Son aylarda en popular kelime, “açılım” kelimesidir. Neyin ve nasıl açılımı yapılacağı bilinmeden, söylenmeden sloganımsı bir ifade ortaya atılmış, ilgili-ilgisiz, bilen-bilmeyen, anlayan-anlamayan fikir beyan ediyor. Ülkemin genel atmosferi siyasi ve sosyal çorbaya dönmüş durumda…
Bir taraftan “demokratik açılım” diye isim değiştiren “Kürt açılımı”, diğer taraftan ağababanın emriyle organize edilen ve çeşitli kamuflajlarla Türk milletine sunulan “Ermeni açılımı” söylemleri, politik arenada sahte gladyatörlerin salvolarına aracı olmaktadır. Bu yazımızda, “Ermeni açılımı” üzerinde durarak konuyu çeşitli boyutlarıyla irdelemeye çalışalım.
Basına yansıyan haberlerden anlaşıldığı kadarıyla, Türkiye ile Ermenistan arasında, paraf edilmiş bir protokol ile diplomatik ilişkilerin kurulması ve temsilciliklerin açılması kararlaştırılmış.
Aylardan beri söz konusu protokolün oluşturulması için diplomatik çalışmalar-görüşmeler İsviçre’nin arabuluculuğunda sürdürülmekteydi. Bu görüşmelerin “taraf” olan İsviçre’de yapılması ise (Ermeni iddiası olan “soykırım” tasarısını parlamentosunda kabul eden bir ülkelerden biri…) anlaşılır değil ya, haydi geçelim onu…
Tüm bu çalışmaların sonucunda Türkiye-Ermenistan arasında bir protokol paraf edildi. Protokol belli bir süre sonra da (paraftan itibaren yaklaşık 6 hafta sonra) karşılıklı imzalanması öngörülmektedir.
Protokolün başlığı şöyle: “Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti Arasında Diplomatik İlişkilerin Kurulmasına Dair Protokol.”
Protokol, içeriği bağlamında, üç ana konuyu öne çıkarmaktadır;
1- iki ülke arasındaki mevcut sınırın karşılıklı olarak tanınmak. İki ülke bu protokolle ayrıca, aradaki mevcut sınırı uluslararası hukukun ilgili antlaşmalarında tarif edildiği şekliyle karşılıklı olarak tanımakta, ortak sınırın açılmasını kararlaştırmaktadır.
2- ikili ve uluslararası ilişkilerde, “eşitlik, egemenlik, diğer ülkelerin iç işlerine müdahale etmeme, toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı” ilkelerine saygılı olmak.
3-Türkiye ve Ermenistan, terörizmin tüm biçimlerine karşı olmak. Bunun için de her türlü terörü, şiddeti ve aşırıcılığı kınamayı, bu tür eylemlerin teşvikinden veya müsamaha görmesinden kaçınmayı ve teröre karşı mücadelede işbirliğine gitmeyi taahhüt etmektedir.
Bu söylemlere çok farklı kulplar takmak veya yeni söylemler eklemek gerekmeyecek kadar açık görünüyor.
Bu ana tespitlerden sonra biraz detaylara inelim ve hemen ilk akla gelen soruyu soralım; protokolde neler var?
Protokol detaylı olarak incelendiğinde, son derece ustaca hazırlanmış ve karşılıklı “diplomatik gollerin” atılma gayreti gösterildiğini hemen sezersiniz.
1- Ermenistan için son derece önemli olan “sınırların açılması” konusu temel hedef olarak seçilmiş.
Anlaşıldığı kadarıyla protokolün yürürlüğe girmesiyle başlayan bir süre var. Bu süre de yaklaşık 4 haftayı kapsıyor. Protokolün parafından 4 hafta sonra sınırlar açılacak diye taahhütte bulunulmuş.
