Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet İnbaşı; Evlad-ı Fâtihan Diyarı Balkanları anlatıyor

127

GİRİŞ:
Anadolu Selçuklu Devleti’nin Moğol baskısı altında kalması, hudut bölgelerinde bulunan uç beylerine daha serbest hareket etme imkânı sağlamıştı. Bunlardan birisi olan ve Karacadağ, Söğüt, Domaniç havalisinde faaliyet gösteren Kayı Aşireti’nin reisi olan Osman Bey, kısa sürede müstakil olarak hareket etmeye başlamıştı. Faaliyet sahası olarak Bizans’ın Bitinya’daki (*) topraklarını kendisine hedef seçen Osman Bey, elde etmiş olduğu bölgelerde kendi adını taşıyacak olan Beyliği’ni kurmuş ve kısa sürede bu devletin aleyhine topraklarını genişletmişti.
14. yüzyılın başlarında, Osmanlıların büyük bir güç olarak ortaya çıkışı, Anadolu tarihinin önemli olaylarından birisidir. Nitekim bu hususla ilgili olarak çağdaş müelliflerden Nikeforos Gregoras, ‘Bizans İmparatorluğu doğu bölgesini görmezlikten geldiği için, Bitinya (*) bölgesindeki birçok şehir ve bölge, Türklerin eline geçti.’ demektedir.
Bu sırada Osmanlıların bölgede bir güç olarak ortaya çıkmasında, dış şartlar bakımından önemli gelişmeler meydana gelmiştir. Bunlar; İran ve Anadolu’da hâkim İlhanlı Devleti’nin çöküşü, Türkmen Beyliklerinin yükselişi, Latin koloni devletlerinin 1204-1320 döneminde siyâsi-ekonomik baskısı sonucu Bizans’ın çöküşü ve Rumlar arasında Kantakuzenos gibi Türklerle işbirliği yapmak isteyenlerin ortaya çıkması, Bizans’taki saltanat mücadelesi, 1396’ya kadar batı Hıristiyan âleminde Haçlı Seferi organizasyonunun yapılamaması, Batı Anadolu’daki Türkmen Beyliklerinin özellikle Aydınoğulları Beyliği’nin yükselişi ve Orhan Bey ile temasa geçmesi, Balkanlarda Sırp ve Bulgar devletlerinin parçalanması ve Osmanlıların 1352’den itibaren Venedik ve Latinlere karşı Cenevizlilerle ittifak kurmalarıdır.
Özellikle Moğol etkisinin çok az hissedildiği Antalya-Sinop hattının, başka bir ifadeyle Kızılırmak’ın batısındaki bölgede bulunan ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin etkisini kaybetmesiyle filizlenen Türkmen Beylikleri içinde, Osmanlıların müstesna bir yeri vardır. Nitekim fütuhat bölgesine açık olması sebebiyle, Anadolu’da bulunan gaziler, öncelikle geçimlerini temin etmek, arkasından gazâ hareketlerinde bulunmak maksadıyla, Marmara uç bölgesine yoğun bir şekilde göç etmeye başladılar. Bu durum yeni fetih bölgeleri aramalarına sebep olmuştur.
Prof. Dr. MEHMET İNBAŞI
Oğuz Çetinoğlu: Osmanlıların Rumeli’ye geçiş ve ilk fetihler hakkında bilgi lütfeder misiniz Hocam?
Prof. Dr. Mehmet İnbaşı: Osmanlı kuvvetleri, ilk defa 1321’de Mudanya’yı aldıktan sonra, Marmara Denizi kıyılarına ulaşarak Rumeli ile karşı karşıya gelmişlerdir. Zaman zaman da Bizans’ı tazyik maksadıyla küçük gruplar halinde Rumeli’ye geçiş yapmaları, Türklerin Rumeli’yi görmelerine ve tanımalarına imkân sağlamıştır.
1341 yılında Bizans İmparatoru 3. Andronikos’un vefatı ile tahta geçecek olan oğlu 5. Ionnes Paleologos’un çok küçük yaşta olması sebebiyle, kendisine vasi olarak tâyin edilen Domestik Kantakuzenos, kısa bir süre sonra iktidarı ele geçirebilmek için faaliyete girişmişti. Kantakuzenos ile meşru vâris Ionnes arasında başlayan saltanat mücâdelesinden Türkmen Beylikleri, özellikle de Osmanlı Beyliği istifade etmiştir. Çeşitli beyliklere mensup Türkler, paralı asker veya müttefik sıfatıyla Bizans’ın saltanat mücâdelesinde tam anlamıyla taraf oldular. Kantakuzenos, önce Aydınoğlu  Umur Bey (*), onun da tavsiyesi üzerine Orhan Bey ile temasa geçerek rakiplerine karşı üstünlük elde etmiştir.
