Oğuz Çetinoğlu: Asker alma, bedelli askerlik ve sözleşmeli er ve erbaş ile oluşturulacak profesyonel ordu tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doç. Dr. Hasip Saygılı: Sultan İkinci Mahmud Han’ın 1826’da yeniçeri ocağını imhasından Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesine kadar kalıcı, âdil ve etkin bir asker alma sistemi kurulamadığını biliyoruz. Cumhuriyet döneminin 1980 yılına kadar, etkinlik göz ardı edilmek kaydıyla nispeten devam ettirilebilir ve kamu vicdanını yaralamayan mecburî askerlik uygulaması yürütüldüğü söylenebilir. 1980 yılında başlatılan dövizle kısa dönem askerliğin, mecburî askerliğe yama olarak günümüzde hâlen tartışması artarak devam eden bedelli ve kısmen sözleşmeli er ve erbaş uygulamasına dönüştürüldüğü bilinmektedir. Bahsettiğimiz yamalarda uzun hatta orta vâdeli güvenlik ihtiyacı, nüfus artışı, mükelleflerin meslekî şekillendirme yönelimleri ile eğitim seviyelerinin dikkate alınmadığı anlaşılmaktadır. Daha ziyade seçmen talepleri, bütçeye ek kaynak sağlama gibi kısa vâdeli günün şartlarına bağlı düşünceler, karar vericileri etkilemiş görünmektedir.
Çetinoğlu: Askere ihtiyaç mı yok, asker alma sisteminde aksama mı var?
Doç. Saygılı: Henüz erbaş ve er seviyesindeki kadroların pek az bir kısmının doldurulabildiği bir dönemdeyiz. Seçimlerden sonra bedelli uygulaması masaya yatırılırken bu mahzurun dikkate alınacağını tahmin ediyoruz.
Bu çerçevede 1987 yılından 2014 yılına kadar beş ayrı dönemde uygulanan bedelli askerlikten 400.000 civarında mükellef yararlanmıştır. Bedelli uygulamasının 1987-1989, 1992-1993 ve 2011 yıllarında biriken yoklama kaçağı, bakaya ve saklı (nüfus kaydı bulunmayan) yükümlü rakamlarını eritme gerekçesi ifade edilmiştir.
Çetinoğlu: ‘Yoklama kaçağı‘, ‘bakaya‘ ve ‘asker kaçağı‘ kelimeleri neyi ifade ediyor?
Doç. Saygılı: 1111 sayılı Askerlik Kanununa göre yoklama kaçağı, askerlik çağına girdiği halde mazeretsiz olarak ‘sağlık muayenelerinin yapılarak askerliğe elverişli olup olmadıkları, öğrenim durumları, meslekleri ve niteliklerinin belirlenmesi‘ sürecine katılmayan askerlik yükümlüsüdür. Bunlara asker kaçağı da denilir. Aynı kanuna göre bakaya ise ‘asker edildikleri halde istenildikleri sırada gelmeyenlere veya gelip de askerlik yapacakları kıtalara gitmeksizin toplandıkları yerlerden veya yollardan savuşanlardır.
Çetinoğlu: Bedelli askerliğin gerekçesi nedir? Nakdî kaynak mı, ihtiyaç fazlası asker mi?
Doç. Saygılı: Bedelli askerliğin 1999 yılındaki gerekçesi bütçeye katkı ve deprem mağdurlarını kollamak olarak kabul edilirken, 2014 yılındaki uygulamanın Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nın ihtiyaçlarına katkı sağlamak olduğu dile getirilmiştir.
Çetinoğlu: Tecil ve kaçakların oluşma sebepleri nedir?
