Oğuz Çetinoğlu: Devlet kuramamış olmalarına rağmen bulundukları bölgede çok etkili olan bir başka Türk topluluğu olan Peçenekler hakkında bilgi verir misiniz?
Prof. Dr. Ahmet Taşağıl: 9. yüzyılın ilk yarısında Hazar-Uz baskısına dayanamayan Cim ve Yayık boylarındaki Peçenekler, kalabalık kütleler hâlinde İdil Nehri’ni aşıp, 860-880 yıllarında Don-Kuban bölgesine geldiler. Buralarda yaşayan Macarları yerlerinden çıkardılar. Buraya gelmeden önce Peçeneklerin daha önceki tarihleri hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. 889-893 yıllarında ise, Don ırmağından Dinyeper ırmağının batısına kadar uzanan sahaya hâkim oldular. Peçeneklerin buralarda sekiz boy hâlinde yaşadıkları bilinmektedir.
Çetinoğlu: Hangi boylar?
Prof. Taşağıl: Bu boylar şunlardır: Ertim, Yula, Çor, Külbey, Karabey, Tolmaç, Kapan ve Çoban. Bu adlardan bazıları eski Türk unvanlarıdır (Yula, Çor, Külbey, Kapan=Kargan). Ertim, Çor ve Yula boyları birlikte hareket edildiğinde idâreci durumundaydılar ve bunlara Kenger (Kangar) denilmekte idi. 12. yüzyıla gelindiğinde boy sayısı on üçe yükseldi. Hazarlar, Uzlar, Macarlar ve birtakım Fin kabileleri ile Slavlar, Peçeneklerin komşuları idi. 900’den 1036 yılına kadar on biri büyük çapta olmak üzere birçok seferde bulundular. 968 yılında Kiev’i kuşattılar ve Knez Svyatoslav’ı mağlûp ederek öldürdüler.
Çetinoğlu: Bizans’la iyi ilişkiler kurabilmelerini nasıl açıklıyorsunuz?
Prof. Taşağıl: 992, 996, 1015 yıllarında Rusların hücumlarına karşılık verdiler. Bu sâyede Peçenekler, Rusların Karadeniz’e inmelerine mâni oldular. Bu durum, Bizans’ın menfaatlerine de uygun düşüyordu. 915’te başlayan Peçenek-Bizans dostluğu, İstanbul’dan gönderilen elçiler ve hediyelerle bir müddet devam ettirildi. Peçenekler, ayrıca Bizans’tan kumaş, baharat, boya, süs eşyası ve mücevherat alıyor, karşılığında bal mumu, tutkal, kıymetli deri satıyorlardı.
Çetinoğlu: Peçeneklerin Macaristan’a gidişleri nasıl oldu?
Prof. Taşağıl: Peçenekleri İdil ötesi yurtlarından çıkaran Uzların batıya doğru ilerlemeleri üzerine bir kısım Peçenekler 942-970 yılları arasında Macaristan’a yerleşti. Asıl kitle, batıya doğru kaymaya başladı. 11. yüzyılın başlarında Peçenekler, Dinyester Irmağı boyuna indiler. Bu durum onların Don bölgesindeki hâkimiyetlerinin azalmasına sebep oldu. Bundan istifâde eden Ruslar, Peçeneklere 1036 yılında ağır bir darbe vurdular. Bu târihten sonra Peçenekler Tuna boylarına geldiler ve Tuna nehri Peçenekler ile Bizans arasında sınır oldu. Arkalarında Uz baskısının şiddetlenince Peçenekler Balkanlara doğru kaymaya başladılar. Hattâ bazı boylar, Bizans ile anlaşarak sınır bekçiliği yapıyordu. 1048’den sonra pek çok Peçenek Bizans hizmetine girdi. Bunlar arasından Anadolu’ya da gönderilenler oldu. Anadolu’da Peçeneklerle ilgili birçok yer adı, Bizans tarafından yerleştirilen bu Peçeneklere aittir. Nitekim bunlardan bir kısmı 1071 Malazgirt savaşında Alparslan tarafına geçerek Bizans’ın yenilmesinde rol oynamışlardır.