Orhan Bey ile olan bu dostluk ve ittifak, Kantakuzenos’un kızı Theodora ile evlenmesiyle daha da artmıştır. 1345 baharından beri Osmanlılar, Kantakuzenos’un müttefiki olarak Balkanlarda faaliyette bulunmaya başlamışlardır. Bu dönemde Karesi Beyliği’nde (*) meydana gelen iç karışıklıklardan istifade eden Orhan Bey, bu mücâdeleye müdahale etmiştir. Böylece 1345’te Karesi (*) ilhakının Osmanlıların Rumeliye geçişini hızlandırdığı, hatta onların Rumeli’de gün geçtikçe ilerleyecek fütuhatlarına önemli bir zemin hazırladığı görülmektedir. Süleyman Paşa (*), Rumeli’ye geçişin gerek hazırlık safhasında gerekse sefer sırasında Karesi Beyliği (*) ümerâsından olup, Osmanlı kaynaklarında Adan Bey’in hizmetinde bulundukları belirtilen Ece Bey (*), Fâzıl Bey (*), Evrenos Bey (*) ve Hacı İlbeyi (*) gibi beylerin yardım ve desteklerini görmüştür.
Çetinoğlu: Osmanlıların Balkanlardaki devletlerle ilk teması ne zaman ve nasıl başlamıştı?
İnbaşı: Osmanlıların Balkanlar’daki devletlerle ilişkileri, 1340’lı yıllara kadar dayanmaktadır. Bu tarihte Bizans İmparatoru’na rakip olarak çıkan Sırp kralı Stephan Duşan, Makedonya’yı elde ettikten sonra İstanbul’u ele geçirmek için Orhan Bey’e bir heyet göndererek anlaşma teklifinde bulunmuştu. Orhan Bey, menfaatlerine ters düştüğü için bunu dikkate almamıştı. Bizans’taki taht mücâdeleleri sırasında Stephan Duşan, çıkarlarına uygun olarak Bizans İmparatoru V. Paleiologos’u, Osmanlılar ise belirtildiği üzere, tahtı elde etmek isteyen Kantakuzenos’u desteklemişlerdir. Böylece 1352’de Rumeli’ye adım atan Osmanlılar, Bizans’ın içinde bulunduğu durumdan istifâde ile kısa sürede bölgedeki faaliyetlerini genişlettiler. Gelibolu Yarımadası’nda şehirlerin etrafındaki bölgelere yerleşen Türk kuvvetlerinin başında bulunan Süleyman Paşa (*) ile ilgili olarak Gregoras, ‘Bir Osmanlı kolonisinde bulunuyormuş veya kendi öz yurdunda imiş gibi davranıyordu.’ Demektedir. Aynı yıl içerisinde, Cenevizliler (*) Türk birliklerini gemileriyle Avrupa’ya taşıdılar. Ekim 1352’de Türkler, Edirne’nin güneyindeki Pythion’da Sırpları yenilgiye uğrattılar. Bu sırada Kantakuzenos’un kuvvetleri arasında Katalanlar (*) ile birlikte Türkler de vardı. Orhan Bey ile Cenevizliler (*) arasında yapılan antlaşmayı Kantakuzenos de kabul etmek mecburiyetinde kaldı. Osmanlıların desteği ile bu savaşı kazanan Kantakuzenos, tahtı elde etmiştir. Bu hadiseden sonra Sırplar, Osmanlılara karşı bir Haçlı Seferi teşebbüsüne girişmişler, ancak 1355’de Kral Duşan’ın ölümü, bu faaliyeti sonuçsuz bırakmıştır. Böylece Kantakuzenos, kendisine bağlı olmadığını düşündüğü şehirleri gözetmek veya Bulgarlar ile Sırpları tehdit etmek için Türk birliklerini kullanmaya devam etti.
Çetinoğlu: Osmanlılar, Kantakuzenos’u desteklemiş olmalarının karşılığını alabildiler mi?
