Ey İman Edenler! İman Ediniz! (10)

106

Kur’an ancak aklı ve vicdanı temiz olanlar için, beliğ /
anlaşılır bir tebliğ / bildiridir.

     Kur’an ancak derin
düşünebilen akıl sahipleri için, bir ikaz / bir uyarıdır.

     Çünkü ancak akıl
sahipleri ibret / uyarıcı sonuç alabilir, kutsal tebliğin gereğini yerine
getirebilir.

     Çünkü ancak akıl
sahipleri âyetlerin hikmetini yani gaye, maksat

     Ve hedef
gösterici  olduğunu kavrayabilir, öyle
bir mahiyet / içerik taşıdıklarını fehmedip / anlar.

     Çünkü ancak
aklıselim / sağduyu sahipleri öğüt alabilir, âyetlerden ders çıkarabilir.

     Kur’an âdeta /
sanki bir insan hakları bildirisi keyfiyeti / niteliğindedir.

     Güzel konuşmak
kolay, güzel olmak ise zordur.

     Kur’an hem güzel
sözlerden, hem de mânâlı / anlamlı kelimelerden müteşekkil / oluşmuştur.

     Âyetlerde lâf
olsun diye konulmuş, lüzumsuz, boş bir söz yoktur.

     X

     Bugünün insanı
körü körüne inanmak istemiyor. Gördüğüne inanmak istiyor.

     Önce mâneviyatın
karşısında olan materyalizmin / maddiyyunculuğun karşısına geçmek;

     Menfileri ilmen,
mantıken geçersiz kılmak, sonra tevhide gelmek lâzım diyor.

     Çünkü güzel
konuşmak kolay, güzel olmak ise zordur.

     Zira “Söz ancak
eylemle değer kazanır. Hadiste Hz. Peygamber:

     ‘Allah sözü
amelsiz (tatbik etmedikçe, uygulamadıkça) kabul buyurmaz.’ buyurmuştur.

     İzzet (onur) elde
etmek, hem sözde, hem de işte ortaya çıkan itaatle / boyun eğmekle olur.

     Yoksa gurur,
tembellik, şeytanlık ve kötülüklerle değil.”

     Çünkü kulluk ancak
marifet-i İlâhî / Allahı akıl ve ilimle bilmenin şuur ve bilinciyle olur.

     Zaten “Asıl
marifet (gerçek biliş), Allahı bilmek, tanımak

     Ve O’nun
kanunlarına kayıtsız şartsız boyun eğmektir. (Kaldı ki:)

     Hz. Muhammed’i
bilip tanımak da gerçek marifete dahildir.”

X

     “Sen Allah’a
imanının tam olduğunu sanırsın ama, heyhat (yazık ki) :

     Haybet
(mahrumiyet) ve hüsran (ziyan) içinde gönlün ölüdür de haberin yok!

     Müteyakkız
(uyanık) olacaksın.

     Hem de hududda
(sınırda) nöbet bekleyen bir insan gibi, bir lâhza (bir an) gözünü kırpmadan.”

X

     “Abdullah b.
Revaha, dili kadar kılıcı, kılıcı kadar da dili keskin şanlı bir sahabiydi. O
bazen

     Yakın
arkadaşlarından birine ‘Gel seninle bir saat iman edelim!’ derdi. Onu
tanıyanlar niyetini

     Ve ondaki iç
derinliğini bildiklerinden bir şey demez ve itiraz da etmezlerdi. Fakat bir gün

     Niyetini
kavrayamayan bir sahabi gitti onun bu sözünü İki Cihan Serveri’ne iletti. Bu
sahabi

     ‘Biz zaten iman
etmedik mi? ‘Gel seninle bir saat iman edelim.’ ne demek?’ diyor. Ve bunu

     şikayet konusu
yapıyordu. Ancak Allah Rasulü, İbn-i Revaha’yı herkesten iyi tanıyordu.

     O boş söz sarf
edecek bir insan değildi. Onda ayrı bir enginlik, ayrı bir derinlik vardı.

     İki Cihan Serveri
(Hz. Muhammed) şöyle buyurdu: ‘Allah, İbn-i Revaha’ya merhamet etsin.

     O (meleklerin iftiharla
bahsedecekleri) meclislerden lezzet alır, öyle meclisleri sever.’

     İşte Abdullah b.
Revaha, her biri gökteki yıldızları andıran dostlarını imana davet
ederken, 

     Aslında onlara
şöyle bir teklifte bulunuyordu: ‘Gelin bir meclis kuralım…Cenab-ı Hakk’a
ait 

     Mânâ ve
hakikatların müzakere edildiği (bir yer olsun)…’ “

X

     “Cenab-ı Hakk,
kendi dâvâsı uğruna bir araya gelen kullarını anlatır, der ki:

     ‘Sizin, hallerine
tam muttali olamadığınız (habersiz kaldığınız) benim bazı kullarım var.

     Onlar şu anda
benim kitabımın içinde mevcut hakikatları (gerçekleri)

     Öğrenmek ile
meşguldürler.’ “

     Çünkü Kâinatın /
Evrenin sırrı Kur’an’dadır. Kur’an da elimizdedir.

     Ne mutlu Kur’anı
anlayanlara. Kur’anın gereğini yapanlara.

Önceki İçerikDoğu Kudüs’ten Doğu Türkistan’a
Sonraki İçerikAraplar-Yahudiler- Türkler
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.