Çetinoğlu: Peçenekler, Trakya’nın ve kısmen Anadolu’nun mukadderatında da söz sâhibi olmuşlardı…
Prof. Taşağıl: Evet! 1050’de Edirne çevresi, Trakya’nın Marmara’ya kadar olan sahilleri Peçeneklerin hücumuna maâruz kaldı. İzmir Beyi Çaka, İstanbul’u zapt etmek için Peçenek başbuğları ile ittifak yaptı. Ege’de donanması ile Çaka Bey, Marmara sâhillerinde Selçuklular, 1091 yılında Edirne’de Peçenekler İstanbul’u kıskaç altına almak üzere anlaştılar. Çok zor durumda kalan Bizans’ın imdadına Kumanlar yetişti.
Çetinoğlu: Daha sonra da kahraman Türk boylarından ikisi, Peçenekler ve Kumanlar karşı karşıya getirilip savaştırıldılar…
Prof. Taşağıl: 1060 yılından itibâren Peçeneklere ait Karadeniz’in kuzeyindeki sâhayı işgal eden Kumanlar 1080’lere doğru da Tuna boylarına kadar ilerleyince Peçeneklerle arasında müthiş bir düşmanlık baş gösterdi. Rus knezleri, önceleri bu durumdan istifâde ettikleri gibi, Bizanslılar da faydalanmanın yollarını buldular. Meriç nehri kenarında Bizans’a kat’î bir darbe indirmeye hazırlanan Peçenekler, Bizans’ın tahriki ile çok kalabalık olan Kumanların saldırısına uğradılar. Lebinium’da 29 Nisan 1091 târihinde mağlûp olarak tamamen ezildiler. Böylece siyasî târihleri sona eren Peçeneklerden geri kalanlar etrafa dağıldılar.
Çetinoğlu: Nerelere dağıldılar?
Prof. Taşağıl: Bir kısmı Macaristan’a gitti ve Peşte çevresi ile Fertö’de yerleştirildi. Bir kısmı da Uzlar ve Kumanlar arasına karıştı.
Çetinoğlu: Balkanlarda kalanlar?
Prof. Taşağıl: Onların çoğu ise, Vardar nehri boyunca yerleşti. Makedonya’daki Meglano-Ulah’lar ile Sofya etrafındaki Şop-Bulgarlarının Peçenek neslinden oldukları söylenmektedir. Anadolu, Sırbistan, Rusya, Macaristan ve Kafkaslarda bazı yer adları ile halk efsanelerinde Peçeneklerin hâtıraları yaşamaktadır. Orta Macaristan’da ele geçen meşhur Nagy-Szent Miklos hazinesinin altın kapları üzerindeki Göktürk alfabeli yazıların Peçeneklere ait olduğu ortaya çıkarılmıştır.
Ayrıca Güney Rusya’da Poltava’da bulunan Perescepine hazinesi de onlara aittir. 150 yıldan fazla Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Peçeneklerde, her biri kendi başbuğunun idâresinde boy teşkilâtı çevresinde kalmışlar ve bir devlet kuramamışlardır. Fakat savaş ve müdâfaa durumlarında ortak hareket edebilmişlerdir. 11. yüzyıl ortalarında Turak adında bir başbuğ on bir Peçenek boyunun başına geçmişse de bütün boyları hamiyeti altına alamamıştır.
Çetinoğlu: Uzlardan söz etmiştiniz. Onları da tanıtır mısınız?
Prof. Taşağıl: Oğuzların batı kolu Uzlar Rus yıllıklarında Tork (Türk), Bizans kaynaklarında ise Uz diye geçmektedir. 860’lı yılarda Peçenekleri İtil ötesindeki yurtlarından çıkararak oraya yerleşmişler ve sonradan batıya doğru ilerlemişlerdir. Kiev knezi Vlademir’in müttefiki olarak 985 yılında İtil Bulgarlarına karşı yapılan sefere bazı Uz grupları da katılmıştı. Yalnız bunların Kiev bölgesine göçleri ise 1036 yılında Peçenekleri yenmelerinden sonra olmuştur. Uzları Peçenek yurduna sevk eden sebep ise; 1030 yılından itibaren Don Nehri boylarında faaliyet göstermeye başlayan Kumanlardır. Nitekim Uzlar, Kumanların ileri harekâtı neticesi 1048’de Dinyeper havalisine doğru kaymışlardır.