İnbaşı: Kantakuzenos, Orhan Gazi’nin yardımlarına karşılık Rumeli’de bir üs olarak Çimpe (*), Çimbi (Cinbi) / Tsympe Kalesi ve civarını Osmanlılara verdi. Böylece 1352’de Kantakuzenos’un müttefiki olarak Çimpe Kalesi’ne (*) yerleşen Süleyman Paşa (*), burasını Balkanlarda yayılma için önemli bir köprübaşı olarak teşkilatlandırdı. Anadolu’dan getirttiği kuvvetleri yerleştirdi ve böylece Osmanlı Rumeli’sinin çekirdeği kurulmuş oldu.
Çetinoğlu: Sonraki gelişmeler nasıl oldu?
İnbaşı: Osmanlı kuvvetlerinin Çimpe Kalesi’ne (*) yerleşmesinden sonra, 1-2 Mart 1354’te meydana gelen depremde, surları yıkılan Gelibolu Kalesi ile etraftaki kasaba ve köyler, Türk kuvvetleri tarafından fethedildi.  Kısa sürede Süleyman Paşa (*), Anadolu’dan getirttiği kuvvetleri, boşalan bu yerlere iskân ederek Gelibolu’da önemli bir askerî üs oluşturdu. Gelibolu’nun fethinden sonra Süleyman Paşa (*), Rumeli’de sağ, orta ve sol kolda olmak üzere uçlar teşkil ederek fetih hareketlerini organize etmiştir.
Kantakuzenos, bu Türk ilerlemesi karşısında, Orhan Bey’e haber göndererek elde ettiği yerleri para karşılığında iade etmesini teklif etti. Ayrıca kendisi ile İzmit’te görüşmek istediğini bildirdi.
Çetinoğlu: Orhan Bey teklifi reddetmiş olmalı…
İnbaşı: Orhan Bey, kendisine ittifak karşılığı verilmiş olan Çimpe Kalesi’ni (*) on bin altın karşılığında iade edebileceğini, ancak Gelibolu ve diğer kalelerin kendi kuvvetleri tarafından fethedildiğini, bu sebeple de iadesinin mümkün olmadığını bildirdi. Bu sırada Süleyman Paşa (*), Malkara, İpsala ve Vize taraflarını ele geçirdi. 1357’de Süleyman Paşa (*) vefat etti.
Çetinoğlu: Süleyman Paşa’nın (*) vefatı ile fetihlerde duraklama oldu mu?
İnbaşı: Rumeli fütuhatı bir müddet yavaşladı ise de, Orhan Bey’in diğer oğlu Şehzade Murad ve Karesi (*) beylerinden Evrenos (*) ve Hacı İlbeyi (*) gibi komutanların gayretleri neticesinde, yeniden hız kazanmıştır. Ancak erken dönem Osmanlı Vekâyinâmeleri (*), Rumeli’deki fetihlerde Karesi (*) Türklerinin etkisinden ziyade, Süleyman Bey’in (*) kabiliyetleri üzerinde durmaktadırlar.
Çetinoğlu: Balkan fetihlerinin gelişme dönemleri ne zaman başladı, nasıl hızlandı?
İnbaşı: Sultan Birinci Murad’ın saltanatının ilk yıllarında Edirne, 1361’de fethedildi. 4 yıl sonra da devlet merkezi buraya nakledildi. Osmanlı hükümdarı, Meriç Vâdisi (*) boyunca hareketle 1363’de Filibe’yi (*) zaptetmiş ve Bizans’ı nüfuzu altına almıştı. Edirne’nin fethinden sonra uçlarda biriken Türkmenlerin Rumeli’ye geçişleri hızlandırıldı. Balkanlar’daki Türk ilerlemesine karşı Bizans, Papa’dan yardım istemiş ve 5 Aralık 1366’da Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleştirilmesi ile bir Haçlı Seferi düzenleme teşebbüsüne girişilmiş, fakat bundan bir netice elde edilememiştir. 26 Eylül 1371’de meydana gelen ve İkinci Meriç veya Çernomen denilen muharebede, Sırp kralı ve müttefikleri, Osmanlılar tarafından mağlup edilerek Vukaşin ile Uglyeşa öldürülmüştü. Çirmen (*) Zaferi’nden sonra Batı Trakya’nın, müteakiben Makedonya’nın zaptı da mümkün olmuştur. Buna karşılık Macar Kralı Layoş, Osmanlılara karşı bir Haçlı Seferi düzenleme arzusunu açıkça belirtmesine rağmen bunu, Bulgaristan ve diğer Hristiyan devletleri aleyhine olarak topraklarını genişletme maksadıyla kullanmak istediğinden, sonuç alınamamıştır. 1371’den itibaren Osmanlı tehdidi, batı için tehlikeli bir boyut aldı. Batı Hıristiyan dünyasında papanın öncülüğünde, bir Haçlı Seferi düzenlemek için pek çok görüşme ve pazarlıklara rağmen neticesiz kalmıştır.