Bu maddenin Türkiye yararına bir çıkışı ya da avantajı var mı sorusuna, verilecek olumlu bir cevap bulamıyorum. İki buçuk milyonluk Ermenistan’ın neyinden yararlanılabilir ki? Fukara bir ülkedir, zaten. Mal satarım derseniz, parası yok, işsizlerimizi yollayalım derseniz, zaten orada işsiz çok. Özetle ekonomik bir yararın olacağını sanmıyorum. Az miktarda sınır ticareti olabilir belki, o kadar…
Sınırların açılması diplomatik bir yarar sağlayabilir, sertlik söylemler aza inebilir mi?
Ermenistan için milli ideoloji niteliğindeki “peşin hükümler, suçlamalar” yontulabilir mi?
Son derece şüpheli, mucize kabilinde belki!..
2- Türkiye ile Ermenistan arasında dışişleri bakanlığını temsilden bir “çalışma grubu” kurulması öngörülmüştür. Bunun da sınırlı süresi vardır. Protokolün yürürlüğe girmesinden 2 ay sonra bu çalışma grubunun kurulma şartı vardır.
Bu madde Türkiye’ye ne yarar sağlar, diye sorulacak olursa, bana göre “hiçbir şey”, diplomasiye göre, meşhur deyişiyle bazı “monşerlere” göre ise, belki “çok şey”!
3-Hükümetler arası komisyonun ve alt komisyonların kurulması. Bu şartın yerine gelebilmesi için de önce alt komisyonların çalışacağı şartların oluşturulması gerekiyor. Bu komisyonların temel statüleri, yetki sınırları ve katılımcıların nitelikleri belirlenecek, önce… Tüm bu işlemler bakanlar düzeyinde olacak ve onaylanacakmış. Bunun için de tanınan süre protokolün yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 3 ay sonra olacakmış.
Buna göre kurulacak 7 (yedi) alt komisyon şöyle öngörülmüştür;
1- Siyasi İstişare Alt Komisyonu,
2- Ulaştırma, İletişim ve Enerji Altyapı ve Şebekeleri Alt Komisyonu,
3- Hukuki Konulara İlişkin Alt Komisyon,
4- Bilim ve Eğitim Alt Komisyonu,
5- Ticaret, Turizm ve Ekonomik İşbirliği Alt Komisyonu,
6- Çevre Sorunlarına İlişkin Alt Komisyon,
7- Tarihsel Boyuta İlişkin Alt Komisyon olmak üzere.
Dikkat edilirse, ilk 6 alt komisyon “zevahiri kurtarmak” ve esas amacı gizlemek için “yumuşatma” hazırlıkları olarak uydurulmuş ifadeler, bunların böyle algılanması gerekir. Nitekim bu alt komisyonların oluşabilmesi, görev yapabilmesi için epey bir uğraş ve zaman gerekmektedir. Öncelikle iki ülke arasında “karşılıklı güvenin” yaratılması gerekir.
Yüz yıla yakın zamandır nesilden nesle işlenen düşmanlık, ekilen kin ve nefret tohumlarının yeşeren, hatta ürüne dönüşen sonuçları nasıl yok sayılacak ya da etkisizleştirilecek? Bu hiç mümkün mü?
Bunun için geniş çaplı bir diyalog mekanizmasının kurulup devreye girmesi öngörülmüş olsa da, bunun sonuç vereceği çok şüphelidir. Sadece oyalamakla varılacak nokta, süren düşmanlık biraz daha pekişebilir!?
Güya bu yedinci komisyon tarafından, güven sağlamak için, “tarihi belgeleri” incelenecek, belgelerin sahih ya da sahte olup olmadığı tartışılacak!
İşin yanlışı buradan başlıyor zaten, sizin sahip olduğunuz tarihi vesikaya, tehcir kararıyla ilgili belgelere Ermenistan ya da Rusya sahip değil ki?!
Dahası var; bu tarihi belgeleri incelemeye Ermeni, Türk, İsviçre ve diğer milletlerden üye de katılabilecekmiş. Güya; Ermenistan kapı kapı dolaşıp “soykırım” nutuklarını atarak “negatif propaganda” yapmayacakmış?!
Buna kim inanır?
