Eritme (Asimilasyon) ve Karışmışlık

59

 

Eritme (Asimilasyon), azınlık grubunun ana grupla sosyal mesafeye dayanan özelliklerinin ve hayat tarzının hâkim (dominant) gruba uydurulması sürecidir. Asimilasyonda kültürel baskı ve zorlama aranır. Asimilasyon, azınlıkta kalan grubun değer hükümlerinin ve davranış şekillerinin çoğunluk gruba veya ev sahibi (host culture) kültüre benzetilmesi, çoğunluk kültürü içinde emilmesi, eritilmesidir. Asimilasyon farklı dil, din, örf ve âdete sahip sosyal gruplar arasında söz konusu olabilir.

Asimilasyonla birlikte kullanılan, aralarındaki fark anlaşılamayan bir kavram da uyum (accommodation) ve kültürel etkileşimdir. (cultural interaction)  Uyum, birbirlerinden farklı kültür veya kültürler söz konusu olduğu takdirde, sosyal ve kültürel bir süreç içinde baskı unsuru kullanılmadan bir nevi kültürleştirmedir. Milletleşme sürecini asimilasyon olarak anlayan görüşün sosyolojik bilgi ve birikimi eksiktir. Bizim tarihimizde asimilasyon yoktur. Bilâkis temas ettiğimiz topluluklardan, sınır kültürlerinden ve kitle kültüründen etkilenme vardır. Adeta yabancı olan her şeye açık bir pazar gibiyiz.

Türk kültür ve medeniyetini dışlayarak Anadolu’da farklı kültür sentezleri arayanların, Türksüz Anadolu ve Atatürksüz Türkiye özleyenlerin yeni anayasa yoluyla ülkeyi tanınmaz hale getirmek isteyenlerin iddiasıdır asimilasyon ve karışmışlık Eğer Türk ile başkaları karışmış ve artık Türk’ten farklı bir birleşim ortaya çıkmışsa; bu birleşimin yüzyıllardır adı yok mudur? Anadolu’da bu karışmışlık, Balkanlarda, Kafkaslarda, Avrasya’da ve Orta Doğu’da Türkçe konuşulmasını, Türk musikisini, Türk geleneksel sanatlarını (ebru, tezhip, minyatür, hat, oyma, orta oyunu vb.) Türk’e has İslâmı yaşama üslubunu (Türk Müslümanlığını), Türk mutfağını, örf ve adetlerini, kısaca Türk kültürünü bu kadar yıl sonra neden ortadan kaldıramamıştır?

Etkileşim (social interaction) başka bir şeydir; karışmışlık (amalgamation) ise başka… Harp ve barış dönemleri kültürel temasın ve etkileşimin sürdürülmesini sağlar. Bizans’tan da etkilendik; ama bu temasta kendi kimliğimizi, elbisemizi gardıroba asıp tamamen farklı bir elbise giymedik. Sosyal çevreye verdiklerimiz ve coğrafyaya vurduğumuz mühür, kalıcı, yaratıcı ve sürdürülebilir olduğu için Selçukludan Osmanlıya, Osmanlıdan da Cumhuriyete geçtik ve bu coğrafyada hâkim kültür olduk. Hâkim kültür sadece askeri ve silah gücü üstünlüğü değildir. Anadolu’ya 1071’den önce ve sonrası at üstünde dolaşan tamamen göçebe bir kültür gelmedi. Eğer öyle olsaydı; Selçuklu Anadolu’da bir asır içinde eriyip gidebilirdi.

Bundan dolayı Türkiye’de hâkim kültür ve medeniyet Türk damgasını taşır. Hâkim kültür korur, kollar, yaşar ve yaşatır; kendine rakip görmez. Bu hâkim kültür anlayışıdır ki; bizim dışımızdaki kültür ve medeniyetleri korumayı ve hoşgörüyü bir görev bilmemize sebep olmuştur.

Anadolu’da Müslüman ve Hıristiyanlar zannedildiği gibi karışmamış; nüfus sayımlarında “müslim” ve “gayrimüslim” ayırımı yapılmıştır. Müslümanlığı kabul eden nüfus ise; zannedildiğinden daha azdır ve herhalde en azından Anadolu’ya 1071’den önce ve sonra gelen, hem göçebe, hem de yerleşik özelliklere sahip Türk nüfusun üçte biri bile değildir. Hıristiyan nüfus içinde Türklerin de bulunduğunu hesaba katarsak; bu tahminler ve yakıştırmalar daha da zor duruma düşer. İhtida edip Müslümanlığı seçip dolayısıyla Türk kimliğini kabul etmiş insanlara dün de bugün de “Sen Türk değilsin” denmemektedir.

Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi 1071’den daha öncedir. 1071 öncesi Anadolu’da Müslüman ve Hıristiyan Türkler de mevcuttu. Sümerler, Hazarlar ve Kıpçak Türklerini yok mu farz edeceğiz? Ancak, 1071 kabul edilse bile; Pontus’un ortadan kalkışı 1464’tür. 1924 yılında Yunanistan ile nüfus mübadelesine gidilmiş; karışmamış Hıristiyan Rumlarla Yunanistan’daki Müslüman Türk nüfus mübadele edilmiştir. Eğer bir karışmışlık söz konusu olsaydı; en azından diğer örneklerde olduğu gibi bu mübadeleye ihtiyaç kalmazdı. Bir taraftan karışmışlıktan bahsedip diğer taraftan Türklüğü laboratuar kayıtlarına alıp çeşitli tahlillerle Türk olmayan Türkleri keşfetmeye çalışanların, ortaya çıkan kültürel süreci içlerine sindiremeyenlerin, ilkel etnik ırkçılıktan medet ummaları, biyolojik gerekçelere tutunmaları bir çelişki değil midir?

