Eski yıllarda derken, hatırladıklarım, 1930’lu ve 1940’lı yıllardaki ramazan aylarının öncesinde yapılan hazırlıklardır.
Andığımız senelerdeki ortamda, yaşam oldukça monoton bir seyir takip ederdi. Hele II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla, yoklukların ve savaş endişelerinin baskısı da bu yaşam sürecini bir hayli olumsuz yönde etkilemişti.
Türk ailesinin emsalsiz dayanışma, özveri, anlayış ve tevekkül gücü bu sıkıntılı dönemin atlatılmasının en önemli unsuru ve meziyeti olmuştur.
Bütün zorluklara ve yokluklara karşın Türk kadının becerisi, hamaratlığı, fedakârlığı babaların çoluk çocuğuna olan sevgisi ve gayreti gene de ailelerin geleneklere sahip çıkmasını ve devam ettirmesini sağlamıştır.
Peş peşe gelen kandillerin sonuncusuyla beraber, duvar takvimlerindeki şaban ayı artık ramazana sayılı günlerin kaldığını haber veren en önemli göstergeler olurdu.
On bir ayın sultanı bu mübarek ay yaklaştıkça, büyük küçük herkesin hissettiği mutlu bir telaş başlardı. Evlerde, mahalle bakkallarında, camilerde, sokak satıcılarında, günlük gazetelerde ve çevrede gözle görülen bir canlılık izlenirdi.
Evlerin büyüklüklerine göre düzenlenmiş kilerler elden ve gözden geçirilir raflar, dolaplar, sepetler ve küpler temizlenirdi. Bahçelerdeki kuyular gözden geçirilerek soğutma görevleri için hazır hale getirilirdi. Buzdolapları henüz evlere girmediği için sular, şerbetler, şıralar, meyveler kapaklı sepetlerle kuyuya sallandırılır, soğumaya bırakılırdı. Evin kuzey yönüne bakan ve poyraz rüzgârı alan nispeten serin taşlık bölümlerinde duvara asılı duran tel dolaplar da, temizlenir ve yenilenirdi.
Evlerde genel olarak kiler için Urfa, Trabzon yağları, Ayvalık zeytini ve yağı, çorbalık ve pilavlık pirinç, nohut, fasulye, böreklik un, makarna, tel-arpa-yıldız şehriyesi, tarhana, şeker, pekmez, hurma, hoşaflık kuru erik, kayısı, üzüm vs. tedarik etmeye gayret edilirdi. Kavanozlara özellikle biber, lahana ve salatalık turşuları kurulurdu. Güneşte veya fırında kurutulmuş ekmek dilimleri her ihtimale karşı patiska torbalarda duvara asılırdı. Kuru soğan hevenkleri, ipe dizilmiş kırmızı biberler, demetlenmiş sarımsaklar, yazdan kurutulmuş ıhlamur ve nane torbaları duvarları süslerlerdi.
Mahalledeki bakkalın görünümü de değişirdi. Süslenen vitrinlerde sucuklar, kavurmalar, pastırmalar askılarda sallandırılırdı. Helvalar, pestiller, güllaçlar ve yemişler en güzel halleriyle sunulurdu.
İftar sonrası içilecek ıhlamur, çay, kahve vs. için, kahvehanelerde özel bir hareketlilik göze çarpardı. Masalar, sandalyeler ve peykeler temizlenirdi. Ayrıca, nargileler, semaverler, ocak ve bardaklar bakıma alınır ve elden geçirilirdi.
Belli yerlerdeki selâtin camilerindeki mahyalar için ramazanın başlaması sabırsızlıkla beklenirdi. Gece gezmelerinde özellikle tramvay ve vapur yolculuklarında, halk tarafından beğeni ve ilgiyle izlenirdi.
Nihayet mutlu ve mübarek gün gelir, sokağın bütün çocukları akşamın alaca karanlığında heyecan içinde minarenin kandillerinin yanmasını bekler ve o an geldiğinde pırıl pırıl sesleriyle hep bir ağızdan “-kandiller yandı, kandiller yandı” diye evlerine koşarlardı.