Vefatı: (31 Aralık 1988)
(İkinci Bölüm)
Oğuz Çetinoğlu: Ülke ve millet kalkınması hakkındaki görüşleri nasıldı?
Dr. Sâkin Öner: Arvasi Hoca’ya göre kalkınma; maddî ve mânevî kalkınma olmak üzere iki boyutludur. Maddî kalkınma, ekonomi ile ilgili olup, eğitilmiş insan gücü ile doğru orantılıdır. Kendi insanını eğitemeyen ve kendi teknolojisini üretemeyen ülkeler kalkınmış sayılmazlar. Kalkınmış ülkelerin gerçek güçleri, fabrikalarından, barajlarından ve yerealtı kaynaklarından çok, eğitilmiş kadrolarından gelir. Kalkınmanın mânevî boyutu ise; bizzat insanın ilimle, sanatla, ahlâkla, din ile yoğrularak, işlenerek yüceltilmesini, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik hayatın en önemli ve temel unsuru durumuna getirilmesini hedefler. Eğer eğitim, maddî ve mânevî kalkınmayı sağlayıcı kadroları yetiştirmeyi hedefleyip, ona göre bir muhtevâya sâhip değilse ülkenin sömürülmesini önleyemez. ‘Bir ülkeyi geri bırakmanın ve sömürmenin en kestirme yolu, o ülkenin eğitimini baltalamak, o ülkeyi millî ve çağdaş ihtiyaçlara cevap verecek bir eğitimden mahrum bırakmak, yetişmiş elemanlarını israf etmek veya çalıp götürmektir.’
Çetinoğlu: Eskilerin isimlendirmesiyle münevver, günümüzdeki ifâdesiyle ‘aydın’ kavramını anlayışı nasıldı?
Dr. Öner: Arvasi’ye göre aydın, kendi millî kültürünü çağdaş seviyede temsil edebilen ve bir meslek alanında başarılı görevler yapabilen kimsedir. İnsanlık dünyası, millî kültür dâirelerinden oluşur ve ortak bir insanlık kültürü yoktur. Bu yüzden aydın, kendi millî kültürünü çağdaş seviyede inceltip temsil edebilen kişidir. Kendi kültüründen kopan kişi, aydın değil, yabancılaşmış kimsedir. Ona göre okul, sosyal hayatın tabîi bir parçası olarak cereyan etmekte olan eğitim faaliyetlerinin millî ve çağdaş ihtiyaçlara göre planlanması ve teşkilatlanması zaruretinden doğmuştur. Okul, millî ve mahallî hammaddeyi işleyerek, düzenleyerek, geliştirerek, çağdaşlaştırarak pedagojinin tavsiye ettiği yol ve biçimlerde genç nesillere aktarmaya çalışır.
Arvasi Hoca’nın anlayışına göre, eğitim sisteminin temel maksadı, bir bütün olarak fert ve cemiyetin saadetini sağlamaktır. Bunu sağlayacak olanlar da, eğitimcilerdir. Ona göre eğitimciler, nitelikleri, bilgileri, yaşayışları ve uygulamalarıyla öğrencilerine örnek olmalıdırlar. Eğitimciler; mütevazı, şefkatli, sabırlı ve yumuşak huylu olmalı ve öğrencilere daima doğruyu öğretmeli ve göstermelidir. Branşlarında yeterli ve üstün olmalılar, sürekli kendilerini yenilemeye ve geliştirmeye çalışmalıdırlar. Vatan, millet ve devlet sevgileri yüksek olmalı, Allah sevgisi ve korkusu ile dolu olmalıdır. Eğitimciler, işlerini sevmeli ve idealist olmalıdırlar. Öğrencilerini en iyi şekilde yetiştirmeye çaba göstermelidirler.
Çetinoğlu: Söyledikleriyle yaptıkları arasında çelişkinin varlığından söz edilebilir mi?
Dr. Öner: Seyyid Ahmet Arvasi Hoca, hayatı boyunca anlayışına uygun iddialı ve örnek bir öğretmen olmaya özen gösterdi. Bu inançla binlerce öğrenci yetiştirdi. Yetiştirdiği öğrencilerin çoğu da mesleğinde başarılı olarak çeşitli yönetim kademelerinde görev aldılar. Hocaları Arvasi’nin öğretisini ve düşüncesini, görev yaptıkları yerlere ve öğrencilerine yaydılar.
Çetinoğlu: Arvasi’nin milliyetçi yönü hakkında konuşabilir miyiz?
