“Etnisite Harmanı” İddiaları ve Kimlik

97

Yıllardır milliyet, milli kimlik ve etnisite farklarını hala öğrenemedik. Bunları hep birbirine karıştırıyoruz. Milli kimlikle etnik ve mahalli sıfatları rakip gibi görüyoruz. Türkiye’de Türk Milleti dışında farklı milletlerin bulunduğunu ileri sürenlerimiz de var. Bunların millet kavramını da bilmedikleri veya maksatlı oldukları anlaşılmaktadır.

Bir gazetemizde Arslan Tekin Beyin yazısını okuyunca doğrusu bu anlaşılmayan konuyu tekrar düşündüm. Arslan Bey bu yazısında MHP’nin etnisite harmanı olduğunu ifade ediyor ve o kesimin içinden geldiğini belirtiyor. Aslında kendisinin zaman zaman çok faydalı aydınlatıcı yazılarını da okuyoruz.

Günümüzde MHP’nin veya başka bir siyasi partinin farklı etnisitelerden meydana gelen bir harman olduğunu iddia edebilmek doğru bir yaklaşım değildir. Harman olmak belirsizleşmektir. Bütün partilerde de etnisiteleri farklı ama milliyetleri ve milli kimlikleri bir olan insanlarımız bulunabilir. Ancak, bugün farklı etnisitelerden insanların arayışına neden çıkılma ihtiyacının duyulduğu anlaşılmış değildir. Bildiğim kadarıyla MHP’de de bulunanların hemen hemen çok büyük çoğunluğu milli kimlik ile etnik sıfatlarını birbirine rakip görmezler. Bunlarla kavgalı değillerdir. Şerefle ve haklı bir gururla sahip çıktıkları milli kimliklerini reddedip mahallî-etnik sıfatlarına sığınan insanları bu partide bulmak çok zordur. Yerli ve millî olmayan kuruluşlarımızda etnik taassuba ve etnik yobazlığa hoşgörüyle bakanlar çıkabilir. Bir ara bir iktidar milletvekili partileri sayesinde Türk olmadıklarını öğrendiklerini söylemişti. Şimdi de bu zat HDP genel başkanının salıverilmesini ve Cumhurbaşkanı adayı olarak serbestçe propaganda yapmasını savunmaktadır.

Bize düşen görev zaten karıştırılmış olan kafaları daha fazla karıştırmamaktır. Ülkemizin önüne serilen etnik tuzağa tuğla ve harç taşımamaktır. Zaten bazı siyasetçiler bilgisizce beyanları ile kafaları oldukça karıştırmışlardır. Etnik ve ırkçı bölücülere alan açmışlardır. Parça ile bütün kavgasını körüklemişlerdir. Hatta zaman zaman milli kimliksizliği de savunanlar görülmüştür. İçinde Türk’ün bulunmadığı Türk Kimliği isimli kitap yazan Bozkurt Güvenç sorunları çözebilmek için insan kimliğini tavsiye etmiştir.

Bu yanlış yorum ve sözde bilgiççe değerlendirmelerden topluma hitap eden köşe yazarları uzak durmalıdırlar. Yanlışlara ortak olmamalıdırlar. Mümkün olduğu kadar sahamızla ilgili faydalı ve güzel yazılarımızı sürdürelim. Aksi takdirde, bu tip yanlışlar yaparak ülke için tehlikeli, insanları birbirine yabancılaştırıcı ve birbirinden uzaklaştırıcı tehlikeli bir zorlamanın aracı olabiliriz. Türk ve Türk kimliğini milli kimlikten mahalli ve etnik bir sıfata indirmek; Türk Milleti gerçeğini ve bütünü reddetmek, ülkeye karşı uygulanan terörün aslıdır. Milli kimliğimiz olan Türk kimliği etnik bir sıfat da değildir. Hepimiz Türkiye’de yaşıyoruz. Türklerin etnik grup hatta etnik azınlık olduğu Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya veya Kosova gibi ülkelerde yaşamıyoruz.

