Vefatı: (31 Aralık 1988)
(Birinci Bölüm)
Oğuz Çetinoğlu: Türk-İslâm Ülküsünün Mütefekkiri, ‘Asrın Yesevisi’ Seyyid Ahmet Arvasi 36 yıl önce 31 Aralık 1988 târihinde İstanbul’da vefat etti. Onu değerli kılan özellikleri ile röportajımıza başlayabilir miyiz?
Dr. Sâkin Öner: Arvasi, çok yönlü bir şahsiyetti. Bir fikir ve dâva adamı olmasının ötesinde eğitimci, şâir ve yazardı. Büyük bir idealist ve eylem adamıydı. Çok kültürlü gerçek bir entellektüeldi. ‘Mektep Adam’dı. Tavizsiz bir Müslüman ve şuurlu bir Türk milliyetçisiydi.
Seyyid Ahmet Arvasi, bir misyon (vazife) ve vizyon (hedef) sâhibiydi.
Çetinoğlu: ‘Misyonu’ ve ‘vizyonu’ hakkında neler söylemek istersiniz?
Dr. Öner: Misyonu; Türk gençliğine ve milletimize ‘ilâ-yı kelimetullah’ idealini ve Türk-İslâm ülküsünü benimsetmekti. Vizyonu ise, bu ideal ve ülkünün alperen ruhuyla yetiştirilecek gençler eliyle dünyaya yayılmasına vesile olmaktı. Bütün ömrünü bu gaye ve hedef uğrunda çalışma ile doldurdu. Onun şahsiyetinin ağır basan yönü eğitimciliğiydi. Gerek 27 yıllık öğretmenlik hayatında, gerekse emeklilik hayatında eğitimciliğine ara vermedi. Gerek sivil toplum kuruluşlarındaki konuşmalarında, gerek gazete ve dergilerdeki yazılarında, gerekse evinde misafirleriyle yaptığı hasbıhallerde hep eğitimciliğini ön plânda devam ettirdi.
Hiçbir konuda taassubu yoktu. Çünkü gerçek bir münevverdi. Doğu ve batı düşünürlerinin hepsini okumuştu. Bütün fikir akımlarını ve ideolojileri, İslâm dinini, dinî ilimleri, dinler felsefesini, eğitim psikolojisini ve sosyolojisini iyi biliyordu. Bu bilgisini; ‘Kendini Arayan İnsan’, ‘İnsan ve İnsan Ötesi’, ‘Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz’, ‘İlm-i Hâl’ ve ‘Eğitim Sosyolojisi’ isimli eserlerinde bu zengin kültürün yansımalarını açıkça görebiliriz. Hocanın bu kültür birikiminden dolayı muhalif düşünceli kişiler ve öğrencileri onunla tartışamazlardı. Sonra Hocanın kuvvetli bir mantığı vardı ve tartışma âdabını iyi bilirdi. Muazzam bir analiz ve sentez kabiliyetine sâhipti.
Medenî ve sosyal bir insandı. Her görüş ve yapıdaki insanı saatlerce sabırla dinler, görüşür, tartışırdı. Tartışmanın galibi her zaman Arvasi Hocaydı. Bu yüzden aşırı sol görüşlü öğrenciler onun dersine girmek istemezlerdi. Çünkü dersin sonunda düşüncelerinin ve inandıklarının sarsıldığını görürlerdi. Bir gün derste Darwin’in evrim teorisi görüşülürken, bu teoriyi savunan bir öğrenci ‘Hocam, diyorlar ki, insan maymunun gelişmiş şekliymiş, doğru mu?’ diye sorunca, Hoca ‘O zaman, o mantığa göre çınar ağacı da maydanozun gelişmiş şeklidir’ diye cevap vermiş. Tabii Darwin’in teorisi, bu cevap karşısında iflas etmiştir.