Daha üç gün önce diasporaya verdiği mesaj aynen şöyledir: “Soykırım kanıtlanmış tarihi bir olgudur, komisyonda tartışmamız söz konusu değildir”
Bu maddenin en can alıcı “püf noktası”, bize göre, komisyonların ve çalışma gruplarının sadece “Hükümetler arası komisyon” olarak öngörülmüş olmasıdır. İster Türk, ister Ermeni hükümetleri olsun, bunlardan herhangi birinin değişmesi halinde, bu komisyonlar “lağvedilir”, yani komisyonların geçerliliği ve devamlılığı “devlet” düzeyinde olmadığı için sürekli ve anlamlı olamaz.
Türkiye-Ermenistan arasında paraf edilen, ileriki tarihte imzalanarak ilgili parlamentolarından da geçmesi gereken “tarihi protokol”ün tam metnini tarihi belge olması bağlamında aşağıya alıyorum.
Protokol metni:
“Türkiye Cumhuriyeti ve Ermenistan Cumhuriyeti, Aynı gün imzalanan ilişkilerin geliştirilmesi hakkında Protokol’de öngörüldüğü şekilde, halklarının yararına hizmet etmek amacıyla iyi komşuluk ilişkileri tesis etmeyi, siyasi, ekonomik, kültürel ve diğer alanlarda ikili ilişkileri geliştirmeyi arzulayarak,
Birleşmiş Milletler Şartı, Helsinki Nihai Senedi, Yeni Avrupa için Paris Şartı çerçevesindeki yükümlülüklerine atıfta bulunarak,
İkili ve uluslararası ilişkilerinde, eşitlik, egemenlik, diğer ülkelerin iç işlerine müdahale etmeme, toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkelerine saygılı olacakları ve bu ilkelere saygı gösterilmesini sağlayacakları yönündeki taahhütlerini teyit ederek,
İki ülke arasında güven ve itimat ortamı oluşturulmasının ve bunun muhafaza edilmesinin, tüm bölgede barışın, güvenliğin ve istikrarın kuvvetlenmesine katkıda bulunacağını, güç kullanımından ya da güç kullanma tehdidinden imtina etme, anlaşmazlıkların barışçı yollardan çözümü, insan haklarının ve temel özgürlüklerin korunmasının önemini akılda tutarak,
İki ülke arasındaki mevcut sınırın uluslararası hukukun ilgili antlaşmalarında tarif edildiği şekliyle karşılıklı olarak tanındığını teyit ederek,
Ortak sınırın açılması hususunda aldıkları kararı vurgulayarak,
İyi komşuluk ilişkileri anlayışıyla bağdaşmayacak herhangi bir siyaset izlemeyeceklerine dair taahhütlerini yineleyerek,
Hangi nedenle olursa olsun terörizmin tüm biçimlerini, şiddeti ve aşırıcılığı kınayarak, bu tür eylemlerin teşvikinden veya müsamaha görmesinden kaçınılacağını ve bunlara karşı mücadelede işbirliğine gidileceğini taahhüt ederek,
Ortak çıkarlar ve iyi niyet zemininde, barış, karşılıklı anlayış ve uyum hedefleri doğrultusunda ilişkileri için yeni bir model geliştirme ve istikamet belirleme iradelerini teyit ederek,
1961 tarihli Diplomatik İlişkilere Dair Viyana Sözleşmesi uyarınca bu Protokolün yürürlüğe girdiği tarihten itibaren diplomatik ilişki kurulması ve karşılıklı olarak diplomatik temsilcilik açılması hususunda anlaşmışlardır.”
Protokol metinde, “protokolün ve imzalanan diğer protokolün aynı gün ve esasen onay belgelerinin değişimini takip eden ilk ayın ilk günü yürürlüğe gireceği” belirtildiğine göre, bu protokollerin onaylanma ön şartını getirmektedir.
Nasıl olacak bu ön şartlar?
Her iki devletin parlamentosundan onay alması gerekecek demektir.
Bunu, AKP sahip olduğu çoğunluk sayesinde yapabilir, onay verebilir.