Kiev Rusya’sının güney bölgelerine kadar yayılan Uzları, Rus knezleri 1060 yılında âni bir hücumla yenince kalabalık kitlelerle batıya doğru çekildiler. Uzlardan bir kısım Kiev dolaylarında Rus knezlerinin hizmetine girerek Ros Nehri boyunca yerleşti. Batıya giden Uzlar ise 1065’te Bizans ve Bulgar mukavemetini aşıp Tuna boylarına gelerek Peçeneklerle komşu oldular. Arkadan gelen Kuman tazyiki yüzünden Tuna’yı aşıp akın ve yağmalarını Selanik ile Peloponnes’e ulaştırdılar.
Çetinoğlu: Uzların tarih sahnesinden silinişi konusunda bilgiler var mı?
Prof. Taşağıl: Peloponnes baskınları sırasında bastıran şiddetli kış ve Uzlar arasında baş gösteren salgın hastalıklar çok sayıda nüfus kaybına sebep oldu. Ayrıca Bizans entrikası ve intikam alma duygusuyla harekete geçen Peçenekler ile bölge halkının hücumları da Uzların tamamen güç ve kudretlerini kaybetmelerine sebep oldu. Baskınlardan kurtulan az sayıda Uz ise 1068 yılında Macaristan’a akın tertip etmişlerse de başarılı olamamışlardır.
Bir miktar Uz kalıntısı Bizans ordusuna alınarak başta Makedonya olmak üzere çeşitli bölgelere gönderilmişlerdir. Nitekim bu Uzlardan bir grubun Selçuklulara karşı Anadolu’da Bizans saflarında bulunduğu bilinmektedir. Güney Rusya’ya geri dönen bazı Uzlar ise, Kiev şehrinin varoşlarına yerleştirilmiştir.
Doğu Avrupa sahasında kısa bir dönem faaliyet gösteren ve diğer Türk boylarına nazaran kendileri hakkında çok az bilgi sâhibi olabildiğimiz Uzlardan günümüze en açık örnek bugünkü Moldavya’da yaşayan, dil ve kültürlerini büyük ölçüde muhafaza eden Gagauz Türkleridir.
Çetinoğlu: Kuman-Kıpçaklar hakkında lütfedeceğiniz bilgilerle zannederim bu muhteşem târih sohbetimizi sonlandırmış olacağız…
Prof. Taşağıl: Kıpçaklar 10. yüzyılda İrtiş boylarında bulunan ve aynı soydan gelen Kimeklerin İşim-Tobol vâdilerinde oturan bir koludur. Kuman; ‘sarı, sarışın, sarı saçlı insanlar‘, Kıpçak ise ‘ağaç kovuğu, âniden kızan‘ anlamındadır. Kıpçakların yaşadıkları bölgeye göre daha güneyde kalan ve diğer bir kollarını teşkil eden Kumanların da kendilerine katılmalarıyla kuvvetlenen Kıpçaklar, Kıtayların baskısı ve yer darlığı dolayısıyla Volga üzerinden Güney Rusya’ya kadar ilerlemişlerdir. Moğol istilâsına kadar Karadeniz kuzeyindeki bozkırlarda hüküm süren Kuman-Kıpçaklarının Rus ve Bizans târihinde önemli yerleri vardır.
Çetinoğlu: Neler yaptılar, târihte nasıl izler bıraktılar?
Prof. Taşağıl: 1055 yılından itibaren Ruslarla mücadeleye başlayan Kuman-Kıpçaklar, 1061 ve 1068’de onları yendiler. Akınlarına devam eden Kuman-Kıpçaklar, 1080’lerde Balkaş Gölü’den Tuna ağzına kadar yayıldılar.
Bu bölge İslâm kaynaklarında ‘Deşt-i Kıpçak’ olarak tanınmakta, batıda ise Comania adıyla anılmaktadır.