Doç. Saygılı: Askerlik yükümlülüğüne yanaşmayanlar ile hukukî olarak tecilden faydalananların sayılarının yüksekliğinin öncelikle nasıl olsa birkaç yılda bir bedelli uygulaması yapılıyor beklentisinden kaynaklandığı tahmin edilebilir. Yurt içi ve dışında devam eden iç güvenlik harekâtının askerlik mükelleflerinin bir kısmında askere gitmeme eğilimini artırdığını da söylemek yanlış olmayacaktır. Asker kaçakları için kanunun öngördüğü müeyyidelerin bazen gerektiği şekilde uygulanmamasının yarattığı mahzurlara da işaret etmeliyiz. İlgili kanun bunların yakalanarak muhafazalı olarak en geç 24 saat içinde askerlik şubelerine teslimi hükmünü amirdir. Mesela gazete haberlerine göre en son yapılan yerel seçimler öncesinde bakaya ve yoklama kaçaklarının yakalanma işlemine uğramadan oy kullanabilecekleri duyurulmuştur. Tabii işini kaybetmeme veya iş kurma düşüncesinin önemli bir diğer faktör olduğunu da kabul etmemiz gerekir.
Çetinoğlu: Halk arasında başka sebeplerden de bahsediliyor…
Doç. Saygılı: Halk arasında konuşulmakla birlikte, resmî makamlar tarafından pek fazla dile getirilmeyen yıkıcı bir zihniyetin artık taban tutmakta olduğu gerçeği ile karşı karşıya bulunmaktayız. Bu anlayışa göre artık iyi aile çocuklarının subay, astsubay, uzman çavuş, sözleşmeli er ve askerlik yükümlüsü olarak çok kısa bir süre için de olsa üniforma kuşanmasına gerek yoktur. ‘Zaten ordumuz da profesyonel sisteme geçmektedir.’ Askerlik hayat mücadelesinde tutunacak bir dalı kalmayanların mecburen tercih ettiği bir alan haline gelmektedir. Sözleşmeli olarak subay, astsubay, uzman erbaş ve er kadrosunda çalışmayı tercih eden yavrularımızın elbette alınlarından öpüyoruz. Kendilerine yürekten minnet duymalıyız. Halen kaldırılmaya çalışılan mecburî askerlik usulünü göz ardı edersek, ya sözleşmeliler de çatışma, ölüm ve yaralanma risklerini öne sürüp asker olmasaydılar, halimiz nice olurdu?
Çetinoğlu: Çok tehlikeli hatta ‘vahim‘ denilebilecek bir durum…
Doç. Saygılı: Monteskiyö’nün ‘madem Roma yıkıldı, her devlet yıkılabilir‘ dediği sistemin çökme sebeplerinden birisi de ülke savunması için orduya gereken sayı ve vasıfta general, subay ve nefer bulamayışı olmuştur. İmparatorluğun iyi aile çocukları askerliğin zahmet ve risklerini başkalarına havale ederken Ebedî Roma bitişe sürüklenmiştir. Roma’nın düşmanı olan barbar kavimlerden general, subay ve er kiralanması kaçınılmaz bir çöküşü getirmiştir.
Ülkenin savunması için kendi insanlarından yeterli sayı ve seviyede asker çıkaramayan bir milletin geleceği güvende olamaz. Esasen vekâletle yaptırılamayacak iki görev vardır: Birincisi kocalık görevidir. Malum analık, babalık, amcalık, ağabeylik, ablalık için birisini ikame edebilirsiniz ama kocalığın vekâleti olamaz. İkamesi olmayan diğer görev vatan savunmasıdır. Bu görevi; batılı paralı askerlik şirketlerine veya ekonomik olsun diye bir dilim ekmeğe muhtaç zavallı Suriyelilere, Afganlılara veya Afrikalı iş gücüne ucuz yollu havale edemeyiz.
Çetinoğlu: Çözüm teklifiniz nedir?
Doç. Saygılı: Ülke savunması için gerekli sayı ve seviyede profesyonel kadroyu temin etmeden halen yamalarla yürüyen mecburî askerliği itibardan düşürecek ve zayıflatacak beyanlardan kaçınılması gerekir. Adaletsizliği mümkün mertebe ortadan kaldırma niyet ve teşebbüslere ihtiyaç açıktır. Askerlik sadece fukaranın sırtına yükleniyor algısının önüne geçilmelidir. Nimetlerin âdil olarak paylaşılması maslahata uymuyorsa, külfetlerin hiç olmazsa sembolik olarak paylaşıldığı topluma gösterilmelidir. Kastımız ‘Şehit mi düştü asker?/Cennet koktu yine her yer…’ gibi pek de dayanışma ve acı paylaşma izlenimi vermeyen pankartlar asılması gibi karşılığı olmayan hamaset üretimi değildir. ‘Şehitlerimiz artık cenaze marşı ile değil, Itri’nin tekbiri ile uğurlanıyor‘ ifadesinin de külfetin paylaşılması ile ilgisi bulunmuyor.