Hoşgörüsü çoktu. Kızmazdı. Yalnız İslâm’a ve Türklüğe karşı bir haksızlık veya saldırı yapılırsa çok sinirlenir ve çok sert tepki gösterirdi. Çoğu zaman gülerek konuşur, ortamı yumuşatırdı. Sevdirir, müjdeler, korkutmazdı. Herkesi ilgi ve sevgisiyle kucaklamaya çalışırdı. Çünkü kaybetmeyi sevmiyordu, herkesi kazanmayı düşünüyordu. Hatâlar ve eksikler üzerinde fazla durmazdı. Çocuklara da büyük adam gibi değer verir, onları karşısına alır, dinler ve ciddî cevaplar verirdi. Özellikle gençlere çok değer verir, onları büyüklere karşı korurdu. Çünkü onları geleceğimizin mîmarları olarak görüyordu. Onlara asr-ı saadet yıllarını, alperenleri, derviş gazileri anlatırdı. Onlara maddî ve mânevî sıkıntılarında yardımcı olmaya çalışırdı.
Çetinoğlu: Liderlik vasıfları hakkında neler söylemek istersiniz?
Dr. Öner: Liderdi. Onun için bütün milliyetçi gençlerin de kendilerini lider olarak yetiştirmelerini isterdi. ‘Bir milliyetçi yaptığı işte en iyi olmalı’ derdi. Bulunduğu toplulukta hemen bir çekim merkezi olurdu. Herkes onun etrafında toplanır, onu dinler ve onun tavsiyelerine göre hareket ederlerdi. Bu yüzden etrafındakiler düşünce tembeli olmuşlardı. Çünkü çözemedikleri meseleyi Hocaya getirirler, o da meseleyi basite indirger, herkesin anlayacağı şekilde analiz eder ve yorumlardı. Biz bunun böyle olduğunu vefatından sonra daha iyi anladık. Bu konuda büyük boşlukta kaldık. Artık bundan sonra bütün meseleleri kendimiz çözmek mecbûriyetindeydik.
Bütün zamanını mesleği ve dâvâsı doldurduğu için âilesine pek zaman ayıramazdı. Sanıyorum âilesi onun misyonunun ve vizyonunun farkındaydı. O yüzden fazla sıkıştırmıyorlardı. Uyuduğu geceler azdı, zamanını gündüz işine, akşamları da dostları ve öğrencileriyle sohbete ayırırdı. İbâdet saatleri dışında kalan gece saatlerinde de yazılarını ve kitaplarını yazardı. Çok misafirperverdi, misafirlerine bizzat kendi ikramda bulunurdu. Eliyle çay, kahve, çörek dağıtır, yemek saatiyse mutlaka yemeğe alırdı. Bu konuda müdâhele edenlere ‘beni şanlı Peygamberimin sünnet-i seniyyesinden mahrum bırakmayın’ diye çıkışırdı. Misâfirlerinin tek tek hatırlarını sorar, gönüllerini alırdı.
Çetinoğlu: Âile çevresi nasıldı?
Dr. Öner: Âilesinin ve sülâlesinin her ferdi İslâm’ı hayat tarzı olarak benimsemişlerdi. İslâm’ı hem yaşıyor, hem yaşatıyorlardı. Vefatından bir iki yıl önce Tekirdağ Ziraat Fakültesi’nde öğretim üyesi olan damadı Doç Dr. Reşat Yaman Karadeniz bir trafik kazası sonunda vefat etmiş, kızı da bu kazada ağır yaralanmıştı. Duyar duymaz arkadaşlarımızla evine gittik. Ev alıştığımız ölü evi gibi değildi. Sanki hiçbir şey olmamış, hayat normal devam ediyordu. Ne bir feryat, ne bir ağlama, ne inleme sesi, ne de üzgün ve asık bir yüz gördüm. Hocam beş on dakika içinde damadı ve kızının başına gelen kaza hakkında bilgi verdikten sonra bizi akşam yemeğine aldı. Yemekten sonra da eskisi gibi çaylar, kahveler içildi, meyveler yenildi. Türkiye ve dünya meseleleri görüşüldü. Sonra ayrıldık. Aynı durumla Hocanın vefat ettiği 31 Aralık l988 sabahında da karşılaştım. Allah’tan gelen bu tecelliyi bütün âile tevekkülle kabullenmiş, nefislerini Allah’a teslim etmişlerdi. Ben o zaman dedim ki, tam inanmış bir âilenin ölüm karşısındaki tavrı böyle olmalı.
