Erasmus Programı, Avrupa Birliği ülkelerinin yüksek öğretim kurumlarında, Avrupalılık bilincini yaymak ve geliştirmek için 1987 de kurulmuş. Programın en önemli hedefi, Avrupa’da yüksek öğrenimin kalitesini arttırmak, Avrupa ülkelerinde yaşayan farklı kültürler ve yaşam biçimleri hakkında bir farkındalık inşa etmek ve hoşgörü kültürünü kurumsallaştırmaktır.
Program kapsamında, Türkiye’den Avrupa Birliği ülkelerine her yıl çok sayıda öğrenci ve akademisyen gitmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinden de Türkiye’ye istenen seviyede olmasa da akademisyenler ve üniversite öğrencileri gelmektedir. Öğrenci, akademisyen dolaşımı ve ortaklık projeleriyle, kültürler arasında hoşgörü ve tanınırlık sağlanmaya çalışılmaktadır.
Program, aynı zamanda ders kitaplarında, yer alan, önyargılı yüklemelerin çıkartılmasını önermektedir. Türkiye bu amaçla ilk ve orta öğretim müfredatında önemli bazı değişiklikleri de yapmış bulunmaktadır. İngilizlere, Almanlara, Fransızlara ve belli başlı Avrupa milletlerine karşı daha hoşgörülü olmamız istenmektedir.
Öte taraftan, Birlik üyesi ülkelerde, yabancı düşmanlığı gittikçe artmaktadır. Türk ve Müslüman düşmanlığı körüklenmektedir. Hoşgörüyü yaygınlaştırma programı olarak bilinen bir dizi uygulama sadece resmiyette kalmaktadır. Hoşgörüye karşı hoşgörüsüzlük gittikçe artmaktadır. Bu durumun sebepleri hakkında ayrıntılı düşünmek gerekir. Konu samimiyete indirgenemeyecek kadar karmaşıktır.
Konuya Erasmus programının isminden başlayalım. Erasmus veya meşhur ismiyle söylersek Desiderius Erasmus, 1465-1536 yılları arasında yaşamıştır. Rotterdamlı Erasmus olarak da bilinmektedir. Hümanizmin ve Rönesansın belli başlı öncülerinden kabul edilmektedir. Aydınlanma sürecini ve çağdaş Batı uygarlığını felsefi manada besleyen birisi olarak da bilinmektedir. Kendisi bir Hıristiyan ilahiyatçısıdır. Ancak Yunan ve Latin kültürüne de hâkimdir. Hıristiyan itikadını, Antik yunan felsefesi ve mitolojisiyle yeniden yorumlamıştır. Bir Avrupa birliği ideolojisini itikadı manada temellendirmeye çalışmıştır. Bu amaçla, Hıristiyanlar arasında bölünme ve ihtilaf nedeni olarak gördüğü, söylemleri ve mutaassıp grupları eleştirmiştir.
Erasmus’un önemli eserleri de şunlardır: Hıristiyan Askerin El Kitabı, Adagia(Yunan ve Latin özdeyişleri) ve Deliliğe Övgü. Bu eserlerden en meşhuru ise Türkçeye de tercüme edilen Deliliğe Övgü’dür. Türkiye’de yayınlanan birçok felsefe, uygarlık, hukuk ve siyaset felsefesi kitaplarında Erasmus’un görüşleri fazlasıyla işlenmiştir.
Çağdaş Avrupa Birliği zihniyetinin kurucuları, onun anısını yaşatmak amacıyla “kültürel hoşgörüyü, tanınırlığı ve Avrupalılık bilinci etrafında işbirliğine gitmeyi kurumsallaştırma programına”, onun ismini vermişlerdir.
Hoşgörü programına adı verilen bu yenilikçi teolog acaba Türkleri(Müslümanları) nasıl bilirdi? Türkler hakkındaki kanaati neydi? “Deliliğe Övgü” adlı kitabında şöyle yazmaktadır:: “İngilizler; güzellik, müzik ve yemekleriyle, İskoçyalılar; soyluluk, kraliyet unvanları ve diyalektikleriyle, Fransızlar; nezaketleri ve ilahiyatçılıklarıyla, İtalyanlar; belagatleri ve edebiyatlarıyla, Venedikliler; soyluluklarıyla, Yunanlılar; bilimlerin yaratıcısı olmakla, Almanlar; uzun boyları ve müneccimleriyle, Türkler ve diğer barbar artıkları ise dinleriyle övünür(Erasmus, 2007:154-155)
Türkleri yani Müslümanları barbar olarak gören ve değerlendiren bir Erasmus var. O’nun anısını yaşatma konusunda ittifak eden bir Avrupa Birliği misyonu var. Ön yargıları ayıklama projesi kapsamında, Türklere hakaret eden bu ilahiyatçının isminin programdan kaldırılmasının tartışılması gerekir. Müzakere sürecine bu konular taşınmalıdır. Türkiye üniversiteleri bu hakaretin eleştirisini yapmalıdır. Her şeyin hoşgörüyle tartışıldığı bir dünyada kendimize yapılan hakareti de tartışmalıyız. Hoşgörüsüzlüğü besleyen tarihsel metaforları yıkmaya buradan başlamak gerekir. Hoşgörüsüz bir zihniyetin kurucusu ile hoşgörü kurumsallaşmaz.
Erasmus, Deliliğe Övgü, Çeviren Çiğdem Dürüşken, Kabalcı yay., İstanbul 2007