Bu güne kadar muhalefeti temsil eden CHP ve MHP konuya olumlu yaklaşmadıklarına göre, “Ermeni dostluk” protokolünün onayı, AKP ve “Siyasi Kürtçülük” destekçisi DTP’in muhtemel ortaklığı veya işbirliği ile mümkün olabilir. Peki, bu onay, devletin milli politikasına uyar mı, işte orası meçhul!?
Halen ivedilikle beklenen şudur; sınırlar tanınacak, kapılar açılacak
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Ermeni Devlet Başkanı Serj Sarkisyan “Ermeni açılımı” sürecinin iki önemli ismi olarak kalacak ve başlangıçta vebali-sevabı da onlara ait olacak.
Siyasi irade ekibi ve “cumhurun başı” zatlar tarafından başlatılan “Ermeni dostluğu” esasına dayalı “Ermeni açılımı” Türkiye ve Ermenistan tarafından, protokol hükümleri gereğince, 6 hafta sonunda imzalanması beklenmektedir. Mutabakat zaptı niteliğindeki protokole göre, diplomatik ilişki mutlaka kurulacak ve takip eden 2 ay içinde de, en tartışmalı konuyu inceleyecek olan “ortak tarih komisyonun kurulması” varsayımıdır.
Protokole göre Türkiye ve Ermenistan, “iyi komşuluk yapacaklarını” da taahhüt ediyorlar. İyi komşuluk varsayımı, Türkiye adına zaten pratikte uygulanmaktadır. Kimsenin Ermeni vatandaşlarımıza, diasporaya, Erivan’a dediği hiç bir şey yok… “Kardeşçe bağrımıza basıyoruz”, illegal ticaret de yapıyoruz, işçi de çalıştırıyoruz, basında mensuplarına köşeler de veriyoruz, her sabah Türk milletine küfür eden Ermeni kriptolarını “karındaş” olarak tanımlıyoruz.
Dolayısıyla iyi komşulukmuş, iyi arkadaşlıkmış, dostlukmuş (!) bunlar zaten fazlasıyla var… On binlere varan “kriptolar”, “hepimiz Ermeniyiz”, “hepimiz Hırantız” diye pankart da taşıyorlar. Görüleceği üzere Türkiye’den yana her şey “doğru ve tamam” da acaba, aynı şeyler Erivan’da olacak mı? Örneğin;
Acaba her sabah Ağrı Dağı’na dönüp “küfür” salladıkları Türkiye hakkındaki düşmanlıklarından vazgeçecekler mi Ermeniler?
Acaba, 1914 -1915 olaylarında “vatana ihanet etmenin cezasının ölüm” olduğunu unutturup “mağdurluk” rolünü oynamayı bırakacaklar mı?
Katlettikleri yüz binlerce Doğu Anadolulu Kürt-Türk Müslüman kanının bedelini, yok ettikleri nesilleri, söndürdükleri ocakları hatırlayıp suçluluklarını ifade edecekler mi?
İşte merak edilen “iyi komşuluk” teranesine cevap aranan sorular…
Günlerdir basının başköşelerine oturtulan haberin ana iskeleti şöyle: “Ermenistan ile Türkiye arasında İsviçre’nin arabuluculuğunda paraflanan protokol çerçevesinde, iki ülke yıllar sonra diplomatik ilişkilerin yeniden tesisi konusunda tarihi bir adım attı. İki ülke tarafından paraflanan ve iç istişarelerin 6 hafta içinde tamamlanmasının ardından imzalanması öngörülen protokol, karşılıklı olarak diplomatik ilişki kurulması, diplomatik temsilcilik açılması, protokolün yürürlüğe girmesinden sonraki 2 ay içinde ortak sınırın açılması ve ortak tarih komisyonu kurulması gibi önemli açılımlar içeriyor. İki ülke, iyi komşuluk yapacaklarını da protokole bağlıyor.”
