeki marifetullah / Allahı isim, sıfat,
fiil ve eylemleriyle tanımaktır.

     Cin ve insin /
insanın en parlak saadet ve mutluluğu, en tatlı nimeti; o marifetullah / Allahı
tanıma, bilme içindeki muhabbetullah / Allah sevgisidir.

     Beşer / insan ruhu
için en hâlis / en katıksız sürûr / sevinç, insan kalbi için en saf sevinç; o
muhabbetullah / Allah sevgisi içindeki ruhanî / ruha ait lezzettir.

     Evet, bütün hakîkî
/ gerçek saadet / mutluluk, hâlis sürûr / sevinç, şirin / tatlı nimet ve safi
lezzet elbette marifetullah / Allah bilgisi ve muhabbetullah / Allah
sevgisindedir. Onlar, onsuz olamaz.

     Allahı tanıyan,
seven; nihayetsiz saadete, nimete, envara / nurlara, esrara / sırlara ya
bilkuvve / düşünce ve fikir halinde veya / ya da fiilen / bildiğini işleyerek
yapan bir durumdadır.

     O’nu hakikî / gerçekten tanımayan, sevmeyen;
nihayetsiz / son derece şekavete / zillet ve sıkıntıya, alâma / elem, keder ve
üzüntülere ve evhama / vehimlere mânen ve maddeten mübtelâ olur / tutulur.

     Kaldı ki, iman;
yalnız icmalî / kısaca, toplu olarak ve taklîdî / sathî, yüzeysel bir tasdîke
münhasır / sırf bir onaydan ibaret değil. Bir çekirdekten, tâ büyük bir ağacına
kadar mertebeleri var. Aynada görünen misalî / benzer güneşten tâ deniz
yüzündeki aksine / yansımasına, ta güneşe kadar mertebe ve inkişafları /
meydana çıkmaları var.

     Evet, imanın son
derece kesretli / birçok hakikatleri var. Binbir İlâhî isimleri ve sair / diğer
iman erkânı / rükünleri ve esasları var. Kâinat / evren hakikat ve
gerçekleriyle alâkadar / alâkalı çok hakikatleri var. Fakat, bütün ilimlerin,
mârifet ve bilgilerin, insan kemalâtının / mükemmelliğinin en büyüğü imandır.
Yani, tahkîkî imandan / ilimle desteklenen iman ve inançtan gelen; tafsilli /
etraflıca biliş ve bürhanlı / delilli ve kanıtla pekiştirilmiş kudsî / kutsal
bir mârifet / bilgidir.

     İtikat ve inanmak;
tasdik / onay ve iz’an etmek / basîret ve anlayıştır. Hz. Peygamber’in tebliğ
ettiği / bizlere ulaştırdığı dinin zaruriyetlerini tafsilen / genişçe, zaruri
olanların dışında kalanları icmalen / kısaca tasdik etmekten / onaylamaktan
hasıl olan bir nurdur.

     Demek ki iman,
Şems-i Ezelîden / Ezel Güneşi olan Allahtan vicdan-ı beşere / insanın vicdanına
ihsan edilen / bağışlanan bir nur ve bir şuadır.

     Vicdanın içyüzünü
tamamiyle ışıklandırır. Bu sayede bütün kâinat / evren ile bir ünsiyet /
dostluk, bir emniyet / güven hâli peyda olur / kendini gösterir. Her şeyle
kesb-i muarefe eder / herkesle tanışır bilişir.

     Nitekim, insanın
kalbinde öyle bir kuvve-i maneviye / manevî kuvvet husule gelir / ortaya çıkar
ki, insan o kuvvet ile her musibete, her hâdiseye / olaya karşı mukavemet
edebilir / karşı koyabilir. Öyle bir vüs’at / genişlik verir ki, insan o
vüs’atle geçmiş ve gelecek zamanları yutabilir.

     Fakat insanda
nefis, heva, vehim ve şeytan gibi öyle hükmediciler  vardır ki, çok zaman imanını rencide etmek /
incitmek için gafletinden istifade ederek / yararlanarak; çok hileler ederler.
Şüphe ve vesveselerle iman nurunu kaparlar.

     Zahir-i şeriate /
dinin görünüşüne muhalif / aykırı düşen ve hatta bazı imamlar / önderler
nazarında küfür derecesinde tesir eden kelimat / kelimeler ve harekât /
hareketler eksik olmuyor. Onun için, her zaman, her saat, her gün tecdîd-i
imana / imanı yenilemeye ihtiyaç var.

     Her gün maddî
gıdaya ihtiyaç duyulduğu gibi, her gün manevî gıdaya da ihtiyaç ve gereksinim
var. Yemesine içmesine dikkat etmeyen nasıl ki, güç ve kuvvetten düşerse;
kalbin, ruhun, dimağın manevî, dinsel gıdası olan Kur’an ve Hadis’in; ilmî /
bilimsel mânalarıyla; imanını takviye etmeyen kimse de, nefis ve şeytana karşı
mânen mukavemetini / lâyıkıyla karşı koymasını zayıflatır. İmanı kaybetme
tehlikesine düşebilir. 

     Çünkü: “Hakla
meşgul olmayanı; bâtıl istilâ eder.”

Önceki İçerikResmî İdeolojiden Resmî Teolojiye Geçtiğimizin Resmidir
Sonraki İçerikBir Ülke Nasıl Batar Siz Masum Tek Suçlu Dış Minnaklar…
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.