Edip, Şâir, Muharrir Ve Dergi Yayıncısı Av. İsmail Özmel İle Sohbet

88

Oğuz
Çetinoğlu:
İnsanoğlunun merâkı sonsuz… Araştırıyor ve yeni bilgilere
ulaşıyor. İlk insan hakkındaki bilgilerimizle alâkalı durum nedir?

Av. İsmail
Özmel:
  İlk insan konusunu eşelediğiniz zaman
belirsiz, derin ve karanlık bir döneme girdiğimizi, insan müfekkiresinin cevap
bulamadığı bir döneme uzandığımızı kabul etmeliyiz. Çünkü halen Asya kıtası
denilince Türk kaynaklarına ve Çin kaynaklarına yeterince ulaşılmadığını,
bugünkü aklımız ve birikimlerimizle bazı yorumlar vermeye çalıştığımızı kabul
etmemiz gerekir.

Çetinoğlu: Çin’de ‘Türk
Piramitleri
’ de denilen Beyaz Piramitler’in içinde, ay yıldız ve kurt başı
figürleri bulunduğu iddia edildi. Bu durumu nasıl yorumlamak gerekiyor?

Av. Özmel: Araştırmacı yazar Oktan Keleş, Çin’in orta
kesimindeki Şanşi eyâletinin başşehri Şian şehrinin 100 kilometre yakınında
bulunan piramitlere girdi. Kurt başı resimlerinin bulunduğunu söyledi. Keleş,
bölgeye daha önce de araştırma yapmak için başkalarının gittiğini ancak
araştırmacıların görüntü almasına izin verilmediğini ve yayımlanan
fotoğrafların, ‘şu ana kadar
yayımlananlar arasında en kapsamlısı
’ olduğunu vurguladı.

Çetinoğlu: Kurt başı Türklerin târih boyunca sembolü olmuş bir
şekil. Nasıl yorumlamak gerek? Piramitlerin bulunduğu bölge Türklerin yurdu
olabilir mi?

Av. Özmel: Piramitlerdeki
materyallerin Türk târihi açısından büyük önem arz ettiğini ve bütün ezberleri
bozacak kadar dünya târihi açısından önemli olduğunu
’ savunan Keleş, şu
ifâdeleri kullandı:

‘Yaşlı bir Çinli rehber eşliğinde piramitlere yakın
bir yerden doğal bir mağaranın içerisine girdik. Karanlıkta 40-50 metre kadar
yürüdük. Mağarada üç kanallı bir girişe geldik. Sonra dikey bir yerden 7-8
metre aşağıya kaydık. Geniş bir alana geldiğimizde Çinli rehber bize ‘Piramidin
içindeyiz’ dedi. Mezar odasında yerde boyu 2 metreye yakın bir mumya vardı.
Mumyanın başında bulunan bir kayada çeşitli işâret ve yazıların yanı sıra ay-yıldız,
kurt başları gördük. Alana ışık tutulduğunda şoke olduk. 3 metre boylarında,
muhtemelen granitten yapılma bir baş heykeli vardı. Çinli rehber, ‘O sizin atanız Oğuz Kağan’ın temsili
suretidir
’ dedi.” (Hürriyet Gazetesi 03. 04. 2010 s: 26)

Orta Asya dönemlerindeki Türk-Çin münâsebetleri
üzerine yorumlar verdiğimiz zaman görülecektir ki, Türk kültürü, medeniyeti ve
askerî birikimi, o zamanın önemli kültür birikimlerinden Çin’le boy ölçüşecek
durumdadır. Hatta ondan üstün olduğunu ispat eden dönemler yaşanmıştır. Bu
mücadelelerden bazen Çinliler bazen de Türkler galip gelmişler ve fakat Türk
kültür ve Medeniyetinin gücünü ve zenginliğini ispat eden koskoca bir Çin Seddi
gözler önündedir.