Bu haberi okuyan vatandaşlarımız, sanacaklar ki her şey birden değişivermiş, eski düşmanlıklar yok olmuş, ortam güllük-gülistanlık olmuş…
Basın-yayında pompalanan “yalakalık” örneği haberler ve köşe kapıcısı “kriptoların” yazdıkları asla gerçeği yansıtmamaktadır. Bilinen Ermeni yine aynı Ermeni… Kinini yine kusmaya devam ediyor, edecektir. Onun yaşam kaynağı, Türk düşmanlığı yapmaktır. Başka beslenecek bir kaynak yok çünkü…
Protokol metninden de anlaşılacağı üzere, taraflar arasında imzalanması öngörülen iki protokol var. Bunlardan biri, “Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti Arasında Diplomatik İlişkilerin Kurulmasına Dair Protokol“dür.
Bu protokolün esas amacı, güya, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesini ve mevcut sınırın karşılıklı olarak tanınmasını sağlamaktır.
İkinci protokol ise, “Türkiye ve Ermenistan Arasında İlişkilerin Geliştirilmesine Dair Protokol”dür.
Bunun amacı ise, güya, her iki ülkenin, iç istişarelerini sınırlı zaman içinde (6 hafta) tamamlamaları ve ardından protokolü imzalamalarını öngörmektedir. Bu ikinci protokol imzalandıktan sonar, 2 ay içerisinde de ortak sınırın açılması karara bağlanmaktadır.
Tabii ki bunun devamını sağlayan faaliyetler, ilgili bakanlıklar arasında sürdürülmeye devam edilecekmiş. Dikkat çekici olan husus, her iki protokolde yine esas olan sınırla ilgili “tanıma” ve “açılma” işlemleridir.
Protokolün orijinal metninden alınmış kopyanın taranmış kupürünü çeşni oluşturması için aşağıda verilmiştir.
Malum protokollerin orijinal kupürlerinden kopya örnekler…
Tarih komisyonun kurulması ne anlam taşır?
Yukarıda detayları açıklanan protokolün yürürlüğü esas alınarak yeni tasarruflar gündeme gelecektir. Bu tasarrufların merkezinde, kurulan komisyonlar ve bağlı alt komisyonların olması büyük ihtimaldir. Mutabakat zaptı protokole göre kurulacak olan toplam yedi komisyon ve onlara bağlı alt komisyonlar üç ay içerisinde kurulup işlerlik kazanması gerekmektedir. Eylül başında bu protokol açıklandığına göre komisyonların yaklaşık olarak Kasım ayı sonu, Aralık ayı başı bir dönemde kurulacağını varsaymak gerekir. Kurmak yetmiyor tabii ki bu komisyonların çalışma kurallarının oluşturulması ve bağlı alt yapıların hazırlanması gerekiyor.
Önceki sayfalarda belirtildiği üzere, kurulması hedeflenen yedi komisyondan ilk altısının “kamuflaj” amaçlı olduğunu, esasen yedinci komisyon olan kısa adıyla “tarih komisyonu” olduğunu tekrarlayalım. En önemli husus, bu komisyona uluslararası uzmanların da katılımının olmasıdır. Resmi adı “tarihsel boyuta ilişkin alt komisyon“u oluşturan uzmanlar sadece iki ülkeyi temsil etmeyecektir. Uluslararası düzeyde, bu konuda yayın yapmış ve doğru bilgileriyle tebarüz etmiş, objektif bilim insanlarının olması öngörülmesi muhtemeldir.
Bu alt komisyonların temel amacı,”iki halk arasında karşılıklı güven tesis edilmesi amacıyla, mevcut sorunların tanımlanmasına ve tavsiyelerde bulunulmasına yönelik olarak, tarihsel kaynak ve arşivlerin tarafsız ve bilimsel incelenmesini de içerecek şekilde bir diyalogun uygulamaya konulmasını” sağlamak….
Bu diyalogda Türk, Ermeni ve İsviçre temsilcileri ile diğer uluslararası uzmanlar da yer alacakmış. Protokolün ne zaman yürürlüğe girecek ve ne kadar yürürlükte kalacağı konusu açık değildir. Örneğin protokolde zikredilen zaman limitlerine uyulamazsa neler olabilecek?
