“Eğitim – Keşif”, “Başarı – Sevgi” Paradoksu

52

Kırk yıl öğretme işini yaptım, öğretmen; eğitme işini yaptım,
eğitmen dediler.

Eğitim-öğretim eylemini, hep bir sıkıntılı süreç olarak
yaşadı, yaşıyor velinimetimiz öğrencilerimiz, onları yetiştiren ebeveynler,
güzel ülkemizin insanları.

Kendisine değer verdiğim ve kendisinden değer gördüğüm, bir
zamanların eğitimcisi, şimdilerin biraz siyasetçisi biraz da bürokratı bir arkadaşım
bana gecenin ilerlemiş vaktinde, telefonda “Bir tanıdığımın oğlu yarın Sınav’a
girecek, çocuk perişan, aile perişan, sınav kaygısı sebebiyle evlerinde huzur
yok. Ne tavsiye edersin?” diyorsa, sınava oğlunu götüren anne, “Ben oğlumdan
daha heyecanlıyım, içeride ne yapıyordur acaba? Falan okula gitmesi için tam
puan alması lazım.” cümleleriyle kendisinden medet umduğu gazeteciye hırs ve
heyecanını dillendiriyorsa burada bir sorun var, demektir. Bu, yalnız bir
eğitim-öğretim sorunu değil, bir memleket sorunudur.

Eğitim faaliyeti insan merkezli, insana endeksli. Bu eylemin
öznesi de nesnesi de insan. “İnsan, insanın müşkülüdür.” sözünü çok anlamlı
bulurum. Eğitim faaliyetini zorlaştıran, çile haline getiren; insanoğlunun
kendini ve hemcinsini nesneleştirmesidir, diye düşünüyorum. “Eğitim” sözcüğünün
kendisi anlam yönüyle problemli. Kelimenin kökü “eğmek”. Temel anlamıyla
düşündüğümüzde eğmek eylemi nesneler üzerinde yapılar ve bu nesnenin temel
karakteri direnç göstermesidir. Özne de bu nesne üzerinde ancak şiddet ve güç
uygulayarak sonuç alır. Ağaç eğilir, aslı odundur. Demir eğilir, bina eğilir;
bunların tamamı kendilerinden daha dirençli bu baskı karşısında mukavemet
gösterememeleridir. Eğmek eylemi, nedense özünde bir olumsuzluğu çağrıştırır.
Direnme, şiddet, karşı koyma, isyan, istenmezlik vardır. Eğmek fiilinden
türetilen eğitim kelimesinde de aynı olumsuz ruhu hissetmemek mümkün değildir.

Öncelikle yapılması gereken, insanı nesne olarak görmekten,
algılamaktan vazgeçmektir. İnsan eğilip bükülmeye değil, keşfedilmeye, içindeki
bin bir cevherle yüceltilmeye layık yüce yaratıktır. İnsan, yeryüzünün
halifesi, yaratılmışların en şereflisi, bütün evrenin kuruluş sebebidir. Ona
nasıl nesne gözüyle bakılabilir, nesne muamelesi nasıl yapılabilir? Her insan
evrenin içinde bir evren, dünyanın içinde bir dünyadır. Bin bir derinlik ve
inceliğe sahiptir. İnsan, keşfedilmesi gereken, keşfedilmeyi bekleyen en
mükemmel varlıktır. Adına eğitim denilen bu faaliyette insanı eğitmekten
vazgeçilmeli, insanı keşfetmeye yönelik radikal yöntemler geliştirilmelidir.
İnsan, böylece keşfetmenin ve keşfedilmenin sevincini duyacak, nesne görülmenin
kompleksinden kurulacak, kazanacağı izzetin ayrıcalığını hissedecek, dünyada
var olmayı bir angarya değil, bir kazanç ve Yaratan’ın lütfu olarak görecektir.
Gelin, yeni bir perspektifle merkeze aldığımız insan üzerinde yaptığımız eyleme
özgü yeni bir kelime türetelim, bulacağımız bu kelimenin çağrıştırdığı manaya
göre yeni bir yol haritası çizelim.

İnsanı nesneleştirmek, ondan beklentilerimizi de sıkıntılı
hale getiriyor. Bu sıkıntının adı, “başarı”. Aldığın puan, kazandığın okul
kadar değerli olmak, ne acı bir gerçek, ne kaldırılmaz bir yük! Aldığın puan
kadar iltifat, aldığın puan kadar itibar, aldığın puan kadar hediye… Biz,
üretim kapasitesi yüksek makine ile evrenin varlık sebebi insanı karıştırıyoruz.

Başarıya endeksli eğitim anlayışından, sisteminden derhal
vazgeçilmelidir. İnsan gerçeğini inkişafa yönelik bir eğitim sistemi
uygulanırsa başarı temel kıstas olmaktan çıkacak, sadece keşfedilen cevherimizi
parlatan bir cila olacaktır. Aslında “başarı” kelimesi de anlam itibariyle
problemlidir. “Başarı”; başa çıkmak, bir şeyi yenmek, egale etmektir. Kelime;
bir kavgayı, bir mücadeleyi, gayretin yanında bir galibiyeti ve mağlubiyeti de
çağrıştırmaktadır. Kelimenin dolaylı manasında ter kadar, gözyaşı ve kan da
vardır. Daha sevecen bir kelime bulmak lazım.

Başarmakla değer kazanılacağını öğrenen bir çocuktan,
yarınlarda büyüklerine aynı gözle bakmamasını bekleyemezsiniz. Yaşlandığında
başarma yeteneğini kaybeden, üretime katkı sağlayamayan her insan, o çocuk için,
artık değersiz olacaktır. “Başarın kadar değerlisin veya adamsın” algısını
veren bu sistemin kurucularının ve yürütücülerinin, kendilerine dönecek bu
oklardan şikâyet etme hakları olmayacaktır, olmamalıdır. Hayatımız, “insan
sevgisi” perspektifiyle inşa edilseydi, eğitim süreci buna göre yürütülseydi
toplumun hiçbir yaş grubu birbirini değersizleştirmez, dışlamazdı.

Milli Eğitim’de anlayış değişikliğine hararetle, acilen
ihtiyaç var. İnsanımızı öğütüyoruz, telef ediyoruz. Özellikle Sınav dönemlerinde
depreşen yaralar, ne kadar çürüdüğümüzü göstermektedir.

Bilinen bir sözdür: “Eski hal muhal, ya yeni hal ya
izmihlal!”