Ekonomik, sosyal ve siyasî nüfuzu yüksek aile çocuklarının da cüzi bir kısmının olsun üniformalı olarak çatışma ve harekât bölgelerinde görev yapması fikrimizce kesin bir ihtiyaçtır. Buna yanaşılmayıp, ‘şehadeti kutlu olsun‘ söylemlerine devam edilmesi bir müddet sonra dinin yurt savunmasında adaletsizliğe gerekçe olarak kullanıldığı algısı yaratabilir. Bunun vebali büyüktür. Sabah akşam tarihi ile kendimizden geçerek övündüğümüz Osmanlı’nın klasik devirde padişahın, bazen şehzadeler ve daima yüksek nüfuz sahibi aile ileri gelenleriyle sefere çıktığını unutmayalım. Sultan Murad Hüdavendigâr’ın Kosova’da muharebe meydanında şehit düştüğünü (1389), Gazi Süleyman Han’ın Zigetvar düşerken ecel şerbetini içtiğini (1566) bu çerçevede hatırlamak uyarıcı olmalıdır.
Çetinoğlu: Başka bir konuya geçmeden önce, ‘konuştuklarımızın neticesi‘ kabilinden bir değerlendirme lütfeder misiniz?
Doç. Saygılı: Henüz erbaş ve er seviyesinde kadrolarının pek az bir kısmının doldurulabildiği bir dönemdeyiz. Güvenlik meselesinin aynı zamanda ‘beka meselesi‘ olarak kendini hissettirdiğini en yüksek makamın ifade ettiği bir ortamda birliklerimizin kadrolarının doluluk oranının olması gereken seviyede olmadığı biliniyor. Kısa bir dönem içinde bu açığın sözleşmeli personel ile doldurulması mümkün olmadığına göre 24 Haziran 2018 seçimlerinden sonra bedelli uygulaması masaya yatırılırken bahsettiğimiz mahzurların dikkate alınacağını tahmin ediyoruz. Tabii halen çetin şartlarda kahramanca görevine devam eden Mehmetçiğin, moral ve motivasyonunun bedelli tartışmalarından etkilenebileceği de göz önüne alınmalıdır.
Âdil, devamlı ve etkin bir asker alma sisteminin oluşturulması ile birkaç yılda bir aynı konuları tartışmaktan kurtulabiliriz. Bunun kolay bir tasarruf olmadığı bellidir. Ancak idare-i maslahatçı ve geçici tedbirlerle kalıcı çözümlere adım atılmayacağı da açıktır. Problem sahasına ilişkin tecrübe, akademik ve teorik görüş sahiplerinin fikirlerini bugüne kadar yeterli seviyede dile getirdiklerini ileri süremeyiz. Siyaset bu görüşlerin kamuoyunda tartışılmasını kolaylaştırmalıdır. Formasyon, zekâ ve meslek tecrübesi fikir ifade etmeye elverişli olanlar da kayıt dışı dar dost çevrelerinde ifade ettikleri eleştirileri kamuoyu önünde seslendirecek cesareti gösterebilmelidir.
Her hal ve kârda 10 asır önceden Yusuf Has Hacip’in ‘memleketi tutmak için çok [günümüzde etkin, caydırıcı] asker ve ordu tutmak lâzımdır‘ tavsiyesi göz ardı edilmemelidir. Tabii bilgemizin adalete dayalı bir sistem olmadığı takdirde bunun mümkün olmayacağı ikazını unutmadan…
Çetinoğlu: Teşekkür ederim Efendim!
Seçim kampanyası çerçevesinde Başbakan Binali Yıldırım hâlihazırda 5,5 milyon civarında askerlik mükellefinin hizmete gitmediğini açıkladı. Açıklamayı nasıl yorumluyorsunuz?