Sadece “hükümetler düzeyinde” kurulması öngörülen kurullar ve komisyonlara verilecek üyelerin üyelik kriterleri neler olacak?
Sosyal mi, kültürel mi, ekonomik mi, askeri mi, politik mi olacak bu üyelikler? Bunlar belli değil…
Ermenistan, anayasasını değiştirmek zorunda mı?
Protokole göre, iki ülke arasındaki mevcut kara sınırın uluslararası hukukun ilgili antlaşmalarında tarif edildiği şekliyle karşılıklı olarak tanınması öngörülüyor, güya! Ancak bu hukukun atıf yapıldığı, hukukun hangi antlaşmalara dayandırıldığı belirtilmiyor. Örneğin “Kars antlaşması, Moskova antlaşması” hiç gündemde değiller. Öyle ya, bize göre olmasa da, “Sevr” antlaşması da uluslararası bir hukuk belgesi değil mi?
Diğer yandan Ermenistan’ın anayasası niteliğinde olan “Bağımsızlık Bildirgesi” metninde ve Ermeni Devletinin Anayasası’nda, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü sorgulayan ifadeler vardır. Örneğin, Ermenistan Anayasası’nın 13. maddesinin 2. paragrafında, Türkiye’den toprak talep edilmektedir. Bu anayasaya göre Ağrı Dağı “Ermenistan’ın devlet simgesi” olarak anılmaktadır. Kezâ, “Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirgesi’nin” 11. maddesinde de Doğu Anadolu’dan “Batı Ermenistan” olarak bahsedilmektedir.
Hal böyle iken, protokolde yer alan “iyi komşuluk”, “muhabbetlik”, “Ermeni dostluğu ve kardeşliği” varsayımlarının bir anlamı oluyor mu?
Kim kimi kandırıyor?
Ortaya konulan manzara, bir “ortaoyunu” sahnesinden farklı değil… Bir tarafın oyuncuları samimi olarak rollerini yaparken diğer tarafın oyuncuları sahtekârlık ve iki yüzlülük timsali oluvermişler…
Bakalım, protokol Ermenistan meclislerinde oylanırsa -ki oylanıp kabul edileceğine inanmıyorum – Ermenistan hem anayasasını hem de bağımsızlık bildirgesini değiştirecek mi?
Bekleyelim görelim…
Protokolün irdelenmesi
Devletlerarası antlaşmalarda yazılı metinler oluşmadan ve bağlayıcılığı da uluslararası hukuk kurallarına dayandırılmadan yapılan taahhütler, protokollerin hiç bir anlamı ve geçerliliği yoktur. Bu bağlamdan hareketle, Ermenistan’ın iddia ettiği “soykırım”, “toprak talepleri”, “sınırların geçersizliği”, “anayasal hükümler” gibi temel hiçbir konuda geri adım atmadan, hatta herhangi bir sözlü beyanda da bulunmadan, Türkiye’ye protokol “imzalattığını” gösteriyor.
Başbakan R.T.Erdoğan Azerbaycan’da, “Bu işgal sona ermeden ilişkilerimiz normalleşemez, kapı açılamaz” dediğini hatırlayarak, “ne değişti o günden bugüne?” diye sormak milletin hakkı değil mi?
Bu soruya Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Dışişleri Bakanı Davut’un oğlu Ahmet bakınız ne diyor; “Aslında o günlerde de biz geri adım atmadık, görüşmelere devam ettik”.
Bu ifadeye göre Dış İşleri Bakanı değişen bir şey yok diyor. Peki, değişen bir şey olmadığına göre, bu görüşmelere devam edilmesi ve sonuçta protokolün ortaya çıkması demek ne anlama geliyor? Bu sonuç bir “bağımlılığın” var olduğunu göstermez mi? Bir yerlerden gelen “emir” gereğince bu tasarrufa devam edilmiş görünmüyor mu?