Dr. Sâkin Öner: Seyyid Ahmet Arvasi, gerçek bir Türk milliyetçisi idi. İslâmın meşru çerçevesi içinde Turancı denilecek kadar Türkçü ve milliyetçiydi. Türklüğü beden, İslâmiyet’i ruh bilen bir milliyetçilik anlayışına sâhipti. Hayatı, din ve milliyet gibi iki mukaddes varlığımızı karşı karşıya getiren dinimizin ve milliyetimizin düşmanlarına karşı mücâdele ile geçmiştir. O, bu düşmanları durduracak tek reçete olarak da, felsefesini kendisinin oluşturduğu Türk-İslâm Ülküsü’nü görmüştür.
Arvasi Hoca, milliyetçilik anlayışını şöyle özetlemiştir: ‘Ben, İslâm iman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm’ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sâhibim. Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyetçilik şuuruna yer yoktur. İster azınlıklardan gelsin, ister çoğunluktan gelsin her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanında Şanlı Peygamberimizin ‘Kişi kavmini sevmekle suçlanamaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi imandandır sözleriyle ortaya koydukları yüce prensiplere de bağlıyım’ diyordu.
Şanlı Peygamberimizin neslinden olan Arvasi Hoca’nın milliyetçiliği, ahfâdından kalan bir mirastır. Âilesinin muhterem büyüklerinden, büyük din âlimi ve gönül adamı, Necip Fazıl Kısakürek ve Hüseyin Hilmi Işık’ın mürşidi Seyyid Abdülhâkim Arvasi Hazretleri âile mensuplarına şu vasiyette bulunmuştur: ‘Türk milleti, sahabe-i kiramdan sonra İslâmiyet’e hizmet eden tek millettir. İslâm’ın bayraktarlığını yapan bu millet gelecekte de bu hizmetini devam ettirecektir. Onun için hepiniz Türk milletinin hizmetinde olup onun yükselmesi ve yücelmesi için çalışacaksınız.’ Arvasi âilesinin mensupları, bu nasihata sıkı sıkıya bağlı kalmış ve ömürlerini Türk milletinin hizmetine adamışlardır. Bu arada şu bilgiyi de aktarayım. Alparslan Türkeş’le Necip Fazıl’ı görüştüren ve aralarında bir gönül köprüsü kurduran da Arvasi Hoca’dır. Necip Fazıl, bu dostluk sonucu 1977 seçimlerinde MHP’nin İstanbul’daki mitingine katılarak konuşma yapmıştır.
Çetinoğlu: Bâzıları soruyor: ‘Neden Türk-İslâm ülküsü?’
Dr. Öner: Arvasi Hoca, hâlâ Türklerin İslâm’ın bayraktarlığını yaptığına ve bu görevin hâlâ bu millette olduğuna inanıyordu. Bu yüzden bu iki mukaddes varlığın birbirinden ayrı, farklı ve karşı varlıklar gibi gösterilmesine tahammül edemiyordu. Türklük ve Müslümanlık etle tırnak gibi birbirinden ayrılmaz bir bütündür. İşte bu sebeplerle Arvasi Hoca, l970’li yılların başından itibaren, Türkiye’yi yüceltecek ve gençliğimize benimsetilecek düşünce sisteminin adını ‘Türk-İslâm Ülküsü’ olarak koymuştur. Hoca, aynı gerekçeyle, ‘kültür mozayiği’ sözünden de çok rahatsızdı.
Arvasi, Türk milliyetçilerinin, Türk-İslâm ülkücülerinin dâvasının, Allah ve Resûlünün dâvası olduğunu, bunun da ‘İlâ-yı Kelimetullah’ dâvası olduğunu ve kıyâmete kadar devam edeceğini savunuyordu. Aksini iddia edenlerin, ya Türk milliyetçilerini tanımadığını veya bühtan ettiklerini söylüyordu ve ‘Türk milliyetçisi, her şeyden önce bir iman adamıdır’ diyordu. Türk milletinin dünyaya ‘nizâm-ı âlem’ vermek üzere gönderildiğine inanıyordu. ‘Kesin olarak iman etmişimdir ki, Müslüman Türk milleti ve onun devleti güçlüyse İslâm dünyası da güçlüdür’ diyen Arvasi, İslâm dünyasını esir almak isteyen şer kuvvetlerin ilk hedefinin Türk devleti ve Türk milleti olduğunu belirtiyordu.