Doç. Saygılı: Bu kadar yüksek rakamın ilk defa dile getirildiğini sanıyoruz. Bu rakamın daha önce Millî Savunma Bakanlığı’na atfen kamuoyuna yansıyan haberlerdeki rakamlardan da farklı olduğu anlaşılmaktadır. Yapılan açıklamaya göre öğrencilik gerekçesiyle yaklaşık 2 milyon olmak üzere toplam 4 milyon 815 bin küsur yükümlü askerliğini ertelemiştir. Bu sayıya ilaveten ayrıca askerlik yükümlüsü olduğu halde yapılan yoklama çağrısına uymayan 570 bin kişi mevcut. Askerlik şubesi tarafından sevk edilmesine rağmen gönderildiği birliğe gitmeyen ve birliğinden firarî olanlar bu sayının dışındadır.
Bu rakamların Türkiye’de asker alma sisteminde bir tıkanıklığın hatta krizin habercisi olarak ciddiye alınması gerektiğini düşünüyoruz. Meselenin kısa vadeli siyasî mülahazaların ötesinde istikrarlı, kalıcı, etkin ve âdil bir çerçeveye kavuşturulması lüzumu kendini hissettirmektedir.
Siyasetçilerin yılda 350 bin civarında yükümlünün askere alınacağı gerekçesiyle beş buçuk milyon yükümlünün eritilmesini esas mesele olarak görmekte olduğu anlaşılmaktadır. Sözleşmeli er ve erbaşlarla beraber 350 bin yükümlünün ordunun iç güvenlik ve hudut dışı görevlerini aksaksız yerine getireceği yüksek askerî makamlar tarafından tespit edilmişse buna diyecek bir şeyimiz yoktur. Bu durumda askerlik yapan yavrularımızın erbaş ve er yetersizliğinden birliklerde kadro mevcutlarının çok altında personelle çetin şartlarda hizmeti yürüttüklerinden endişeye gerek yoktur. Ancak Türk tarihinin en ağır bozgunu olarak gördüğümüz, Avrupa Türkiye’sinin kaybı ile sonuçlanan Balkan Harbi (1912-1913) felaketinin en önemli sebeplerinden birisinin, eğitimli 120 taburun savaştan önce terhis edilerek saldırgan küçük bölge devletlerine cesaret verildiğini hatırlamadan edemiyoruz.
Çetinoğlu: Ana mesele, askerlik çağında olup da askerlik dışında kalan 5.500.000 gencin en aza indirilmesi mi?
Doç. Saygılı: Beş buçuk milyon askerliğini erteleten yükümlünün seçim sonrası eritileceği tahmin edilebilir. Avrupa’daki yükümlü vatandaşların 1000 (bin) avro gibi küçük bir bedel mukabili askerliklerini yapmış kabul edileceğine ilişkin beyanlardan aşırı yığılan yükümlü sayısının kısa bir sürede ortadan kaldırılacağı öngörülebilir. Yığılan yükümlü sayısını eritmek bizce meselenin esası değildir.
Çetinoğlu: Nedir?
Doç. Saygılı: Öncelikle, 1980 yılından itibaren asker alma uygulamalarının bedelli, dövizli, uzun dönem, kısa dönem farklılıklarıyla halen bir yamalı bohça görüntüsü verdiğini itiraf etmeliyiz. Sistemin sonuçta birçok ülke nüfusundan fazla askerliğini erteleten şişkin bir nüfus oranı yarattığı ortadadır. Daha vahimi sözleşmeli er ve erbaşlık dâhil askerlik hizmeti ağırlıklı olarak orta alt ve en alt tabakaların omzuna yüklenmiş manzarası göstermektedir. Askerliğin fakir fukaranın borcu olduğu, hali vakti yerinde olan aile çocuklarının fiilen askerlik yapmadıkları algısı maalesef her geçen gün yaygınlık kazanmaktadır. Er ve erbaş seviyesinde şehit ve yaralıların büyük çoğunlukla toplumun en alttaki gruplarından olması başlı başına bir zafiyet sahasıdır. Ülkenin nimetlerinden sınırsız faydalananların askerliğe subay, astsubay, erbaş ve er olarak yanaşmamaları bir problem sahası olarak varlığını hissettirmektedir. 19. yüzyılda devletin güçsüzlüğü sebebiyle başvurulmuş asker yükümlüsünün yerine başka birini gönderme uygulaması olan adalet ve hakkaniyet duygusunu mahveden bedel-i şahsî usulünün sosyal statü ve sınıf esaslı olarak devam ettiği izlenimine fırsat verilmemesi gerekir.