Bir yandan başbakan Azerbaycan’da bir beyanda, hatta taahhütte bulunuyor; bir yandan da “..Siz başbakanı boş verin, biz yolumuza devam edelim” anlamını yükleyen davranışlar-işlemler var. Başbakana rağmen Ermenilerle görüşmeye devam ediliyor, Rusya Devlet Başkanıyla görüşülüyor… Bu ifadelerin, bu icraatın bir anlamı olmalıdır; birisi çıkıp “Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığı kalmamıştır” derse, ne cevap verilecek?
Vatandaş soruyor; ne oldu da birdenbire “Kürt-Ermeni açılımları” yan yana gündeme getirildi?
Nereden ve nasıl düğmeye basıldı da “Ermeni-Kürt açılımları” yan yana getirilip milletin önüne döküldü?
Her şeye bir “demokrasi kılıfı” uyduran siyasi irade, yedi yıldan beri iktidarda olan parti, çeşitli atraksiyonlardan sonar uyduruk “demokratik açılım” diyerek, geçmiş iktidarında demokrasi uygulamadığını mı itiraf etmek istiyor?
Son derece çelişkili ve ilginç bir durum… “Kürt açılımı” için “AB-D’nin telkinidir, tavsiyesidir” diyenleri “namussuzlukla” suçlayanlar, “Ermeni açılımı” konusundaki bu çelişkileri neye bağlayacakları merak konusudur.
Bir ülke ekonomik ve siyasi bağımsızlığını kaybetmişse, devletin meşru kurumları ve karar organlarıyla yönetilemiyorsa (haydi ülke adına bir tenzihte bulunalım), o zaman, yabancı parmağı her tarafa girer de, çıkar da… Bir taraftan AB bastırır, “şunu böyle yapın” der, diğer taraftan ABD bastırır, “bunu şöyle yapın” der…
İkbal ve iktidarda kalma uğruna her gelen baskıya göre yeni bir adım atarsanız, kimsenin itimadı kalmaz. Bunu yapanlara bir şey dokunmaz aslında, olan devlete olur, o devlet yönetenler devlet enkazı altında kalsa bile bir anlam taşımaz. Çünkü kaybolan şahısların, siyasi erkin itibarı değil devletin itibarıdır, devletin!…
Bakar mısınız Tanrı aşkına, “Büyük Türkiye” iddiasıyla devlet yönetmeye kalkanlar, Ülkemi artık “onun-bunun oyuncağı” haline getirdiler. Kendi kişiliğini ortaya koyamayan, kendi iradesiyle yoluna devam edemeyen bir ülke haline getirilmiş durumda! Yazık, çok yazık…
Başbakanın güvenirliği…
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı 13 Mayıs 2009 günü Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’le ortak basın toplantısında şunları söylüyor: “Dağlık Karabağ işgali sona ermeden diplomatik ilişki kurulamaz, sınır açılmaz.”
Ermenistan’la olan kapalı sınırın tekrar açılması için, Başbakan, Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklardan çekilmesi gerektiği şartına bağladığına göre, malum protokolde bu konu ile ilgili olarak tek kelime bile edilmediğine göre ve dahi bununla ilgili tek işaret olmadığına göre, Türkiye Cumhuriyeti Devleti nasıl bir “kumpasa” düşürüldüğünü -getirildiğini- görmemek mümkün mü?
Başbakanın Azerbaycan parlamentosunda verdiği taahhütlere paralel -uygun- olarak ne değişti de bu noktaya gelindi? Protokoldeki 6 haftalık sure, 14 Ekim’de tamamlandığına göre, Başbakanın taahhütlerinin bu tarihe kadar gerçekleşmesi gerekir, değilse bu protokollerin hiç bir anlamının olmaması beklenir.
Tabii ki eğer uluslararası güvenirliliğiniz, ağırlığınız varsa?!
Ermenistan Devlet Başkanı Sarkisyan “..sınır açılmazsa, ben 14 Ekimde yapılacak maça gelmem” diyor. Bu noktada “adama helâl olsun” diyesi geliyor insanın! Kendi açısından son derece haklı Sarkisyan…
Adam şahsiyetli politikasını uyguluyor.
Yanardöner gülü değil ki…
Dışarıdan atılan “parmaklara” kapatmış kapılarını.