Arvasi Hoca, İslâm’ın ve Türklüğün âşığıydı. Târih boyunca bütün milletlerin putları, yâni müşahhas ve maddî tanrıları olduğunu, Mûsevîlik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık gibi ilâhî dinlerde ise Allah’ın mücerret bir varlık olduğunu söylüyordu. Bu konuda sık sık ‘Târihte yontulmuş tanrısı olmayan bir millet vardır, o da Türk milletidir’ derdi. Hem Müslümanlığı, hem Türklüğü ile iftihar ederdi. Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın bir yazısında dediği gibi, Arvasi Hoca, tıpkı 17. Yüzyılda yaşayan hemşehrisi müfessir Vanî Mehmet Efendi gibi düşünüyordu. Mehmet Efendi, yazdığı ‘Araisü’l-Kur’ân’ isimli tefsir kitabında “Türkler, Kur’ân’da bahsi geçen Zülkarneyn’den maksat Oğuz Han olduğunu söylerler ki, bu konuda tereddüdü mucip olacak hiçbir nokta yoktur’ der. Hoca sık sık ‘Oğuz’un çocukları’ dediğinde gözleri ışıldar, sesi gürleşirdi.
Arvasi Hoca, Mustafa Kemal Atatürk’e, son Türk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olarak saygı duyuyordu. Onun bu konudaki duygusunu, Savaştepe İlköğretmen Okulu’nda görev yaparken öğrencileriyle 23 Nisan 1962’de yaptığı Anıtkabir ziyâreti sırasında Anıtkabir Özel Defterine yazdığı şu ifadede açıkça görmek mümkündür: ‘Cumhuriyetimizin kurucusu Aziz Atatürk’ümüzün mânevî huzurlarında millî ruh ve Türk şuurunun bütün imanını yaşadık.’ (M. Ozan Semerci, Hatıraların Aydınlığında Seyyid Ahmet Arvasi, s. 196-197)
Arvasi Hoca’nın Türk milliyetçiliği ile ilgili düşüncelerini açıkladığı ilk eseri olan ‘İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri’, 1965 yılında İstanbul’da Mümin Çevik’in sâhibi olduğu Doğan Güneş Yayınları arasında yayınlandı. Mavi kapaklı ince bir cep kitabı olarak basılmıştı. Bu kitap metni Ahmet B. Karabacak’ın sahibi olduğu Milli Hareket Dergisi’nin Ekim 1967 târihli 15. sayısında da yayımlandı. Arvasi kitabının önsözünde özetle şunları söylüyor: ‘Bugün Türkiyemiz çeşitli fikir akımlarının birbiriyle karıştığı bir alan hâline gelmiştir. Ziya Gökalp’ten önceki veya Ziya Gökalp’in fikir alanına doğuşunu hazırlayan şartlara benzer bir ortam içindeyiz. Bugün içinde bulunduğumuz kaosu böylece inceleyip değerlendirecek ve Türk milletine ışıklı bir yol açacak milliyetçi ve ileri insanlara muhtacız. Türk milliyetçiliğini her türlü istismar ve ithamdan kurtarıp, aydın Türk gençliğine yeni baştan teslim etmenin zamanı geçmek üzeredir. Bizi böyle bir sisteme ulaştıracak fikir ve bilim adamlarımızın doğuşunu beklemek yerine, bu adamları yetiştirmek yolunda bütün imkânları ve gayretlerimizi birleştirmeliyiz.’ Hoca bu kitabında milliyetçiliği şöyle târif ediyor: ‘Milliyetçilik, bir milletin kendini iktisâdî, siyâsî yönden ve kültür sahâsında güçlendirmesi ve başka millet ve gruplara sömürtmeme gayretidir. Bu bakımdan milliyetçilik; meşru bir hak ve şuurdur.’
Çetinoğlu: Merhum Arvasi’nin milliyetçilik anlayışının derinliklerine de inebilir miyiz?
Dr. Öner: Arvasi Hocanın milliyetçilik anlayışı, bütün Türklük dünyasını da kucaklıyordu ve bir anlamda Turancıydı. Henüz 17 yaşında bir delikanlı iken (1949) yazdığı ‘Özleyiş’ isimli şiirinde, onu maziye ve ecdâda âşık ve Türklüğün muhteşem çağlarına özlem duyan bir yaklaşım içinde görüyoruz:
Tuna neden köpürmüş, Kırım neden inliyor?
Nerde parlayan kılıç, Nerde o akıncı ced?
Şimdi Hazar uzaktan feryadımı dinliyor.
Ayrıldı mı Kafkaslar yurdumdan ilelebet?