Bu devirde Kuman-Kıpçak ülkesi beş kısım hâlinde idi; Orta Asya, Yayık-Volga, Don-Donets, Aşağı Dinyeper ve Tuna. Buralarda ayrı gruplar hâlinde, kendi başbuğları idâresinde yaşıyorlardı. 1091’de Lebunium Savaşı’nda Bizans kuvvetlerine yardımcı olarak katılan Kumanlar, Tuna bölgesinde yaşayanlardı. 1091’de Macaristan’a, 1092’de Lehistan’a, 1093’te ise Bizans topraklarına giren Kuman-Kıpçaklar 1094’te de Rus bölgesine akınlarını devam ettirdiler. 1096’da Kiev’e gönderilen iki elçi grubunun öldürülmeleri savaş sebebi sayılarak Kiev ve civarını yağmaladılar. Fakat 1103’teki birleşik knez kuvvetleri karşısında tutunamayan Kuman-Kıpçaklar, 1105-1111 yılları arasında Rus kuvvetleri üzerine dört defa akın yaptılar. Tuna Kumanlarından bir grup Macaristan’a giderek orada ücretli askerlik yaptı. 12. yüzyılın ortalarında Dinyeper Kumanlarının Pereyaslavl knezliğine karşı 1177 ve 1179’da akınlar yaparak küçük galibiyetler elde etmelerine rağmen 1184’te birleşik Rus ordusuna mağlûp olmaktan da kurtulamadılar. Bu savaş esnasında yedi bin esir arasında 417 bey ve beyzadenin bulunduğu da rivâyet edilmektedir. Bu hâdiseden bir yıl sonra Novgorod knezi İgor kumandasındaki Rus ordusunu Don Nehri boyunda Kayalı Irmağı kıyısında kuşatarak imha ettiler. Savaş esnasında Prens İgor ve diğer knezler Kuman başbuğu Könçek’e esir düştüler. Bu sefer Rus edebiyatının şaheseri olduğu söylenen İgor Destanı’na konu olmuştur.
Çetinoğlu: Kafkaslarda da Kumanların izlerine rastlamak mümkün…
Prof. Taşağıl: Gürcülerle münâsebete giren Don ve Kuban civarındaki Kumanlar, Kafkasların güneyine kadar geçtiler. Hattâ Selçuklu akınlarını durdurabilmek için 1110 yılında Gürcülere yardım etmişlerdir. Aynı zamanda Gürcülerle aralarında siyasî evlilikler de yapılmıştır. Bazı Kuman kitleleri Çoruh, Kür dolaylarına kadar ilerlemişler, Şirvan ve Azerbaycan’a da seferler düzenlemişlerdir.
Gürcülere yapılan yardım neticesinde Tiflis, Gürcü krallığının başkenti olmuştur. Selçuklular devrinde Azerbaycan Atabeyliğinin kurucusu İl Deniz de soy olarak Kafkaslardan gelmiş bir Kıpçak Türkü idi. Kırım yarımadasına giden Kumanlar ticâretle meşgul olmuş, küçük kasabalar kurmuşlardır.
Çetinoğlu: Kumanların dağılma süreci ne zaman nasıl başladı?
Prof. Taşağıl: 13. yüzyılda Kumanların Deşt-i Kıpçak’taki nüfuzları zayıflamış, doğu bölgesindekiler Harezmşahlarla irtibata geçmiş, hattâ onların ordusunda vazife almışlardır. Yine bu devrede Moğollar karşısında tutunamayan Kumanlar, Ruslarla birlikte hareket etmişler, Kırım yarımadasındaki ticâret liman şehirlerini de Anadolu Selçuklularına terk edince iktisadî yönden çok zayıflamışlardı. 1223’de Kalka Savaşı’nda Ruslarla birlikte Moğollar karşısında mağlup olan Kumanlar iyice dağıldılar ve bölge Altın-Orda Hanlığı’na terk edildi. Bir kısmı Macaristan’a, bir kısmı da İtil Bulgaryası’na çekilmek suretiyle Kıpçak bozkırlarındaki hâkimiyetleri son bulmuştur.
Çetinoğlu: Tamâmen yok oldukları söylenebilir mi?
Prof. Taşağıl: Hayır. Münferit olarak târihe geçen ve önemli işler yapan Kuman kişileri oldu. 13. yüzyılın başlarından itibaren dağılmaları ve iktisadî sıkıntılarına hayvan hastalıkları ve ölümlerinin de eklenmesiyle eski bir Slav geleneğine uyarak, sıhhatli gürbüz çocuklarını para karşılığında başka ülkelere göndermişlerdi ki, Mısır’da kurulan Eyyûbî Devleti’nin asker ihtiyacı Deşt-i Kıpçak’tan ve Kafkaslardan getirilen bu insan gücü ile karşılanmağa başlanmıştı. Bu yolla Mısır’a gidenler arasında İzzeddin Aybeg’in 1250’de Eyyûbîler yerine Sultan yapılması ile Mısır’daki devlet kısa zamanda Kuman-Kıpçaklarının eline geçti.