Milliyetçiler ve ülkücüler Türk Milleti’ne yüksek mensubiyet duygusu hisseden ve Türk kültürünü yaşayan, yaşamaya çalışan idealist insanlardır. Türk milliyetçiliği, Türk Milleti, milli kimlik, milli ve dini bütün mukaddesler uğruna her türlü fedakârlıktan kaçınmazlar. Kendini bu fikir çizgisinde gören bir kimse, mensup olduğu milleti ve milli kimliği dışlayarak mahalli ve etnik alana sığınma ve topluma kapanma ihtiyacı duymaz. O bakımdan, şu veya bu siyasi partiyi etnisite harmanı olarak yorumlama, toplumu hakim kültürsüz ve milli kimliksiz bir mozaik gibi görmek, milli kimliği gözardı etmek son derece yanlış ve peşin hükümlü bir değerlendirmedir. Ancak maalesef bizler kafa karışıklıklarının ve dayatmaların çok kolay dolduruşa gelmekteyiz.

Yukarıda belirttiğimiz yanlışlar o kadar çok ki, hangisini ele alalım; bilemiyorum. Her gün zevkle izlediğimiz ve önemli hizmetler yerine getiren bir sabah programımız var: Çalar Saat. Fox Tv’de yayınlanan bu programda da maalesef ara ara bu gibi yanlışlara ve çelişkilere şahit olmaktayız. Geçenlerde Çanakkale Zaferi dolayısıyla Çanakkale Türküsü’nün 6 ayrı mahalli dilde ekrana getirildiğine şahit olduk. Buna neden ihtiyaç duyulduğunu anlamakta çok zorlandık. Türkiye üniter yapılı milli bir devlettir. Aslında Türkçeye gereken saygı ve ilgiyi yeterince gösteremiyoruz. Bazılarımız Türkçe-İngilizce karışımı kelimeler üretebilmektedir. Bazı mahalli dillerden rahatsız olamayız; ama bunları Türkçeye rakip konumuna sokmak neden? Etnikçi yaklaşımlardan ve etnik taassuba teslim olmaktan uzak durmalıyız. Bu eseri yaptıran bir semt belediyemiz olabilir. Ancak bu eserle Türkiye’de milli birlik ve bütünlüğe katkı mı yapılabilir; yoksa bir yabancılaştırma süreci içinde farklılıklar yaratarak onları farklılıkçı bir anlayışla teşvik etmek mi olabilir? İnsanlarımızı birbirimizden uzaklaştırmamalıyız ve soğutmamalıyız. Hepimiz birlikte Türk Milleti isek; etnik mülahazalarla bütünü gözardı edici ayrılıkçılığa yeşil ışık yakmamalıyız. Aksi bir durumda bölücülüğe ve ayırımcılığa karşı çıkmış olamayız.

Seçilecek Cumhurbaşkanı yardımcılarının kimlerden olmasını tayin etmeye kalkarken bunların Kürt, Alevi, Saadet Partili olmasını ileri süren işgüzarlar var. Utanmasalar bir de Ermeni arayışına çıkacaklar. Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı sıfatını taşımak yeterlidir.

Ayrıca Sayın Muharrem İnce vatandaşları “barıştırmaktan”, büyümeden ve adil paylaşmadan bahsetmektedir. Son ikisini anladık ama bu Türkü ve Kürdü barıştırmayı anlayamadık. İnsanlarımız arasında bir kavga yok ki onlar barışsın. Alman Başbakanı Merkel de aynı şeyden bahsetmiştir. Ancak Merkel bir yabancıdır. Eğer halkımız arasında bir kavga olsaydı terör örgütünün “halk savaşı” talebi karşılık bulurdu. Güneydoğu’da sokak aralarına yerleştirilen bombalar, patlayıcılar işe yaramamıştır. Siyasetçi önce toplumu tanımalıdır. Terör örgütü ve HDP bütünüyle Kürtleri temsil etmiyor.

İşi abartan ve anlaşılmaz bazı değerlendirmelere de rastlıyoruz. Nitekim, aynı köşe yazarımız gazetesindeki bir makalesinde Rumlar ve Ermenilerle normalleşme isteğinden bahsetmektedir. Yazara göre, Araplar ve Kürtlerle hemen kaynaştık ve bütünleştik. “Aynı kültür içinde erimeyi bırakın hemen hepimizin kanında az veya çok bu iki unsuru buluruz.” Bizzat yazarın böyle bir kan tahlili yaptırdığına hiç ihtimal vermeyiz. Böyle bir laboratuvarın varlığını da bilmiyoruz.