Kısacası Seyyid Ahmet Arvasi, inandığını yaşayan samîmi bir Müslüman, gerçek bir münevver ve entelektüel, alanında âlim, yiğit bir Türk milliyetçisi, örnek, bir dâvâ ve fikir adamıydı. İstanbul beyefendisiydi. Doğru, dürüst, düzgün bir adamdı. Dostuna munis ve müşfik, düşmanına korkusuz ve cesurdu. Özetle dört dörtlük adamdı.
Çetinoğlu: Eğitimciliği, milliyetçiliği, hâtıraları, yazıları ve şiirleri hakkındaki bilgilerinizi lütfeder misiniz?
Dr. Öner: Seyyid Ahmet Arvasi’nin en belirgin vasfı, eğitimciliğidir. 1952 yılında başlayan eğitimcilik hayatı, resmî olarak 11 Haziran 1979 târihinde Ümraniye Lisesi Rehberlik Öğretmeni olarak emekli oluncaya kadar devam etti. Aslında onun eğitimcilik hayatı, cemiyet ve ev hayatı içinde, vefat târihi olan 31 Aralık l988’e kadar devam etti. Toplumu ve özellikle gençliği, çağın ilmî ve teknolojik gelişmelerinden kopmadan, Türklük şuuru ve İslâm imanı ve ahlakiyle yetiştirmeyi aslî vazife olarak benimsemişti.
Çetinoğlu: Öğretmenlik hayatından bahseder misiniz?
Dr. Öner: Arvasi Hoca, İlkokul Öğretmeni olarak 1952-1953 öğretim yılında Konya’nın Beyşehir ilçesinin Doğanbeyli nâhiyesinde çalıştıktan sonra 1953-1954 öğretim yılında Ağrı’nın Tutak ilçesinin Mollaşemseddin köyü ilkokuluna tâyin oldu. 1955-1956 yıllarında yedeksubay olarak askerlik görevini yaptı. 1956-1958 yılları arasında Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümünü bitirdi. Bundan sonraki meslek hayatında hep Öğretmen Okulları ve Eğitim Enstitülerinde görev yaptı. Sırasıyla; 1958-1959 öğretim yılında Van’ın Erciş ilçesinin Alparslan İlköğretmen Okulunda, 1959-1965 yılları arasında Balıkesir’in Savaştepe ilçesinin İlköğretmen Okulunda, 1965-1972 yılları arasında Balıkesir’deki Necati Eğitim Enstitüsünde, 1972-1975 yılları arasında Bursa Eğitim Enstitüsünde ve 1975-1978 yılları arasında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde Pedagoji Öğretmeni olarak çalıştı. Bu sürede ben de İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde Müdür Başyardımcısı olarak görev yaptım. Arvasi Hoca Enstitüde Eğitim Psikolojisi ve Eğitim Sosyolojisi gibi meslek derslerine giriyordu. Eğitim Sosyolojisi dersinin ders kitabını da yazmıştı. Bu kitabı bütün Eğitim Enstitülerinde okutuldu. Arvasi Hoca, Öğretmen Okulu ve Eğitim Enstitülerindeki 20 yıllık kesintisiz öğretmenliği sonunda binlerce İlkokul, Ortaokul ve Lise Öğretmeni yetiştirdi. Bu sâyede adı ve düşünceleri bütün Türkiye’ye yayıldı.