Evrenos Bey (*) ve Halil Hayreddin Paşa’nın (*) başarılarından sonra, Vardar Nehri (*) vadileri Osmanlı kuvvetlerine açılmış ve Vardar’ın  (*) doğusu Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. 1372’de Köstendil (*), 1380’de Vardar’ın (*) sol sâhilindeki İştip (*), 1382’de Manastır (*) ve Pirlepe (*) ve 1385’te de Ohri (*) fethedildi. Bulgaristan taraflarında da 1385’de Sofya, 1386’da Niş’in fethinden sonra artan Türk baskısını önlemek için bu dönemde Sırp Devleti’ni yeniden kuvvetlendiren Lazar, harekete geçerek Ploşnik’de önemli bir Türk kuvvetini mağlup etti. 1389’a gelindiğinde bile, Osmanlı tehdidinin ciddiyetinin farkına varmalarına rağmen Batı Hıristiyan âlemi, problemleri ve ticarî kaygıları ile fazlasıyla meşgul, kendi aralarında bölünmüş durumdaydılar. Buna rağmen Ploşnik (*) başarısı, Balkan devletlerini ümitlendirmiştir. Bu sebeple Sırp ve Arnavutların çoğunlukta olduğu Balkan devletlerinden oluşan bir ittifak kurulmuştu.
Sultan 1. Murad, ordusunun başında İhtiman, Sofya, Köstendil (*), Kratova yoluyla Priştine’ye (*) hareket edip, öncü kuvvetlerin komutanlığına, Gazi Evrenos Bey (*) ile Paşa Yiğit Bey’i (*) tâyin etmiştir. Öncü kuvvetlerini müteakiben esas Osmanlı Ordusu da Priştine’nin hemen güneyindeki Kosova’ya gelerek düşman karşısında tertibat aldı. Tarihlere Birinci Kosova (Kosovo-Polje) Savaşı olarak geçen bu harpte, Osmanlı Ordusu büyük bir zafer kazanarak Sırp Kralı ile müttefiklerini mağlup etmiştir. Sultan Murad, savaş sonunda muharebe alanının gezerken, padişaha bir elçi gibi yaklaşan Miloş Obiliç adında bir Sırplı tarafından şehit edilmiştir.
Çetinoğlu: Birinci Murad’ın şehâdeti sebebiyle fetihlerde yeni bir duraklama dönemi yaşandı mı?
İnbaşı: Daha da hızlandı. Sultan 1. Murad’ın şehadetinden sonra, Osmanlı tahtına oğlu Yıldırım Bayezid geçmiştir. Kazanılan Kosova Zaferi’nden (*) sonra başlayan ve Güney Balkanlar’da genişleyen Türk fetihleri, Makedonya, Sırbistan, Arnavutluk ve Bosna’ya kadar uzanmıştır. Yıldırım Bayezid, 1390 yılının baharında Timurtaş Paşa’yı (*) Lazar ilinin zaptına gönderdi. Aynı zamanda Evrenos (*) ve Paşa Yiğit Beyler  (*) de bölgede fetih yapmakla görevlendirildi. Bu hususta Hadîdî’de (*) manzum bir kayıt bulunmaktadır. Buna göre;
‘Cülus eyledi tahta Yıldırım Han
Atasının yirinde oldu sultan
Karatova gümüş madenlerini
Cevahir toptolu mahzenlerini
Paşa Yiğit Beyi Üsküp’e (*) saldı
Vidin etrafını Firuz Bey aldı.’
şeklinde bilgiler yer almaktadır.
