Milli Egemenlik Bayramı’nın 88. Yıldönümüne ulaştık. Milli bayram ve günler, durum muhakemesi yapmak için vardır. Nereden nereye geldik veya getirildik soruları, bu anlamlı günlerde cevabını bulur. Ülkeyi yıllardır o derece sözde başarılı yöneten liyakatlı demokrat yöneticilerimiz var ki; Türkiye’de bugün milli kimliği, milli devleti, üniter yapıyı, Cumhuriyeti tartışılır hale getirdiler. Etnik ırkçılık hortladı. Türkiye, mozaik zannedildi. Milletleşmeden, sürü veya kalabalık olmaya zorlanıyoruz. Dünyada yükselen milliyetçilik, bizde ise; alçaltılmaya, dondurulmaya çalışılan, tehlikeli görülen milliyetçilik var. Bazıları demokratikleşmeyi böyle anlıyorlar. Önümüzdeki hafta yine klâsik tören nutukları atılacak, eski Meclis binasında tören yapılacak, anılar tazelenecek. Aslında devredilmeye hazır olan egemenliğin utancı altında…
Tepki anayasalarından şikâyet ederken bu defa milli kimliği ve milli devleti dışlayan, aşırı liberal, mutlaka istikrarsızlık getirecek ısmarlama anayasa taslakları ve 301. Maddenin değiştirilmesi gündeme geldi. Federal yapının anahtarı olan İkiz Yasaları ve birçok AB’ye uyum yasalarını imzalayan, petrol ve vakıflar yasalarını geçiren, yabancılara toprak satışını sağlayan, bankaları ve sanayi kuruluşları özelleştirme etiketi altında yabancılara peşkeş çekilen, Lozan’ın rafa kaldırılmaya çalışıldığı, küresel sermayenin egemen kılındığı bir ülkede biz yine milli egemenlik bayramını kutlayacağız. Ancak, düne özlem duyarak…
Milli egemenlik klişe bir ifade değildir. Sosyal, kültürel ve ekonomik kaynaklardan desteklenmeyen bir egemenlik karton kutu gibidir. Bağımlı bağımsızlık içinde olan, her alanda iç işlerine müdahale edilen bir ülke ve onun aydınları bu şartlarda bayram kutlamaya layık mı? Milli egemenlik bayrak dahil milli sembollere, milli liderlere, Türkçe’ye ve Türk parasına saygıyla başlar. Kaybettiklerimizi düşünelim. Eğer bizi uyuşturan dizilerden, 24 saatimizi alan magazin konulardan, borç ödemekten fırsat bulursak…
Türkiye’de birçok şey aslında şekil olarak demokrasiye uygun işliyor. Ancak, hiçbir zaman alternatifi olmayan bu demokrasi ideal bir demokrasi midir? Yoksa, Dünyayı küreselleştirenlerin çıkarlarına uygun bir emperyal demokrasi eğilimi mi güç kazanıyor? İdeal ve emperyal demokrasi arasındaki mesafeyi iyi anlar ve kavrarsak; demokrasi içinde gerekli tedbirleri de düşünüp alabiliriz. Çünkü; demokrasi dışında hiçbir rejim Türk Milletine lâyık değildir. Ancak, demokrasinin taklitlerinden de sakınmak gerekecektir.
Siz, bu satırları okurken biz, II. Türk Dünyası Sosyologları Kurultayı için Kazakistan’a uçacağız. Hep içeride meşgul edilen Türkiye’nin Avrasya, Balkanlar ve Kafkaslar dahil birçok bölgeyle irtibatının kesilmeye çalışıldığı anlaşılıyor. Eğer içeride istikrar ve mutabakat yeterince sağlanamamışsa; dış ülkelere uygulayacağınız politikalar da net ve istikrarlı olamıyor. Zamanla değişen, birbiriyle çelişen bakış tarzları gündeme geliyor.
Türk Dünyası ile sadece duygusallığa, tarihi geçmişe ve kardeşlik edebiyatına dayalı ilişkiler ancak bir “giriş” niteliği taşıyor. Bu temel, siyasi, kültürel ve ekonomik işbirliği ile desteklenmediği sürece verim alınamıyor ve halklar bile birbirini yanlış tanıyor. Türk Dünyasının alfabe değişikliği, 1990 öncesi basılmış, Soğuk Harp ve bloklar arası rekabet izlerini taşıyan eserleri devre dışı bırakarak günümüz gerçeklerine yönelmeyi sağlayabilir. Bilhassa tarih kitapları Rus etkisiyle çok büyük yanlışlarla doludur.
Uzun bir süre, daha demokrasiye uygun bir ekonomik kurumlaşmayı sağlayamayan, piyasa ekonomisi şartları taşımayan bu ülkelere serbest piyasa ekonomisi tavsiye ettik. Adeta daha çorba içmeden tatlı yemeye yönlendirdik. Bazılarımız her şeyi ekonomik çıkara göre hesap etti ve yanlış anlaşıldık. Türkiye’nin siyasi ve ekonomik gücünün sınırlı olduğu anlaşılınca, işler değişti. Bağımsızlaşan devletler, Batı ile ilişkilerini doğrudan kurmaya çalıştılar. Türkiye’yi bölgesel bir aktör olarak gören ülkeler, Türkiye’den Rusya ile olan ilişkilerini dengelemede faydalandılar. Bazen de Türkiye’nin kendi çıkarlarını koruyamadığını fark ettirdik. Türk Dünyasında yatırım yapan, iş kuran, ancak fikren hazır olmayan bazı işverenlerimiz ve gelir seviyesi birden artıp şaşıran bazı işçilerimiz, bu ülkelerde Türkiye’nin resmi temsilcileri zannedildi. Gereksiz ve üzücü bazı olaylar gündeme geldi.