Çetinoğlu: Türklerden korunmak için yapıldığı biliniyor…

Av. Özmel: Bizim açımızdan Türk kültürünün etkilerini azaltmak
hatta ortadan kaldırmak gibi bir iddiası olan Çin Seddi, Çinliler açısından da,
bu kadar uzun ve büyük bir Seddi ne için ve nasıl yapmışlar? Demek ki Türk
akınları Çin’i bezdirmiş ve kendilerini batıdan gelecek akınlara karşı emin
hissetmek için, bu Seddi inşa etmişler diyebiliriz. Anlaşıldığına göre o zaman
Çin mimarî birikimi ve taş işçiliği yabana atılmayacak kadar gelişmiş ve Türk
korkusu ve korunma duyguları içinde bu Seddi inşa etmişlerdir.

Yüzyıllar sonra uzay  araştırmaları sırasında, insan eliyle yapılan
ve aydan varlığı tespit edilen tek eserin Çin Seddi olduğu söylenmiştir. Bunu
düşünmek bizim yarattığımız kültür ve medeniyetin azametini ortaya koyduğu gibi
Çin’in kültür ve mimarî birikiminin de yabana atılmayacak seviyede zengin
olduğunu göstermektedir.

Çetinoğlu: En eski insanın; tabiat karşısındaki durumunu ve tutumunu
biraz daha eşelemek mümkün mü?

Av. Özmel: Bulutlar ve şimşek çakmalar, sicim gibi yağmur,
bunları ilk insanın merakla, biraz da korkuyla seyrettiği manzaralar olduğunu
TAHMİN EDİYORUM. Kıyılar, büyük su birikintileri, deniz ve ormanlardaki
ağaçlar, onların dallarındaki tat veren meyveleri, kurtların, kuşların sesleri,
fırtına ve toz bulutları, sisli zamanların gözlere çektiği perde, sonra güneşle
aydınlanan dünya, bütün bunlar insanı; bilinmeyen bir mekâna giden insanın
korku ve şaşkınlığına benzer; duygular içinde bırakmıştır. Hele akşam olunca
güneşin kaybolması, acaba nereye gitti, göz gözü görmez oldu, ya bir daha
doğmazsa, ortalığı ne ile aydınlatacağız, ne ile ısıtacağız gibi düşünceler ve
şüpheler insanın sabaha kadar uykuda geçen zamanı ve sabahleyin ufuktan güneşin
tekrar doğması, hem şaşırtan ve hem de şükrettiren olgular olarak
görünmektedir. Belki insan, bu şükürle Gök Tanrı’nın yani tek Tanrı’nın
varlığını hissetmiş ve onun yüce varlığını içinde duymuştur. Batan güneşin
yeniden doğması ancak yaratanın lütfu olacağını düşünmüştür.

Çetinoğlu: Bugünkü mantık ve malzemelerimizle düşünürsek…

Av. Özmel: İnsan, her gün sabah doğan güneş, ısıtan, büyüten
güneş akşam ufkun ötesine gidince, nereye saklandığını veya onun da geceyi
uyuyarak mı geçirdiğini, yine çıkıp gelip gelmeyeceğini merak etmiştir.
Azalarak mı gelecek, çoğalarak mı, gelirken neler getirecek, giderken de bir
şeyleri götürdü mü? İyi ve bolluk günlerini mi, âfet ve felâket zamanlarını mı
getirecek? Muhakkak ki insan, güneş tepelerin veya denizin ötelerine
saklandığında bir korku, bir gariplik, bir yalnızlık, içinde kıymetli bir
şeylerini kaybetmiş olmanın acısını duymuştur. Belki bu korku ve yalnızlık
sebebiyle hareket edememiş, gözlerini yummuştur. Nihayet uyku imdadına yetişmiş
ve uyandığında uzaklardan güneş ışığını bir müjde gibi karşılamış ve çok
sevinmiştir. Âdeta akşam kaybettiğini sabahleyin bulmanın heyecanını
yaşamıştır.

