Enerji Bağımlılığımız: Jeotermal Enerji

228

Enerji üretimi ve tüketimi
bir ülkenin refah ve ekonomik gelişim göstergelerin birisi olarak
bilinmektedir. Sürdürülebilir bir kalkınma ve gelişme, beraberinde artan enerji
ihtiyacının karşılanması ile gerçekleşebilecektir. Mevcut koşullarda
Türkiye’nin elektrik üretim ve tüketim rakamlarına bakıldığında, 2019 yılında
291milyar kWh’lik bir üretime karşılık, 290 milyar kWh’lik tüketim yapıldığı
görülmektedir. Üretilen elektrik enerjisinde yerli kaynaklara yönelmeye çalışan
Türkiye, bu enerjinin %37 lik payının kömür santrallerinden, %30 luk kısmını
Hidro Elektrik Santralleriden (HES), %19’luk kısmının Doğal Gaz
Santrallerinden, %7.4’lük bir kısmının Rüzgar Elektrik Santrallerinden (RES),
%3’lük kısmının Jeotermal Elektrik Santrallerinden (JES), geri kalanının ise,
Güneş Enerji Santrallerinden, sıvı yakıtlardan ve atıklardan üretildiği
görülmektedir. Ancak özellikle kömür ve doğalgaz ile elektrik üretiminde dışa
bağımlılık oldukça üst düzeydedir. Son günlerde Karadeniz’de bulunan yeni doğal
gaz rezervleri ve gerek Karadeniz, gerekse Akdeniz’de bulunması muhtemel diğer
rezervlerle enerjide dışa bağımlılığın daha da azalması beklenmektedir.

 Bir deprem ülkesi olan
Türkiye, fay hatları üzerinde olmanın bir avantajını da yaşamaktadır. Jeotermal
enerji, yer yüzeyinin binlerce metre altında bulunan eriyik magma odalarının
ısıttığı yer altı sularının yeryüzüne ulaşması ile elde edilmektedir.
Türkiye’deki fay hatlarının üzerinde çok sayıda sıcak su kaynakları
bulunmaktadır. Bu sıcak su kaynaklarının sıcaklıkları 130
oC üzerine
çıktığında elektrik üretimi için gerekli olan su buharı da elde edilmeye
başlanmaktadır. Yeraltındaki rezervuarlarda yüksek sıcaklıklarda bulunan su
yeryüzüne çıkmaya başladıkça basıncının azalması ile birlikte buhara dönüşmeye
başlayan sıcak su buhar türbinlerini döndürmeye başlayarak elektrik üretimine
olanak vermektedir. Ancak
Jeotermal enerjide kullanılan akışkan yani
sıcak su maalesef sonsuz bir ömüre sahip değildir. Özellikle meteorolojik
koşullara bağlı olarak akışkan miktarındaki azalmalar enerji üretiminde
dalgalanmalar yaşanmasına neden olabilecektir. Bu yüzden jeotermal enerjide
“sürdürülebilirlik” önemlidir. Jeotermal enerjide kullanılan sıcak su, elektrik
üretiminden sonra yeniden yer altına gönderilerek bu sürdürülebilir döngü
sağlanabilmektedir. Böylece çok uzun süreli bir enerji kaynağı elde edilmiş
olmaktadır.  

 Jeotermal enerjinin
ekonomimize olan katkısını sadece elektrik üretimi ile sınırlandırmak yanlış
olacaktır. Jeotermal enerji tarımda seracılık alanında; binaların ısıtılmasında,
kağıt hamuru ve kağıt üretiminde, patates işleme tesislerinde, atık su işleme
tesislerinde proses ısı ve kurutma aşamalarında; karbondioksit, gübre, lityum,
hidrojen gibi bazı kimyasal maddelerin elde edilmesinde; kaplıcalar ile sağlık
turizminde; maden suyu üretimi; kültür balıkçılığı gibi farklı kullanım
alanlarında ekonomimize çok ciddi katkılar sağlamaktadır.

 Türkiye’de, İzmir-Dikili,
Afyon-Merkez, Afyon-Sandıklı, Yozgat, Nevşehir – Kozaklı bölgelerinde jeotermal
enerji kullanımlı seracılık yapılmaktadır. Verimlilik konusunda örnek vermek
gerekirse, iklimin kış aylarında nispeten yumuşak olduğu Antalya’da, bir serada
domates üretiminde metrekarede 18 kg domates elde edilirken, bu rakam
Afyon-Merkez’de jeotermal enerji ile ısıtılan serada metrekarede 60 kg’a kadar
çıkmaktadır. Bu rakamlar, jeotermal enerji ile yapılan seracılığın
yaygınlaşması durumunda iç ve özellikle dış piyasada Türk domateslerinin yılın
12 ayı kendisine pazar bulacağını göstermektedir. Jeotermal enerji ile konut
ısınmasının sağlanmasında Afyon, İzmir-Balçova, Gönen, Kırşehir, Kızılcahamam
ve Simav başı çekmektedir. Afyon için 1998 yılı rakamlarına göre yapılan bir
çalışma, şehirde jeotermal enerji ile ısınma maliyetinin yerli linyit kömüre
göre 4, elektriğe göre ise 12 kat daha ucuz olduğunu göstermiştir. Jeotermal
enerjinin bu saydığımız kullanım alanlarına baktığımızda, birçok alanda
kullanılabilen, bu kullanım alanları ile ülkemize döviz kaynağı yaratabilecek
ve dışa bağımlılığı kesinlikle olmayan bir enerji türü ile karşı karşıya
olduğumuzu görürüz. 2007 yılında 35 MW kurulu jeotermal kapasitesi olan Türkiye,
bu rakamı 2019 yılında 1.5 GW’a çıkararak ile dünyada jeotermal enerji
üretiminde 4. sırada yer almıştır. Kuşkusuz ülkemizin jeotermal potansiyeli
bundan daha fazladır. Günümüzde toplam enerji üretiminde %3’lük bir paya sahip
olan jeotermal enerjide, yeni enerji sahalarının aranması ve bulunması şüphesiz
enerji ithalatçısı olan ülkemizin geleceğine yapılacak önemli bir yatırım
olacaktır. Karadeniz’de bulunan ve bizleri çok mutlu eden 320 milyar
metreküplük doğal gaz rezervlerinin sadece 7 yıllık olduğu düşünülürse,
jeotermal enerjinin, dış bağımlılığı olmayan çok uzun süreli kullanım avantajı
ile ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

 Son yıllarda, ülkemizde
üniversite sınavına giren gençlerimiz arasında Yerbilimleri Bölümleri’ni
(Jeofizik Müh., Jeoloji Müh., Petrol ve Doğal Gaz Müh., Maden Müh.) seçme
oranları hızlıca azalmaktadır. Gerek istihdam politikaları, gerek vakıf
üniversitelerinin düşük puanlarla öğrenci alması gibi sebeplerle, tercih
edilmeyen bölümler arasında olmaya başlayan Yerbilimleri Bölümleri, ülkenin
enerji bağımlılığına bakıldığında stratejik bölümler olarak karşımıza
çıkmaktadır. Burada ilgili Bakanlıkların ve YÖK’ün bir araya gelerek, ülkemizin
geleceği için asgari sayıda yerbilimciyi mezun (lisans ve lisansüstü) ve
istihdam edecek politikalar geliştirmesi oldukça önem kazanmıştır. Bu yönde
doğru adımların atılması hepimizin ortak dileğidir.

 Sağlıcakla…