Çetinoğlu: Düşünce ve inançları sebebiyle haksızlıklara mâruz kaldığı biliniyor…
Dr. Ömer: Evet! 1978 yılında Ecevit Hükümetinin bürokrasideki ülkücü kıyımından Arvasi Hoca da nasibini aldı. Ben ve birçok arkadaşımız gibi o da Atatürk Eğitim Enstitüsü’nden sürgün edildi. Sürgün edildiği okul, Kırşehir Lisesi idi. Okul, Kırşehir’de solcuların hâkim olduğu kurtarılmış bölgedeydi, orada çalışma imkânı yoktu. Ama Hoca, yiğitçe gitti, göreve başladı, fakat gerçekten çalışamayacaktı. Duruma üzülen Vanlı hemşehrileri devreye girdi, daha önce başbakanlık yapmış olan hemşehrileri Ferit Melen’le görüşerek, Hocanın İstanbul’a âilesinin yanına tâyinine yardımcı olmasını rica ettiler. Melen devreye girdi ve Hocayı İstanbul’a tâyin ettiler. 27 Nisan 1978’de göreve başladığı Kırşehir Lisesi’nden Ümraniye Lisesi’ne tâyin oldu. 23 Ağustos 1978’de bu okulda göreve başladı. O târihlerde bu okulun bulunduğu bölge de solcuların hâkim olduğu ‘kurtarılmış bölge’ diye isimlendirilen bölgelerdendi. Bu okulda Hocaya ders verilmeyerek okula sokulmadı. O da çoğu zaman rapor alarak 1978-1979 öğretim yılını tamamladı. 10 Haziran 1979’da yapılan MHP’nin 14. Büyük Kongresinde yakın dostlarının girişimiyle bilgisi dışında MHP Genel İdare Kurulu Üyesi seçildi. Kendisi o anda İstanbul’daydı ve hiçbir şeyden haberi yoktu. 11 Haziran 1979 Pazartesi günü radyoda 13.00 haberlerini dinlerken bu göreve seçildiğini öğrendi. En ufak tepki görmeyerek ertesi günü Ümraniye Lisesi’ne giderek emeklilik dilekçesini verdi.
Çetinoğlu: Fakat hocalığı bırakmadı…
Dr. Öner: Bırakmadı. Arvasi Hoca emekli olduktan sonra eğitimciliğini üç ayrı kulvarda devam ettirdi. Bir yandan basındaki günlük yazıları ve kitaplarıyla halkımızı, bir yandan sivil toplum kuruluşlarındaki konuşmalarıyla gençleri ve yetişkinleri, bir yandan da evindeki sohbetlerle dostlarını ve öğrencilerini eğitmeye devam etti. Çok geniş bir kültür ve ilim sâhibi idi. Onun için her konuda konuşabiliyordu. Etkili ve ikna edici bir anlatımı, çok güzel bir sesi vardı. Zekâ fışkıran kapkara gözleriyle insanın içini okurdu. Her soruya doğru ve inandırıcı cevaplar verirdi. Onunla münâkaşa eden solcu öğretmenler ‘Arvasi ile münâkaşa etmeye gelmiyor, insanı allak bullak ediyor’ derlerdi. İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde birlikte çalıştık. Solcu öğrencilerin, kafaları karışarak değişecekleri korkusuyla Arvasi Hoca’nın derslerine girmediklerine çok defa şâhit oldum. Bu okulda milliyetçi arkadaşlarımızın çoğu yönetici idi, fakat o sadece öğrencilerinin değil, bizim de öğretmenimiz, kanaat önderimizdi. Biz sıkıldığımız ve tıkandığımız anlarda ona danışırdık. O da mutlaka bize şartlara göre en uygun çözümü gösterirdi. Biz de rahatlar ve onun gösterdiği yolda yürürdük. Emekli olduktan sonra 12 Eylül darbesine kadar Hergün gazetesinde “Türk-İslâm Ülküsü” başlıklı köşede Türkiye ve dünya meselelerini tahlil eder ve çözüm önerileri sunardı. Daha sonra bu yazıları kitap olarak yayımlandı. Hergün’de de beraberdik. Ben de hem gazetenin Haber Müdürlüğünü yaptım, hem de “Ülkücünün Gündemi” başlıklı köşede günlük yazılar yazıyordum.