Kıbrıs’ın ayrılışı derd oldu içimizde,
Barbaros’un sesini kaybettik Akdenizde,
Adalar yabancıda, dinmez dertleri bizde,
Balkanımız vatandan ayrıldı mı nihayet?’
Arvasi Hoca, ömrü boyunca Türk milliyetçilerinin sınırlarımızın dışında kalan soydaşlarımızla ilgilenmelerini ve onların kurtuluşu için mücâdele etmelerini istemişti. Onun ‘Turan’a sevgisini, öğrencilerinden M. Ozan Semerci, Hoca ile ilgili kitabındaki (s. 106) şu anekdotta çok güzel anlatmaktadır. Yıl 1960, mevsim ilkbahar. Savaştepe İlköğretmen Okulu öğretmen ve öğrencileri okulun bahçesindeki çınaraltında halay çekiyorlar. Sırası gelen Karadeniz üstünden ‘horana bak horana” diyor ve buna kendi bulduğu kafiyeli bir cümleyi ekliyordu. Sıra Arvasi Hocaya gelince ek cümle olarak ‘Karadeniz üstünden Turan’a bak Turan’a’ deyiveriyor. Kimse ‘Turan”ın anlamını bilmediği için şaşırıyor. Hafta boyunca girdiği bütün sınıflarda Hocaya ‘Turan’ın ne olduğu soruluyor. O da dersin ilk 15-20 dakikasında, Komünist Rusya’nın Orta Asya’daki Türklere yaptığı zulmü anlatıyor. Türklük dünyasının hürriyete kavuşması ve Turan ülküsünün gerçekleşebilmesi için çok güçlü bir devletimizin olmasını, bunun için gençlerin çok okuyup ve çok çalışıp ülke kalkınmasında görev almaları gerektiğini belirtiyor.
Hoca, ilk kitabı olan ‘İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri’nde, dünya Türklüğü hakkında şöyle diyor: “Anadolu Türklüğünü dünya Türklüğünden (meselâ; Kıbrıs’tan, Batı Trakya’dan, Kerkük’ten, Azerbeycan’dan vs.) koparmamak gerekir.”
Çetinoğlu: Dinî bilgiler açısından donanımlı olduğu söylenir…
Dr. Öner: Arvasi Hoca bir din âlimi kadar dinî bilgiye sâhip olmakla birlikte din adamı değildi. Onun dinî ilimler alanındaki vukufiyetini, bir Müslümanın beşikten mezara hayatını ve 24 saatini, bir haftasını, bir yılını nasıl yaşaması gerektiğini anlattığı ‘İlm-i Hâl’ isimli eserinde görmek mümkündür. Arvasi Hoca’yı yakından tanımayan bazı kişiler, dinî bilgilerinin derinliği ve dinî hassasiyetlerinin yoğunluğu sebebiyle, onu hep bir din mücahidi olarak göstermeyi tercih etmişlerdir. Fakat Hoca, iyi bir Müslüman olmakla birlikte, Türkçü denecek kadar ileri derecede bir milliyetçiydi. Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde birlikte görev yaparken, dinî yönü zayıf olan bâzı Türkçü gençlere kızdığımı ve sert biçimde eleştirdiğimi görünce beni bir kenara çekerek ‘Aman Sâkin Bey, Hareket’in Türkçü karakterini kaybetmiyelim, kaybettirmeyelim’ demiştir.
DERKENAR:
SEYİT AHMET ARVASİ’DEN SEÇMELER:
Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyet şuuruna yer yoktur.
Bir Doğu Anadolu çocuğu olarak, doğduğum ve büyüdüğüm bölge etrafında döndürülmek istenen hâin niyetlere kahpe tertiplere karşı elbette kayıtsız kalamazdım.
Beni yakından tanıyanlar bütün hayatımı ve çalışmalarımı Türk-İslam Ülküsü’ne vakfettiğimi elbette bilirler.
Biz Müslüman Türk’üz. Bizi, gelecek asırlarda yine biz olarak temsil edebilecek güçlü kadrolara muhtacız.
- Kadrolar değişmedikçe anayasalar kanunlar kararnameler ve tüzükler değişse bile bir mânâ ifade etmez.
Hayretle gördüm ki bu ülkede Türk kelimesinden ürkenler var. Yine hayretle gördüm ki bu ülkede İslâm kelimesinden ürkenler var. Ve yine ürpererek gördüm ki, bu ülkede Türk ve İslâm kelimelerinin yan yana gelmesinden dehşete kapılan kişi ve çevreler var.
Bugün yeryüzünde iki sömürgeci blok vardır. Bunlardan biri kara renkli ‘kapitalist’ emperyalizm, diğeri ise bütün fraksiyonu ile ‘kızıl’ emperyalizmdir.
