Elimizden Alınan Gurur Abidelerimiz

127

Ülkemizde gelişen olayları filim
şeridi gibi gözlerimizin önünde canlandıracak olursak, nereden nereye
geldiğimizi çok daha net görebiliriz. Siz bakmayın: “biz gelmeden önce ülkede
buzdolabı yoktu, çamaşır makinası yoktu” gibi konuşan kara propaganda
dublörlerine. 1970’li yıllarda dahi yokluk eleştirisinde bulunanlara Rauf Tamer’in
bir kıyaslaması vardı: “razı mısınız tel
dolaba geri dönmeğe
!”

Bırakın buzdolabı, çamaşır makinasına
sahip olmayı, yarım asırdan daha önceleri bu ülkede Balkanlar ve Ortadoğu’nun
en gelişmiş, en modern SEKA, Tüpraş, Petkim gibi on binlerce insanımızın çalıştığı devasa fabrikalarımız
ve işletmelerimiz vardı. Şimdi ya tamamen yok oldular SEKA buna örnek ya da,
holding patronlarının veya yabancı sermayenin eline geçtiler.

Türk Milleti’nin vatanı, köksüz
bir ağaç misali, sınırları sonradan cetvelle çizilmiş bir devlet değil, geçmişi
on binlerce yıl öteye dayanan, her karışının bedeli kanla ödenen bir vatan
toprağıdır. Bu yüzden atalarımız dağına taşına Atatürk’ümüzün: “Ne mutlu Türküm diyene!” veciz sözünü
işlemiştir. Bu sözü her duyduğumuz veya okuduğumuzda tüylerimiz diken diken
olurdu. Okullarımızda andımızı büyük bir coşkuyla okur, Türk Milletinin
büyüklüğünü sinir uçlarımıza kadar hisseder, gurur duyardık.

Bugün bütün bunlardan geriye: “Dünyalara değişmem şu öksüz Türklüğümü!”
veciz sözünden başka elimizde kalan bir şeyimiz yok maalesef. “Ne mutlu Türküm diyene”, “Andımız” kimleri rahatsız etti de
kaldırıldılar. Goethe’nın güzel bir
sözü var: “Daha ileriye gitmek için iki
adım geri gitmeyi öğrenmeli insan. Çünkü en ileri sıçrayışlar iki adım geriden
başlar
.”

Son yıllarda özel sektörce
yapılan İHA’lar ve SİHA’ların haricinde millet olarak bizi
sevindirecek, onurlandıracak milletçe gurur duyacağımız elimizde ne kaldı? Hükümetimizin
yollar, köprüler, şehir hastaneleri yaptık diye sürekli övündükleri eserler, milletimizin
yarısını sevindirirken, diğer yarısının da haklı olarak tepkisini çekiyor.

Tepkisini çekiyor çünkü daha
denizi görmemiş, hayatında bir defa İstanbul’a gelmemiş insanlardan yap işlet
modelli geçiş garantili yaptırılan 3. boğaz köprüsüne para kesiliyor.

Otoyollar, hava meydanları, şehir
hastaneleri derseniz gene aynı. Yaşayanlardan kesilenler yetmezmiş gibi,
henüz doğmamış bebeler ve torunlar da ileride borç sarmalıyla karşılaşacaklar.

Bugün milyarlarca alınan dış borçların
faizini ödemek için yurt dışından para aranırken, seksen üç milyon Türk’ün rızkını
beş müteahhite peşkeş çekmekten geri durmuyoruz.

Gerçek gündem perdelenip, suni
gündemlerle millet oyalanıyor. Kılıçtaroğlu’nun “sözde cumhurbaşkanı” sözü, inanın milleti hiç ilgilendirmiyor, ama
televizyon ve medyanın gündeminden de düşmüyor.

Milletin gerçek gündemi; eğitim, açlık,
işsizlik, kadın cinayetleri ama duyulmaması için sanki sahne arkasında
boğazlananların, gırtlağı sıkılanların seyirciler tarafından sesleri duyulmasın
diye sahne önünde palyaçolar tam tam çığlıkları atıyorlar.

Geçtiğimiz yıl patates, soğan
fiyatlarını düşürmek için köylünün çiftçinin depolarına baskınlar düzenleyip
tanzim satış çadırları kurulurken, bu yıl pandemi nedeniyle lokanta ve bazı
işyerlerinin kapalı oluşundan dolayı sanki intikam alıyormuşçasına çiftçinin
malı depolarda çürütülüyor, ihracat izni verilmiyor. Dolayısıyla çiftçiye haciz
üzerine haciz geliyor, bu durumda gelecek senenin durumunu düşünebiliyor
musunuz? Bu mudur devlet yönetmek?

Sağlıklı kalın.