Çetinoğlu: Eğitim anlayışından bahseder misiniz?
Dr. Öner: Arvasi Hoca’ya göre eğitim, insanın yaradılış özellikleri göz önünde bulundurularak düzenlenmelidir. Eğitim, insanda doğuştan var olan niteliklerin farklılaştırılması ile ilgilidir. Amacı, insanın olumlu yönlerini geliştirme, olumsuz taraflarını azaltma veya yok etmeye yöneliktir. O, eğitimi, insanı yoğurma ve biçimlendirme süreci olarak kabul eder. Ona göre eğitimin hedefi, insanı gerekli bilgi ve beceriler, kazandırılacak olumlu niteliklerle yüceltmek, tabiatın ve tabiattaki yaratılmışların efendisi yapmaktır. Eğitimi, herkesin temel hakkı kabul eden Arvasi, bu konuda herkese fırsat ve imkân adâleti sağlanmasını, her yerde, sürekli ve dengeli olmasını, ferdi farklılıkların esas alınması gerektiğini belirtiyordu. Eğitim, demokratik, planlı ve programlı olmalı, teori ve pratiğe yer vermeliydi. Kurumlar teknolojik gelişmelere göre şekillendirilmeliydi. Ona göre, yükseköğretime de büyük önem verilmeli, kademeleri esnek olmalı ve ara sınıflardan mezuniyete imkân verilmeliydi. O yıllarda eğitimde yatay ve dikey geçişlere imkân verilmiyordu.
Arvasi Hoca, eğitimin ‘millî’ olmasına büyük önem verirdi. Ona göre eğitim, yabancılaşmaya karşı millî şuuru uyanık tutmalı, kültür mirasını yeni nesillere aktarmalıdır. Eğitim, millî kültürü zenginleştirmek için, başka milletlerin kültürleri ve eserlerinden de faydalanabilir. O, yabancı medeniyet ve kültürleri tanımaktan yanaydı, gençlerin dünya ile iletişim kurabilmeleri için yabancı dil öğrenmelerini teşvik ederdi. Fakat yabancılaşmaya karşıydı. Bu sebeple, yabancı dille eğitimi, kültür sömürgeciliği olarak görüyordu. Arvasi’ye göre eğitim, sosyal değişmeyi sağlayıcı, sosyal çözülmeyi önleyici olmalıdır. Eğitim, kültür fonksiyonu ile nesiller arasında kopukluk oluşturmadan ve başka kültürlerin etkisi ile kendi kültürüne yabancılaşmadan çağdaşlaşmayı gerçekleştirebilmelidir.
Çetinoğlu: İdealist düşüncelerinin temelinde ne vardı?
Dr. Öner: Arvasi’ye göre, eğitimin politik fonksiyonu ile milletin ulaşmak istediği nihaî hedeflere ve millî ülkülere uygun insanı yetiştirmesi gerekir. Millî ülkü ve hedefleri politik bir fonksiyon hâline getirmemiş bir eğitim, milletine yabancılaşmış ve canavarlaşmış tiplerin çoğalmasına sebep olur. Hiçbir millet kendini ortadan kaldıracak, târihten silecek veya başka milletlere köle edecek eğitime izin vermez, vermemelidir. Eğitimin ekonomik fonksiyonu, fert, toplum ve iktisâdî alanın istek ve ihtiyaçlarına göre eğitimin teşkilatlandırılmasını, okulların açılmasını, personelin yetiştirilmesini ve fert ve grupların kabiliyetlerinin geliştirilmesini göz önünde bulundurur. Eğitim bu işleviyle millete güçlü üreticiler, akıllı ve bilgili tüketiciler, zeki ve namuslu müteşebbisler ve çağdaş ekonomik savaşlarda milletimizi ve devletimizi savunabilecek kadroları yetiştirebilmelidir.