Yaşadığımız Ortadoğu’daki etnik çatıştırma ve egemen olma gerçeği hepimizi dikkatli davranmaya sevk etmelidir. Yeni açılım ve çözüm süreçlerinin gündeme getirilmeye çalışıldığı bir ortamda farklı davranamayız.

 

 

Önceki İçerikÇanlar Ekonomi İçin Çalıyor
Sonraki İçerikTürkiye’yi Bir Kadın Yönetemez mi?
Avatar photo
1944 İstanbul doğumludur. Orta Öğrenimini Maarif Kolejinde, yüksek öğrenimini İktisadî ve İdari Bilimler Yüksek Okul'unda tamamlamıştır. 1967'de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne asistan olarak girmiştir. Ord. Prof. Dr. Z.F. Fındıkoğlu'na asistanlık yapmıştır. 1972'de "Bölgelerarası Dengesizlik" teziyle doktor, 1977'de "Orta Teknik Eğitim-Sanayi İlişkileri" teziyle doçent, 1988'de de profesör olmuştur. 1976 Haziranında yurt dışına araştırma ve inceleme için giden Erkal 6 ay Londra ve Oxford'ta inceleme ve araştırmalar yapmış, Doçentlik hazırlıklarını ikmal etmiştir. 1977 yılında hazırladığı "Orta Teknik Eğitim-Sanayi İlişkileri" isimli Eğitim Sosyolojisi ve Eğitim Ekonomisi ağırlıklı tezle Doçent olmuştur. 1988'de Paris'de, 1989'da Yugoslavya Bled'de yapılan milletlerarası UNESCO toplantılarında ülkemizi birer tebliğle temsil etmiştir. 1992 Yılında Hollanda'da yapılan Avrupa Konseyi'nin "Avrupa'da Etnik ve Cemaat İlişkileri" konulu toplantısına tebliğle katılmıştır. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi dışında dönem dönem Harp Akademilerinde, Gazi Üniversitesi'nde, Karadeniz Teknik (İktisadi ve İdari Bilimler Yüksek Okulu) ve Marmara Üniversitelerinde de derslere girmiştir ve konferansçı olarak bulunmuştur. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat Bölümü ve İktisat Sosyolojisi Anabilim Dalı Başkanı, Metodoloji ve Sosyoloji Araştırmaları Merkezi Müdürü, İstanbul Üniversitesi Senato Üyesi, Aydınlar Ocağı Genel Başkanı ve İstanbul Türk Ocağı üyesi olan Prof. Dr. Erkal'ın yayımlanmış ve bir çok baskı yapmış 15 kitabı ve 700 civarında makalesi vardır. Halen Yeniçağ Gazetesi'nde Pazar günleri makaleleri yayımlanmaktadır. Prof. Dr. Erkal evli ve üç çocukludur. Dikkat Çeken Bazı Kitapları : Sosyoloji (Toplumbilimi) (İlaveli 14. Baskı), İst. 2009 Orta Teknik Eğitim-Sanayi İlişkileri, İst. 1978 Bölgelerarası Dengesizlik ve Doğu Kalkınması,(2. Baskı), İst. 1978 Sosyal Meselelerimiz ve Sosyal Değişme, Ankara 1984 Bölge Açısından Az Gelişmişlik, İst. 1990 Etnik Tuzak, (5. Baskı), İst. 1997 Sosyolojik Açıdan Spor, (3. Baskı), İst. 1998 İktisadi Kalkınmanın Kültür Temelleri, (5. Baskı), İst. 2000 Türk Kültüründe Hoşgörü, İst. 2000 Merkez Binanın Penceresinden, İst. 2003 Küreselleşme, Etniklik, Çokkültürlülük, İst. 2005 Türkiye'de Yolsuzluğun Sosyo-Ekonomik Nedenleri, Etkileri ve Çözüm Önerileri (Ortak Eser), İst. 2001 Ansiklopedik Sosyoloji Sözlüğü (Ortak Eser), İst. 1997 Economy and Society, An Introduction, İst. 1997 Yol Ayrımındaki Ülke, İst. 2007 Yükseköğretim Kurumlarının Bölgelerarası Gelişme Farklılıkları Açısından Önemi ve İşlevleri, İTO, İst. 1998 (Ortak Araştırma)