Çetinoğlu: Önceki bir söyleşimizde Türkçenin zaman içinde karşılaştığı
iki büyük olayı, İslâm’ın kabul edilmesiyle ortaya çıkan dil meselelerini,
batıya yüzümüzü çevirdiğimizden beri Türkçenin mâruz kaldığı batı dillerinin
kelime, kavram hücumu karşısındaki dayanıklılığını, yeni kelimelere karşılıklar
bulmada zorluk çekmediğini, her iki medeniyet dairesinde Türkçenin
güçlendiğini, bu mücadelelerden kazançlı çıktığını söylemiştiniz.

Türkçenin bu iki serüvenini, sizin bakışınız gibi, değerlendiren
ve yorumlayan başka bir kaleme rastlamadığımı da burada belirtmeliyim.

İslam kültür dairesi öncesindeki dönemlerde Türkçenin
karşılaştığı başka bâdireler var mıdır? Bu dönemleri nasıl
değerlendiriyorsunuz?

Av. Özmel: Şimdiye kadar bu konularda böyle açık seçik sorular
sorulduğunu ve cevaplar arandığını hiçbir yerde okumadığımı, hiçbir yerde
duymadığımı söyleyebilirim.

Türkçe dünya dillerinin en yaşlılarından birisidir.
Konuşulduğu coğrafyalar yönünden de sayılı dillerden birisidir ve çok geniş sahalarda
konuşulmaktadır. Bu coğrafi genişlik komşu dillerle münâsebeti artırmakta ve
diller birbirlerine kelime ve kavram vermekte ve etkileşim devam edip
gitmektedir. Bu kelime akışı ile âlet, edevat, teknoloji, makine, edebî ve
kültürel eserlerin; ticaretle ve buna benzer münâsebetlerle yayıldığını; kelime
alış verişine sebep olduğunu söyleyebiliriz.

Orta Asya’dan, yahut da kuzey doğudan geldiği kabul
edilen kavimler arasında Türklerin de olduğu bilinmektedir. 11 milyon kilometre
kare olduğu hesap edilen bu büyük coğrafyanın bir yanında Rusya, diğer yanında
Çin, güneyinde Hindistan vardır. Genel olarak çizdiğimiz bu sahada temas edilen
büyük diller elbette Türkçeyi etkilemeye çalışmış, Türkçe de varlığını
güçlendirerek kendini korumaya çalışmıştır. Bunda kültür, edebiyat ve sanat
birikimleri ile yaratılan medeniyet; çevre ülkelerle mukayese edildiğinde;
ulaştığı merhale kelime akışını şu veya bu şekilde etkilemiştir.

İki üç bin yılı geçkin bir târihî komşuluk, yıllar
süren silahlı silahsız mücadeleler ve ticaret gibi vasıtalar göz önüne
alındığında, bu iki komşu dilin birbirine kelime vermemesi eşyanın tabiatına
aykırıdır. Bu bakışla Türkçeden Çinceye, Çinceden Türkçeye kelime geçmiş
olduğunu varsaymamız gerekmektedir. Fakat dikkat çekicidir, her nasılsa
Çinceden Türkçeye kelime geçtiği akla gelmiş de Türkçeden Çinceye kelime geçmemiştir
gibi bir varsayımla hâdiseye bakılmıştır. Zaman içinde, dil tetkikleri
geliştikçe mesele aydınlanmaya başlamış ve Prof. Dr. Günay Karaağaç’ın sunduğu
V. LEFKE EDEBİYAT BULUŞMASI-TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİNE ETKİSİ adlı eserde (Akçağ
Yayınları 1. Baskı/2004-Ankara), ‘Türkçedeki Çince unsurlar üzerinde şimdiye
kadar monografik bir çalışma yapılmamıştır: Bu konudaki bilgilerimiz ancak bazı
sözlük yazarlarının Türkçe ile açıklayamadıkları sözleri Çince saymalarından
ibârettir. Meselâ, Martti Rasanen. Sözlüğünde 147 kelimeyi Çince kaynaklı
göstermiştir; ancak ne bu 147 sayısı ne de gösterilen kelimelerin hepsinin
Çince olduğu kesindir.’ (Age. s:15) Yani Çince olduğu kesin bir şekilde
bilinmemektedir. ‘Diller arasındaki alış-verişlerin belirlenmesi, yazının
yaygınlık kazandığı yeni dönemlerde, eskiyle kıyaslanamayacak kadar
kolaylaşmıştır. Bu sebeple, yakın dönemlerde Çinceden Türkçeye geçmiş unsurları
işleyen bir çalışma 1970 yılında, Moskova’da Tursun Rahimoviç Rahimov
tarafından yayımlanmış ve eserde Çinceden Yeni Uygur Türkçesine geçmiş 1873 söz
ve şekil tespit edilmiştir.’(Age. s:15)