Çetinoğlu: İhtiyaçlar sözleşmeli personelle karşılanabilir mi?
Doç. Saygılı: Yetkililerin bir yıl süreyle askere alınabilecek yeterli ihtiyaç miktarı olarak söyledikleri 350 bin erbaş ve er bugünkü ortamda tedarik edilebilir görünmemektedir. Sözleşmeli subay, astsubay, erbaş ve erlerimizin üniforma ile yurt savunmasına koşmalarını şüphesiz her zaman takdir etmeliyiz. Ama kamuoyunda askerliğin sadece maişet mecburiyetinden tercih edildiği şeklindeki bir algının tahripkâr olduğunu ifade etmeliyiz. Özellikle rütbeli personel söz konusu olduğunda yaptığı işi sadece geçim için yapanların kayda değer bir başarı göstermeyecekleri açıktır. Kısaca bu da kurucu liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün: ‘Bir ordunun kudreti zabit ve kumanda heyetinin kıymeti ile ölçülür‘ önermesinden başka bir şey değildir. Tabii orduda statü ve sınıfların birbirine alternatif değil, tamamlayıcı oldukları gerçeğini de burada bir daha not etmeliyiz. Bu çerçevede kastettiğimiz profesyonel ordu için elzem olan moral ve motivasyon kaynaklarının görevin gerektirdiği seviyede olup olmadığının ilgili makamlarca değerlendirilmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.
Çetinoğlu: Yürürlükteki ‘mecburî askerlik Sistemi‘nin aksayan yönleri var mı?
Doç. Saygılı: Eleştirilen taraflarına rağmen olumlu yönlerinin de yeni bir usul benimsenirken dikkatten uzak tutulmaması gerekir. İsrail ordusu için söylenen bir Amerikalı için üniversite eğitimi neyse orduda askerlik yapmak da İsrail vatandaşı için aynıdır benzetmesi asker ocağının kalitesini vurgulamaktadır. Mecburî askerlik tamamen kaldırılırsa kriz zamanlarında ağır güvenlik hatta beka riskleri ile karşılaşmak mukadder olacaktır.
Yeni asker alma sisteminin caydırıcılık ve etkinliği tartışılmayacak bir ordu için şart ve sözleşmeli karma bir sistem olmasını teklif ediyorum.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim. İnşallah, tavsiyeleriniz dikkate alınarak, beka endişesini bertaraf edecek bir sistem oluşturulur.
Doç. Dr. HASİP SAYGILI: Hasip Saygılı; 1960 yılında Gaziantep’te doğdu. 1982 yılında Kara Harp Okulu, 1992 yılında Kara Harp Akademisi ve 2000 yılında Quetta Command and Staff College’dan mezun oldu.
Subay olarak çeşitli kıta ve karargâh hizmetleri yanında 2002-2004 yıllarında Pakistan Kara ve Hava Ataşeliği, 2005-2008 yıllarında Kara Harp Akademisi Sınıf Başhocalığı, 2009-2010 yıllarında Kosova Türk Temsil Heyeti Başkanlığı ve 2013 yılında Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Müdürlüğü görevlerinde bulundu.
2012 yılında ‘1905 Rus Devrimi’nin Osmanlı Devleti’ne Etkileri’ konulu teziyle İstanbul Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. 2015’te doçent oldu. Halen Fâtih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde tam zamanlı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Evli ve üç çocuk babasıdır.
Yayınlanmış eserleri: *1905 Rus Devrimi ve sultan Abdülhâmid Han: Ötüken Neşriyat 2016, *Rumeli Türkleri ve Müslümanları: İlgi Kültür Sanat Yayınları 2016. |