Burada da belirtildiği gibi Üsküp (*), Yıldırım Bayezid zamanında Paşa Yiğit Bey (*) tarafından fethedilmiştir. Osmanlı müellifleri fetih hâdisesinden bahsetmekle beraber, fethin tam olarak tarihini vermemektedirler. Batılı müellifler ise, şehrin fethini 6 Ocak 1392 olarak göstermektedirler.
Çetinoğlu: Fetihler karşısında Hıristiyanların karşı koyma hazırlıkları olmadı mı?
İnbaşı: Batı Hıristiyan âleminde, Balkanlardaki Türk ilerlemesine karşılık, 1396’da yeni bir hareket meydana gelmiştir. Ancak 1396’da Niğbolu’da (*) meydana gelen savaşta, Osmanlıların galip gelmesine rağmen, Konstantinopolis üzerindeki baskı geçici bir süre için kaldırılmış oldu. Osmanlılar, 1402 Ankara Savaşı’nda (*) Timur’a karşı koyamayarak mağlup oldular. Bu sırada Venedik ve Ceneviz gemileri, kalan Türk kuvvetlerini Avrupa’ya taşıyarak güvenliklerini sağladılar.
Çetinoğlu: Osmanlı’da fetret dönemi (*) başladıktan sonra Balkan fetihlerindeki gelişmeler nasıl oldu?
İnbaşı: 1403’te de, Bayezid’in oğlu Süleyman Çelebi ile ittifak kurmaktan ve O’nu desteklemekten geri kalmadılar. Latinlerin ve Hıristiyan âleminin duyarsızlığından yakınan Luttrell bu durumu, ‘Verilen tavizlerin ardından Latinler, Osmanlıları Levanten (*) dünyasının ayrılmaz bir parçası olarak görmeye başladılar ve onu sürekli koruma yolunu seçtiler.’ Şeklinde ifâde etmektedir. Luttrell’in bu şekildeki ifâdesine rağmen, Osmanlıların elde ettikleri arazinin stratejik konumu, Çanakkale Boğazı’na hâkim olmaları ve Karadeniz’e açılan ticaret kolonilerini kontrol etmeleri sebebiyle, Avrupalı Hıristiyan devletler özellikle de, İtalyan devletlerinden Venedik ve Ceneviz, ticarî menfaatlerini, çoğu defa kurulacak bir Haçlı ittifakına tercih etmişlerdir. Bu durum, Osmanlıların lehine bir gelişme olmuştur.Osmanlılar, Balkanlarda üç koldan ilerlemelerini devam ettirdiler. Güneyde Arnavutluk ve Adriyatik kıyılarına, Yunanistan ve Selanik’e, kuzeyde Bulgaristan ve Sırbistan üzerinden Belgrad’a kadar ulaştılar. Balkanların fethi, 14. yüzyıl ortalarından yüzyıl sonuna kadar çok kısa bir sürede gerçekleşti. Şayet Timur tehlikesi ortaya çıkmasaydı, Balkanların fethi çok daha çabuk olacaktı.
Çelebi Mehmed (1413-1421) zamanında Balkanlarda yapılan fetihlerde bir duraklama olmasına rağmen, Sultan 2. Murad, tekrar bu hususa ağırlık vermiştir. Sırbistan, Arnavutluk ve Macarlarla olan mücâdeleler neticesinde pek çok başarılar elde edilmiştir. Bizans’ın ikinci büyük bir kenti olan Selanik bu sırada fethedilmiştir. Varna ve 2. Kosova zaferleri (*) ile artık Osmanlılar, Balkanların en büyük hâkimi olmuşlardı. Fatih’in Bizans’ın merkezi olan İstanbul’u 1453’te fethetmesi, kendisini Bizans’ın meşru vârisi ilan edip önceki Bizans topraklarını ele geçirmek için faaliyete geçmesi, Balkanlardaki hâkimiyeti daha da kuvvetlendirilmiştir. Mora, Bosna, Arnavutluk, Ege adaları ve hatta Belgrad’ın muhasarasına kadar uzanan fetih hareketi, Fatih’in son dönemlerinde Pulya seferi ile İtalya’ya uzanmıştır.
Çetinoğlu: Fatih Sultan Mehmed Han’ın vefatı ile İkinci Beyazıd Han dönemine geliyoruz…
İnbaşı: 2. Bayezid’in Boğdan Seferi ile Osmanlı hâkimiyeti Romanya’ya kadar ulaşırken, Modon ve Koron’un ele geçirilmesi ile Mora’nın fethi tamamlanmıştır.