Çetinoğlu: Başka araştırmalar da olmalı…

Av. Özmel: Bu gibi kelime alış verişi konularında araştırma
yapmanın birinci şartı inceleme konusu yapılacak dilleri bütün derinliği ve
incelikleri ile bilmekten geçmektedir. Bu konuda son yıllarda yapılan bir
çalışmayı adı geçen eserdeki Özkan Öztekten’in kaleme aldığı ‘Türkçenin Dünya
Dillerine Etkisine Genel Bir Bakış’ başlıklı bölümden bir alıntı daha yapalım:

‘Son yıllarda yayımlanan bugünkü Çincenin sözlüğünün
ve Çincedeki yabancı sözler sözlüğünün taranması bile, oldukça ilgi çekici
sonuçlar doğurmuştur. Bir Uygur Türkü olan Alimcan İnayet, sağlam bir Çince ve
Türkçe bilgisine sahip olmanın verdiği ehliyetle, bu sözlükleri taradığında
ilgi çekici sonuçlara ulaşmış ve Çincede 307 Türkçe söz olduğunu tespit
etmiştir.’(Age. s:16)

Fazla ayrıntıya girmeden, rahatlıkla diyebiliriz ki
Türkçenin yeni kelime üretme ve türetme imkânları yönünden zenginliği ve en
yaşlı ve köklü dillerden birisi olması sebepleriyle kazandığı tecrübe ve
sağladığı gelişmeler onun karşılaştığı yeni kültürler ve yeni diller karşısında
mücadelesini kolaylaştırmış, badireli dönemlerden kazançla çıkmasını bilmiştir.

Zaman içinde diğer komşu ülke dilleri üzerinde
tetkikler ilerledikçe ilginç sonuçların ortaya çıkacağını söyleyebiliriz.

Çetinoğlu: Türklerin İslâm dâiresine girmeden önceki durum hakkında
bilgi var mı?

Av. Özmel: İslam dairesine girmeden önceki dönemler hakkında
tabii ki kesin bilgiler mevcut değildir. Ama koca bir Çin ile yüzyıllarca
mücadele etmek ve varlığını sürdürmek öyle kolay kolay göz ardı edilecek bir
gerçek değildir. Bu dönemin mücadeleleri üzerinde ne kadar ayrıntılı biçimde
durulursa az olur. Bugün bir takım art niyetlerle veya İslam’ın getirdiklerini
yüceltmek adına, İslam öncesi Türk târihine ve medeniyetine hor bakan bir kesim
olduğunu biliyoruz. Böyle bir yaklaşımın temelinde bilgisizlik ve meraksızlığın
yattığı bellidir. Ama İslam’ı yüceltmek için Türk târihinin önemli bir dönemini
karalamanın bir mânâsı ve mantığı olamaz. Elbette İslam onu anlama yeteneği
gösteren milletlere aydınlık getirmiştir, ilim ve fazilet getirmiştir, ahlak
getirmiştir. Ama bu büyük dinin getirdiği güzellikleri, ilmi ve irfanı
anlayamamış milletler, İslamiyet’i kabul ettikleri halde; hâlen dünyanın en
geri kalmış ülkeleri arasında sayılmaktan da kurtulamamışlardır.