Çetinoğlu: “Sosyal yönü kuvvetliydi” diyorsunuz. Sosyal yönü hakkında biraz bilgi verir misiniz?
Dr. Öner: Arvasi Hoca her tip ve karakterde kişi ile görüşebilen, her ortama girebilen ve uyum sağlayabilen bir insandı. Davet edildiği bütün sivil toplum kuruluşlarının sosyal etkinliklerine katılırdı. Bu yönüyle tam bir cemiyet adamıydı. Bu konuda bir anekdotu paylaşmak istiyorum. Ömrünü Türk milliyetçiliği ülküsüne adamış olan büyük sanatçı İlham Gencer, sık sık İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’ne gelerek ülkücü gençlere millî parçalardan oluşan konserler verirdi. Bir defasında okulumuzun öğretim kadrosunu Yeniköy’de müzik yaptığı Yalı Restoran’a davet etti. Bir gece on kadar arkadaşımızla bu davete icabet ettik. Başımızda da Arvasi Hoca vardı. Gencer bizi görünce yaptığı müziği keserek “İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nün saygıdeğer öğretim üyeleri restoranımızı onurlandırdılar” diyerek hâzirûna tanıttı. O andan itibaren o içkili mekânda programını değiştirerek tamamen millî bir müzik ziyâfeti çekti. Oraya sırf İlham Gencer’in okulumuza ve öğrencilerimize gösterdiği yakın ilgiye teşekkür etmek için gitmişti.
* * *
SEYİT AHMET ARVÂSİ’DEN BİR KİTAP TÜRK İSLAM ÜLKÜSÜ:
Çağımızın güzel ahlak ve fazilet timsali âlimlerinden biri olan merhum eğitimci-sosyolog Seyit Ahmet Arvasi, yaşadığı dönemde Türk gençliğinin yolunu ve gönüllerini aydınlatmış bir ülkü eridir. O, gençlerin ideolojik bataklıklar içerisinde çırpındığı bir dönemde, kurtarıcı olarak ortaya çıkmış, kalemi ve sohbetleriyle kısa zamanda kendini sevdirmiş ve saydırmıştır. Fikir üretmiş ve gençlerin doğru yerde olmaları, doğru yolda ilerlemeleri için çalışmış ve başarıya ulaşmıştır.
Arvasi hoca, fikir ve düşünce hayatının çeşitli uçurumlarında dolaşan gençlerin koruyucu meleği olmuştur. Hedefini çok açık ve net bir şekilde şu veciz cümle ile ortaya koymuştur: ‘Ben, İslâm iman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saâdet bilen, büyük Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâmiyet’i gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sâhibim.’ Bu ideal, Türk gençliğinin büyük bir bölümü tarafından benimsenmiştir.
‘Türklük bedenimiz, İslâm ruhumuz’ sloganı ile harekete geçen gençler, yıkıcı-bölücü eylemler önünde aşılmaz setler oluşturmuşlar, Türkiye’yi kanları ve canları pahasına büyük tehlikelerden korumuşlar.
Daha önce 3 ayrı cilt hâlinde basılan kitap, bu defa, 16 X 24 santim ölçülerinde 768 sayfalık tek cilt halinde toplanmış ve Aralık 2013’te okuyucunun istifadesine sunulmuştur.
BİLGEOĞUZ YAYINLARI: Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul.
Telefon: 0.212-527 33 65 Belgegeçer: 0.212-527 33 64 e-posta: bilgi@bilgeoguz.com.tr www.bilgeoguz.com.tr
(Devam Edecek)