Ayrıca Irak’ta, Kosova’da, Kerkük’te, Suriye’de, Doğu Türkistan’da, Kırım’da daha birçok Türk bölgelerinde Türk’e karşı eritme örnekleri görülmüştür. Yer adları değiştirilmiştir. Üsküp’ü Skopa yapanlar Hıristiyanlar mı? Balkanlarda aynı ümmete mensup olduğumuz sözde kardeşlerimiz Osmanlı- Türk eserlerini, camilerini yıkmadılar mı? Kosova bunun canlı örneği değil mi? Demek ki, aynı ümmete mensup olmak yetmiyor. Batı Trakya’da Türkün adı -tutmasa da- Yunanlı Müslüman yapılmadı mı? Milli kimliği reddederek daha çok İslâmi olamazsınız. Bunlar birbirine rakip de değillerdir.

Asimilasyon suçlamasının yapıldığı bir ülkede sağın ve solun ihanet odakları bugün anayasadan Türk kimliğini ve Türk Milleti ifadelerini çıkarmak istiyorlar. Eritmenin olduğu bir yerde Kürtçü ırkçılık olabilir miydi? Etnik ırkçılığa merak salan bir takım dernekler kendi kaderlerini tayin etmeye talip olabilirler miydi?

 


Jary D. ve J., Dictionary  of Sociology, Collins, Glasgow, 1991, sh. 32

 

 

Önceki İçerikEmre Belozoğlu Juventus’ta!..
Sonraki İçerikTürk Dünyasında Misyoner Faaliyetleri
Avatar photo
1944 İstanbul doğumludur. Orta Öğrenimini Maarif Kolejinde, yüksek öğrenimini İktisadî ve İdari Bilimler Yüksek Okul'unda tamamlamıştır. 1967'de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne asistan olarak girmiştir. Ord. Prof. Dr. Z.F. Fındıkoğlu'na asistanlık yapmıştır. 1972'de "Bölgelerarası Dengesizlik" teziyle doktor, 1977'de "Orta Teknik Eğitim-Sanayi İlişkileri" teziyle doçent, 1988'de de profesör olmuştur. 1976 Haziranında yurt dışına araştırma ve inceleme için giden Erkal 6 ay Londra ve Oxford'ta inceleme ve araştırmalar yapmış, Doçentlik hazırlıklarını ikmal etmiştir. 1977 yılında hazırladığı "Orta Teknik Eğitim-Sanayi İlişkileri" isimli Eğitim Sosyolojisi ve Eğitim Ekonomisi ağırlıklı tezle Doçent olmuştur. 1988'de Paris'de, 1989'da Yugoslavya Bled'de yapılan milletlerarası UNESCO toplantılarında ülkemizi birer tebliğle temsil etmiştir. 1992 Yılında Hollanda'da yapılan Avrupa Konseyi'nin "Avrupa'da Etnik ve Cemaat İlişkileri" konulu toplantısına tebliğle katılmıştır. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi dışında dönem dönem Harp Akademilerinde, Gazi Üniversitesi'nde, Karadeniz Teknik (İktisadi ve İdari Bilimler Yüksek Okulu) ve Marmara Üniversitelerinde de derslere girmiştir ve konferansçı olarak bulunmuştur. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat Bölümü ve İktisat Sosyolojisi Anabilim Dalı Başkanı, Metodoloji ve Sosyoloji Araştırmaları Merkezi Müdürü, İstanbul Üniversitesi Senato Üyesi, Aydınlar Ocağı Genel Başkanı ve İstanbul Türk Ocağı üyesi olan Prof. Dr. Erkal'ın yayımlanmış ve bir çok baskı yapmış 15 kitabı ve 700 civarında makalesi vardır. Halen Yeniçağ Gazetesi'nde Pazar günleri makaleleri yayımlanmaktadır. Prof. Dr. Erkal evli ve üç çocukludur. Dikkat Çeken Bazı Kitapları : Sosyoloji (Toplumbilimi) (İlaveli 14. Baskı), İst. 2009 Orta Teknik Eğitim-Sanayi İlişkileri, İst. 1978 Bölgelerarası Dengesizlik ve Doğu Kalkınması,(2. Baskı), İst. 1978 Sosyal Meselelerimiz ve Sosyal Değişme, Ankara 1984 Bölge Açısından Az Gelişmişlik, İst. 1990 Etnik Tuzak, (5. Baskı), İst. 1997 Sosyolojik Açıdan Spor, (3. Baskı), İst. 1998 İktisadi Kalkınmanın Kültür Temelleri, (5. Baskı), İst. 2000 Türk Kültüründe Hoşgörü, İst. 2000 Merkez Binanın Penceresinden, İst. 2003 Küreselleşme, Etniklik, Çokkültürlülük, İst. 2005 Türkiye'de Yolsuzluğun Sosyo-Ekonomik Nedenleri, Etkileri ve Çözüm Önerileri (Ortak Eser), İst. 2001 Ansiklopedik Sosyoloji Sözlüğü (Ortak Eser), İst. 1997 Economy and Society, An Introduction, İst. 1997 Yol Ayrımındaki Ülke, İst. 2007 Yükseköğretim Kurumlarının Bölgelerarası Gelişme Farklılıkları Açısından Önemi ve İşlevleri, İTO, İst. 1998 (Ortak Araştırma)