Bildiği ve bağlı olduğu “Ermeni milli politikası 4T idealine” göre hareket ediyor. Her gün Türkiye’ye küfrederek istediğini kabul ettiriyor..
Ermenistan Dışişleri Bakanı Edvard Nalbandyan diasporaya ve milliyetçi Ermenilere hitaben söylediği şu ifadeye bakalım; “Üzerinde uzlaştığımız protokolü biz yazdık, Ankara imzaladı” diyor. Buyurun bakalım, bunu nasıl açıklamak gerek? O mu yalan söylüyor, bizimkiler mi?
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı yalan söylemiyorsa, bu sınır açılıncaya, diplomatik ilişki kuruluncaya kadar, Karadağ’daki işgal sona erecektir demektir. Eğer bu olmazsa, Başbakan’ın ciddi dürüstlük ve güvenilirlik sorunu olacaktır. Bu da ülkemiz için felaket demektir…
Ermenistan Devlet Başkanı hiçbir taviz vermeyeceklerini bağıra çağıra ilan ederken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti milli konularda taviz veriyor. Unutulmamalıdır ki siyasi iktidarlar sürekli değildir, sürekli olan devlettir, devlet… Türkiye Cumhuriyetine yakışmayan kişiliksiz bir dış politika ülkemi nasıl bir yöne sürüklediğini endişeyle izlemeye devam ediyoruz.
Yukarıda belirtildiği üzere ortalıkta dolaşan iki ayrı protokol var. Bu metinlerde Kars Anlaşması’na doğrudan atıf yapılmamıştır. Çünkü Türkiye-Ermenistan sınırını belirleyen antlaşma Kars Antlaşmasıdır. AKP iç politikada içine düştüğü çıkmazı, dış politikada yaptığı yanlış girişimlerle milleti oyalamaya çalışmaktadır. Bu gidiş doğru bir gidiş değildir, dış politikadaki bu yanlışların mutlaka vahim sonuçları olacaktır. Protokole göre Ermenistan hiçbir konuda geri adım atmamıştır. Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik uluslararası hukuka aykırı politikalarını yansıtan anayasa hükümlerini değiştirmeyi dahi düşünmemektedir, bundan söz dahi edilmemiştir.
Buna rağmen Türkiye bu protokolü maalesef imzalamıştır.
Ermenistan üst yönetimi asla “yanlış” adım atmaz, attırmazlar.
Türkiye düşmanlığı her halükârda devam ediyor, edecektir de…
Bunu çekinmeden en üst düzey yönetimlerince ifade ediliyor.
Bizim yöneticilerimiz ne yapıyor?
Malum, tekrara gerek yok…
Önceliğimiz Türkiye’nin ve kardeş ülke Azerbaycan’ın milli menfaatleri olması gerekirken, Türkiye kendi iradesiyle karar verme aczine düşürülmüştür; kuru yaprak misali sonbaharın esen yellerine kapılıp sağa-sola savrulmaktadır…
Neden, ne için?
Siyasi ve ekonomik bağımlılıktan dolayı…
Yazık, çok yazık, bu millet bunu hak etmedi!
ABD Başkanı Barack Obama’nın Türkiye ziyareti sırasında, TBMM salonlarında “Ermenistan’la olan sınır kapılarınızı açın, ilişkilerinizi normalleştirin…” söylemi uyarınca, gereken yapılmış, yapılmaya devam edilmektedir…
Üstelik de bu direktifler ayakta alkışlanmıştır!
Bu hareket bile, Türkiye Cumhuriyeti Devleti için bir “zül”dür…
Diğer yandan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TBMM 2009-2010 yasama yılı açılış konuşmasında; “..milli sorunların başka devletlerin müdahalesine açık alanlar” olarak ifade etmesi, vahim bir gelişme olarak algılanmıştır.
Bunun farkında olmayan siyaset erbabı; düşünen, algılayan, sentezleyen “aydınlık” fikirli insan var mı?
(Devam edecek)
Suratlara yansıyan ifadelerin tahlili ve yorumu okuyucuya aittir…