Çetinoğlu: Babasının yerine Osmanlı tahtına oturan Yavuz Sultan Selim Han döneminde Balkanlarda önemli bir gelişme olmadı değil mi?
İnbaşı: Olmadı. Avrupa’daki Osmanlı hâkimiyeti, Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatı zamanında Rodos ve Belgrad’ın fethi ile yeniden başlamış, Macaristan’ın hâkimiyet altına alınması, Viyana ve Malta muhasaralarına kadar çok geniş bir yelpazede devam etmiştir. 16. yüzyılın sonuna kadar diğer hükümdarlar zamanında küçük çaplı da olsa bazı başarılar elde edilmiştir.
Çetinoğlu: Osmanlı Devleti, fethettiği Rumeli topraklarında nasıl bir iskân politikası uyguluyordu?
İnbaşı: Orhan Bey zamanında Rumeli’de başlayan fütuhat hareketi, Osmanlıların kuracakları imparatorluk için en önemli olaydır. Nitekim Osmanlı cihan devleti bir Balkan devleti olarak doğdu ve gelişti. Türklerin Balkanlara geçişi ile ilgili olarak kaynaklarda verilen bilgiler, günümüz tarihçileri tarafından çeşitli şekillerde yorumlanmaktadır. Bunun sebebi, birincil kaynakların olmamasıdır. İnalcık’ın da belirttiği gibi, bu konuda yorum yapabilmek için Âşıkpaşazâde’nin (*) çok iyi bir şekilde irdelenmesi ve bunun üzerine, Bizans kaynaklarının da konularak toponomi (*) araştırması yapılması gerekmektedir.
Çetinoğlu: Balkanların fethi konusunda İlber Ortaylı’nın ilgi çekici değerlendirmeleri var…
İnbaşı: Evet! Ortaylı; ‘Colin Imber’in Rumeli’ye geçişle ilgili söylediklerinin ilmî bir dayanağı yoktur. Çünkü gerçekle ilişkisi olmadığını tespit için, hakikaten gerçeği nakleden verileri bulmanız lazımdır. Oysa Colin Imber, o sahayı gezmemiştir. Yani vekâyinâmelerdeki nakilleri, dönemleri sınayacak bir saha araştırması yapmamıştır. Yapıldıkça bazı şeylerin doğru olduğu anlaşılıyor Yani Halil Beyin ve öbür genç arkadaşların yaptığı toponomi araştırmalarından vekayinâmelerin (*)  bazı anlattıklarının gerçek olduğu anlaşılıyor… Rumeli’ye geçişle ilgili olarak kaynaklarda yer alan olay, menkıbedir. (*) Bunun da yaşatılması gerekir. Çünkü menkıbe (*), milletlerin tarihinde hoş şeyleridir… Yapılan araştırmalar, Rumeli’ye geçişin hiç de kolay olmadığını, bir dizi olaylara ihtiyaç duyulduğunu, İtalyan şehirleri ile Bizans’taki iç karışıklıklar sonucu gerçekleştiğini, üstelik Gelibolu’da bir depremin lazım geldiğini biliyoruz.’ şeklinde, Rumeliye geçişle ilgili olarak şarkiyatçıların yaptıkları tenkitlere cevap vermektedir.
Çetinoğlu: Osmanlı’da Fethedilen toprakların iskânı meselesi nasıl hallediliyordu?
İnbaşı: Osmanlılar, yeni fethedilen yerlerin güvenliğini sağlamak amacıyla iyi hazırlanmış bir iskân ve toplu sürgün yöntemi kullanmışlardır. Başıboş göçebeler veya bir köyün ve kasabanın problemli halkı, Osmanlı Devleti’nin uzak bir bölgesine kaydırılırdı. Fetihlerin devam ettiği ilk yıllarda Osmanlılar, Anadolu’nun her tarafından akın akın kendi topraklarına gelen Müslüman Türk halkın, Balkanlara gönüllü göçünü sürekli teşvik etmiştir. Nüfus fazlasını yerleştirme amacının yanı sıra, askerî ve malî şartlarda, bu iskân politikasını mecburî kılıyordu. Ordunun büyük bir kısmını  azab (*) ve yaya adlarıyla, şehirlerden ve köylerden askere alınan Türklerin oluşturduğu Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde, Türk nüfusun askerî açıdan büyük bir önem taşıdığı muhakkaktır.