Birincisi ‘çok milletli şirketlerin’ paravanasında ‘az gelişmiş veya gelişmekte olan halklara yardım etmek, hürriyet ve medeniyet götürmek’ maskesi altında, ikincisi de ‘ezilen, sömürülen halklara bağımsızlık ve adâlet götürmek’ maskesi altında ‘iç savaşlar’ çıkarmakta ve ‘dünya proleterlerinin* dayanışması’ adı altında işgalini gerçekleştirmektedir.
Ve târih bir gün acz içinde kıvrana kıvrana şehâdete susamış bir ülkücüden daha müthiş bir silahın keşfedilemediğini yazmak mecburiyetinde kalacaktır.
Çok defa beynelmilelci sloganlara yapışarak vatan çocuklarını kendi öz târihlerine millî ve mukaddes kültür ve medeniyetlerine millî ülkülerine yabancılaştırmaya dinlerine dillerine, bayrağına ve târihine düşman etmeye çalışıyorlar.
Târihine kültürüne bayrağına devletine ve milletine yabancılaşmış nesiller ve kadrolar teşekkül etmişse bizi biz yapan millî ve mukaddes değerlerimize alenen tecâvüz edilebiliyorsa devletin ve milletin bütünlüğüne yönelen eylemler pervasızlaşmışsa bunları sâdece sosyal değişmelerin tabii sonuçları olarak yorumlamak mümkün değildir; ihânetle, kendini sosyal değişmenin sancıları ile maskeleyemez.
İtikat ve ibâdete bid’at katan, İslâmiyet’i kendi dar idraklerine göre yorumlamaya kalkan beyinsizler kendilerine ne ad verirlerse versinler, asla İslâm’a hizmet etmemektedirler.
Türk milliyetçilerinin çile ve ıstıraba duçar olduğu dönemler Türk millî şuurunun yeni bir zaferini müjdelemektedir.
Mustaripler, mağdurlar ve mazlumlar çoğalıp Türk milliyetçilerinin saflarını takviye ettikçe hareketin aşk ve harâret potansiyeli de artmaktadır.
Türk’üm Müslüman’ım ve medeniyim diyen Türk-İslâm ülkücülerine en az 200 yıldan beri ezilen hor görülen vatan çocuklarına devrimbazların neden niçin ve nasıl düşman edildiğini acaba gösteremeyecek miyiz?
‘Türk’üm’ derse ilkel olmakla itham edilen milletin târihine kültürüne ülküsüne yabancılaşmayan öğretmen memur polis, öğrenci, işçi ve halkın ıstırabı ne zaman bitecek?
Vatanımız ve milletimiz dört bir yandan ayrı renk ve biçimde gelişen kültür emperyalizmine mâruz kalmaktadır. Kapitalist ve komünist oyunlara ilâveten Arap ve Fars kültürünün ülkemizdeki tahribatı çok büyük olmaktadır.
Türk Milletinin hayatî meselesi tamamen kendinden olan kendini çok seven millî târihine millî kültürüne gönülden bağlı ve bu değerlere yabancılaşmamış aydın ve milliyetçi kadrolardır. İşte millî eğitim Türk milletine dâima bunları vermelidir.
Dinimizin ve milliyetimizin düşmanları din ve milliyet gibi iki mukaddes varlığımızı birbirine düşman göstermek oyunundan kolay kolay vazgeçeceğe benzemiyor.
İnanıyorum ki hem Türk, hem Müslüman olmak hem de muasır dünyaya öncülük etmek mümkündür.
Türk devletini yıkmak ve Türk milletini parçalamak isteyen bölücüler yalnız Türklüğe değil İslâm’a da ihânet etmektedirler.
İslâm dünyasını esir almak isteyen şer kuvvetlerin ilk hedefi Türk devleti ve Türk milleti olmuştur.
Kesin olarak iman etmişimdir ki Müslüman Türk milleti ve onun devleti güçlüyse, İslâm dünyası da güçlüdür.
Kişi milletini sevmekle suçlanamaz. Milletinin efendisi, milletine hizmet edendir. Vatan sevgisi imandandır.
*Proleter: işçi. (Komünist rejimlerde halk, proleter ve burjuva olarak iki kısımda mütalaa edilirdi. ‘Eğitimli ve varlıklı insan’ mânâsındaki burjuva, rejim aleyhtarı olarak görülür ve ezilmeye, yok edilmeye çalışılırdı.)
(Devam Edecek)