Genç bir akademisyen, özellikle 1960-1980 arası Türkiye’sinde “emperyalist” kavramını araştırıyor. Sağın, solun, ortanın, iktidarın, muhalefetin bu terimi kullanışı, kullanmayışını; kullanırken neyi ve kimi kastettiğini… Beni de yakın geçmişin şahitlerinden biri diye belirlemiş; beni de sorguladı. Aslında emperyalizm kavramı, yalnız dünün değil, bugünün Türkiye’si için de önemli. Araştırmanın sorularına verdiğim cevapları burada da yazmak istedim.
Gerçekten 60-80 döneminde “emperyalist” kelimesinin sahibi soldur; daha doğrusu bilimsel sosyalistler, yani komünistlerdir. Bu tabiidir, çünkü emperyalizm ve emperyalist, Leninist literatürün temel ögelerinden biridir.
Bakınız nasıl?
Komünizm düşüncesi, sınıf mücadelesi üzerine kuruldu. Onlara göre tarihi süren, tarihin zembereğini kuran güç, sınıfların mücadelesidir. Sınıfların zıtlığına, “temel çelişki” derler. Modern dünyada bu mücadele, burjuva ile proletarya arasındadır…
Temel çelişki olmadı baş çelişki verelim
Pekâlâ pek güzel. Ancak bu ideolojinin bir eksiği var; dünyadaki gerçeklerle uyuşmuyor. Gerçeklerle uyuşan, milliyetçi fikir sisteminin görüşüdür. Bugün dünya siyasetinin sürücü gücü sınıfların değil, milletlerin rekabetidir. Hem rekabeti hem de işbirliğidir.
Daha 19. asırda, Marks-Engels döneminde de dünya siyasetinde mesela İngiltere-İrlanda mücadelesi, Rusya- Polonya mücadelesi söz konusuydu. Yani milletlerin mücadelesi. Marks ve Engels İrlanda ve Polonya’yı destekliyordu. Şimdi sınıflar bırakılıp milletler nasıl desteklenecekti? İrlanda ve Polonya’nın “tarihî milletler”, tarihin akışına uygun milletler; İngiltere ve Rusya’nın da “gerici milletler” olduğuna karar verdiler… Tarihin akışı, malum, kaçınılmaz olarak proletarya diktatörlüğü ve komünist topluma doğruydu. O hâlde bu akışa omuz verenler iyi, set çekenler kötüydü.
Sınıf mücadelesi teorisi gerçek karşısında zorlanıyordu.
Komünizmin gerçekle uyumsuzluğunu, Lenin biraz yumuşattı. Burjuva, bugün eriştiği noktada, içindeki proletaryayı sömürmekle kalmıyor, proleter milletleri de sömürüyordu. Buna “emperyalizm” teorisi dendi. Peki, sınıf çelişkisi ne olacak? Bunu etiketlerle hallettiler. Sınıf çelişkisi hâlâ “temel çelişki” idi ama 20. asırda emperyalist milletlerle, sömürülen milletlerin çelişkisi “baş çelişki” idi.
Batı emperyalist Rus ve Çin değil
Aslında bu, dünya teoriye uymayınca, teoriye yama atarak onu dünyaya uygun hâle getirmekti. Bilgisayar programcılığındaki “patch” gibi…
Leninizm, komünizmin milliyetçiliğe yaklaşmasıdır aslında. Fakat tam değil. Leninizm’e göre dünyada iki cins millet vardır. Emperyalistler ve emperyalist olmayanlar. Rusya’ya emperyalist diyecek hâlleri yoktu ya! Koskoca Rus imparatorluğuna, başta Asya Türkleri olmak üzere Rus İmparatorluğu’nun kolonisi bunca millete rağmen Rusya emperyalist olamazdı.
Çin de sosyalistti. Dolayısıyla Çin de emperyalist olamazdı, değil mi? Nereye kadar? Rus ve Çin milletlerinin çıkarları çelişinceye, ittifakları rekabete dönünceye kadar. Komünizmin etiket bulmaktaki maharetini burada da gördük. Çin tipi komünistlerimiz Rusya’ya, “Sosyal Emperyalist” demeye başladılar. Giderek kanlı bıçaklı oldular.
Milliyetçiliğin bakışı böyle değildi tabii… Rejimleri ne olursa olsun milletler, millettir. Devletler, milletlerin teşkilatıdır ve milletlerin menfaatleri doğrultusunda diğer milletlerle rekabet de ederler, ittifak da kurarlar. Modern dünyanın zembereğini kuran, milletlerin birbiriyle ilişkisidir. İlla çelişki diyeceksek milletlerin çıkarlarının çelişkisidir; milletler mücadelesidir. Cici milletler, kaka milletler ayrımı yoktur.
Emperyalizm, tıpkı ırkçılık gibi, başkalarını aşağılayan zihniyetin kalkıştığı bir haksızlık, bir ahlaksızlıktır.
Aslında emperyalizm ile ırkçılık birbirinden çok ayrı hastalıklar değil. Genellikle emperyalistlik yapan ülkeler, sömürdükleri, istiklalini söndürdükleri milletlere aşağı ırk, geri zekâlı, çocuğumsular gözüyle bakar. 19. asırda, Rusya dâhil, birçok Avrupa milletinin sömürgelerine ve sömürge halklarına bakışı böyledir. Onlara “medeniyet” getirdikleri, onların kendi ülkelerini yönetecek yeteneğe sahip olmadıkları, emperyalistlerin temel görüşüdür. Yoksa katliamlarını, esir ticaretlerini, işgallerini nasıl makul hâle getirebilirlerdi?
Numaratörlü emperyalizmler
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, AB’nin Dış İşleri ve Siyasi-Askerî İşler Genel Direktörü Sir Robert Francis Cooper’ın tanımıyla “Birinci Liberal Emperyalizm” sona ermişti. Soğuk harp sırasında, Batı’nın açık emperyalist tecavüzleri yok gibiydi. Fransız emperyalizminin, ABD emperyalizmine devrettiği Vietnam da sömürgecilikten ziyade bir soğuk savaş cephesi diye algılanıyordu.
Dolayısıyla “emperyalizm”, sol dışında pek rağbet edilmeyen ve soğuk savaşın sadece bir tarafını suçlamak için kullanılan bir etiketti. Çin ve Rusya ayrılana kadar…
Türk milliyetçilerinin o dönemdeki sloganı, tutumlarını açıklamak bakımından aydınlatıcıdır: “Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin; her şey Türklük için.”
Rusya’nın yenilgisiyle Batı devletlerinin bu tutumları da değişti. Rahatlamışlardı ve artık tekrar eski davranışlarına dönebilirlerdi. Bu da Cooper’ın “İkinci Liberal Emperyalizm”i idi herhâlde.
İki Irak harekâtı, Suriye, BOP, Afganistan bu ikincinin cepheleridir.