Çetinoğlu: Osmanlı’nın iskân politikası ile ilgili bilgilere kayıtlarda rastlayabiliyor muyuz?
İnbaşı: Süleyman Paşa’nın (*) Gelibolu’ya yerleşmesinden sonra, fethettiği yerlerde emniyeti temin etmek maksadıyla Anadolu’dan Türkmenler getirterek iskân ettirdiği bilinmektedir. Bununla ilgili olarak kaynaklarda benzerlik arzetmekle birlikte pek çok kayıt bulunmaktadır. Bu kaynaklardan ilki olan Âşıkpaşazâde’de; (*)
‘Gaziler geçdi kâfir mülküne hoş
Nice kâfir sarayı etdiler boş
Çün Rumiline geçdi Müsülmân…
Atası Orhan Gazi’ye haber gönderdi kim devletinle himmetinle Rum ili feth olunmağa sebeb olundı. Kâfirler gayet zebundur, imdî şöyle malum ola kim, bu tarafdan feth olunan hisarlara vilâyetlere ehl-i İslamdan çok âdem gerekdir. Bu feth olan hisarlar içün içine komağa ve hem yarar gaziler gönderin. Orhan Gazi dahi kabul etdi. Vilâyetine göçer Arab evleri gelmiş idi. Anları sürdi Rum-iline geçirdi. Birinci zaman Gelibolı nevâhisine sakin oldılar…’ 
Şeklinde yer alan kayıtlardan Süleyman Paşa’nın (*) iskân faaliyeti hakkında bilgi edinmek mümkündür.
Benzer bilgiler diğer kaynaklarda da yer almaktadır. Bunlardan Hadîdi’de;
‘…Bir iki gün içinde daşınub er
İki binden ziyade geçdi leşger, …
Hem alduk Rumeli’nin üç hisarın
Tekturtağı, Gelibolı diyarın,
Gaza içün bize leşger gerekdür.
Hisarın hıfzı içün er gerektür…’
Şeklinde manzum bir kayıt yer almaktadır.
Aynı şekilde Neşrî’de (*) de;
‘…Süleyman Paşa (*) Rum-ili’ne geçti, evvel atası Orhan Gazi’ye haber gönderdi kim devletli sultanımın himmetiyle Rum-ilini fethetmeye sebep olundu. Küffarın gayrette zebunluğu vardır dedi. Ve bu tarafta feth olan hisarlarda konmağa çok âdem gerek. Lütf edip yarar yoldaş gönderesiz dedi. Orhan Gazi dahî bu sözü işitip ferahnak oldu. Karesi (*) vilâyetinde göçer arab olurdu. Göçer evlerle gelmişlerdi. Anda olurlardı. Anları Orhan Gazi sürüp, Rumiline geçirdi. Bir zaman Gelibolu nevâhisinde sâkin oldular… Yevmen fe-yevmen durmadan feth içinde oldular. Ve bu taraftan Karesi (*) vilâyetinin halkı dahi gelir oldular ve gelenler yurt tutup gazâya meşgul oldular…’
Şeklinde yer alan kayıt, Âşıkpaşazâde’nin (*) verdiği bilgilerle hemen hemen aynıdır.
Diğer kaynaklardan Lutfi Paşa, Anonim Tevârih-i Âl-i Osman ve Kâtib Çelebi’de de benzer bilgiler yer almaktadır. Süleyman Paşa’nın (*) 1357’de vefatından hemen sonra da, Rumeli’ye göç devam etmiş, Rumeli’deki uç güçlenmiştir. Orhan Bey’in oğlu Süleyman (*) için Bolayır’da yaptırdığı imarete ait 1360 yılına ait vakfiyede, bu bölgede Türkçe adlar taşıyan birçok köy ve çiftliğin kurulduğu görülmektedir. Yunan kaynakları da bu göçü doğrulamaktadır.
(Prof. Dr. MEHMET İNBAŞI RÖPORTAJININ BİRİNCİ BÖLÜMÜNÜN SONU. İKİNCİ BÖLÜM YARIN VERİLECEKTİR.)

Önceki İçerikTehlikeli Oyun
Sonraki İçerikKarşı Devrim
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.