Yine aynı soydan gelen ve 1260-1277 yılları arasında Mısır Memlük sultanı olan Sultan Baybars Moğolları Suriye’den çıkarmakla şöhret bulmuştu. İktidar Çerkez Kölemenleri’ne geçinceye kadar bu sülâle Mısır’da hüküm sürmüştür.
Hindistan Delhi Türk Sultanlığının ikinci hükümdar sülâlesinin kurucusu Uluğ Han da Kıpçak büyüklerindendir. Kuman-Kıpçakları, Karadeniz’in kuzeyinde Rusların güneye inmesini önlemekten başka, bölgenin Türkleşmesini de sağlamışlardı. Bugün Romanya’da yaşayan açık sarı saçları ve mavi gözleri ile diğer topluluklardan ayrılan Çangoların Kumanlardan geldiği ileri sürülmektedir. Bir grup da Macaristan’a yerleşmiştir. Buradaki bazı yer isimleri onların hâtıralarıdır. Ayrıca Macar dilinde mevcut Türkçe sözler Kuman-Kıpçaklara aittir.
Çetinoğlu: Asimilasyona tâbi ola Kumanlar hakkında neler söylenebilir?
Prof. Taşağıl: Kuman-Kıpçakların, çok önceleri Avarların yaptığı gibi Slavlaşmış Bulgarlar üzerinde büyük tesirleri olmuştur. Bulgarlar istiklâl hareketlerine katıldılar. Mücadeleyi kazanarak 2. Bulgar devletini kuran ve Ulahların teşkilât târihinde rol oynayan Çar Asen’in (1187-1196) Kuman-Kıpçak olduğu da ileri sürülmüştür.
1130’lu yıllarda teşekkül eden Romen devletinin de Kuman-Kıpçak unsuruna dayandığı ve Basaraba tarafından kurulduğu söylenmektedir. Bugün hâlâ Romanya’da Tuna’nın Karadeniz’e döküldüğü yere Basarabya denir.
Çetinoğlu: Kumanlar hangi dili konuşuyorlardı?
Prof. Taşağıl: Orta Asya içlerinden Macaristan ovalarına kadar yayılmış olan Kuman-Kıpçakların dili Türkçe içinde mühim yer tutar. Türk devletlerine göre Orta Türkçeyi Kuman-Kıpçakların konuştuğu dil oluşturur. Ayrıca Kuman-Kıpçakların en mühim hatırası olarak 1303 yılında Kırım’da bir İtalyan tüccar ve misyoneri tarafından yazılan Lâtince, Farsça, Kuman-Kıpçakça sözlüktür. Bu lügat 2500 Kuman/Kıpçakca kelime ile İncil’den tercümeler ve bazı Katolik ilâhileri ihtiva etmektedir.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim.
Prof. Dr. AHMET TAŞAĞIL 14 Şubat 1964 tarihinde Kocaeli’nin Karamürsel ilçesinde doğdu. 1985 yılında İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi’nin Târih Bölümü’nden mezun oldu. Aynı yıl Çince öğrenmek ve Orta Asya târihi üzerine araştırmalar yapmak üzere Tai-wan’a gitti, Shih-fan Üniversitesinde Çince kurslarına devam ederken, Cheng-chih Üniversitesi’nin Etnoloji Araştırmaları Enstitüsü’nde ve Târih Bölümünde ders ve seminerleri takip etti. Bunun yanında dokümantasyon merkezinde Çin kaynaklarından Türk târihine ait belgeler topladı.
1986 yılının sonunda Türkiye’ye dönüp, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Yüksek Lisans öğrenimine başladı. 1991’de doktor, Ortaçağ Târihi Anabilim Dalında, 1992’de yardımcı doçent, 1995 yılında Genel Türk Târihi alanında doçent unvanını kazandı. 2001 yılında profesör oldu.
2007-2008 yıllarında Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü yaptı. 2008 yılında Rektör Yardımcılığına tâyin edildi. Buradan emekli olduktan sonra Yeditepe Üniversitesi’ne geçti. Hâlen bu üniversitede, öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.
Çince, İngilizce, Rusça ve Fransızca ile Türk lehçelerinden Kazakça ve Kırgızca bilmektedir. Moğolistan başta olmak üzere Güney Sibirya, Kazakistan ve Kırgızistan’da saha araştırmaları gerçekleştirmiştir.
|