Çetinoğlu: Kuteybe bin Müslim’in yaptığı katliamı ileri sürerek
Türklerin İslâmiyet’i, canlarını kurtarmak için kabul ettiğini iddia edenler
var…

Av. Özmel: İslâmiyet’i kabul eden Türkler kavgasız, zorlamasız
bu dini kabul etmişlerdir. Türk milletinin; gök Tanrıya inanması ve târihin çok
önemli dönemlerine tanıklık etmesi; 
İslam’ın korunması ve yayılması için ne büyük gayretler içinde olduğu;
genel kabul görmüş; bir gerçektir.. Yahya Kemal ‘26 Ağustos 1922’ adlı
dörtlüğünde:

Şu kopan
fırtına Türk ordusudur Yâ Rabbi!           
                                                                                             Senin
uğrunda ölen ordu budur Yâ Rabbi!                                                                                                              
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,                                                                                                           
Galib et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.

Diyerek bu büyük gerçeği ve yüreklerden kopan bu büyük
duâyı ne kadar veciz ve şairane bir söyleyişle  
 dile getirmiştir. Yeni dinin
getirdikleri ile eski dinin ve geleneklerin ahlakî ve inanç temellerindeki
benzerlik, bu bütünleşmede birinci derecede rol oynamıştır. Bu gerçeği târih
içinde dile getirmiş kalemler bereket ki vardır.

Çin’le yıllar süren hudut komşuluğu ve mücadeleler
târihi yeteri derecede aydınlandığında, Türk kültür ve medeniyetinin zenginliği
ve hayatiyeti daha bariz bir şekilde ortaya çıkacağına inanıyorum.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim
Efendim…

İSMAİL ÖZMEL:

      1933 yılında Niğde’de doğdu. İlk ve
orta tahsilini Niğde ve İstanbul’da tamamladı. Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi’nden 1959’da mezun oldu. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra
serbest avukat olarak çalıştı. ‘İsmail
Terzioğlu
’, ‘İsmail Bekiroğlu
ve ‘Mızrap’ takma adları ile de
yazan İsmail Özmel İLESAM ve Türkiye Yazarlar Birliği üyesidir. Yazı ve
şiirleri Şûle, Millî Işık, Boğaziçi, Türk Edebiyatı, Türk Dili, Yesevi,
Kayseri Erciyes, Filiz, Kültür ve Sanat, Akpınar, Berceste dergileri ile
Tercüman, Son Havadis, Kayseri Hâkimiyet, Bursa Hâkimiyet, Hür Anadolu gibi
gazetelerde yayımlandı. Şubat 2022’de 97. sayısı yayımlanan Kültür, Sanat ve
Edebiyat Dergisi Akpınar’ın sâhibi ve Genel Yayın yönetmenidir.

     Yayımlanmış
Eserleri:

    
Şiir:

*Bir Daha Yaşamak (1969), *Zaman Kuşun Kanadında (1984), *Çağır da Geleyim
Güzel İstanbul (1986), *Her Mevsim Bahar (1995), *Türkçenin Rüzgârında
(2004), Bütün şiirleri (2006).

    Biyografi:
*Adana Halk Şairi Sadık Çavuş (1996), *Dünden Bugüne Niğdeli Şair ve Yazarlar
(1. Cilt: 1990), Dünden Bugüne Niğdeli Şair ve Yazarlar (2. Cilt: 2001),
Niğdeli Şair ve Yazarlar. (Üç cilt bir arada, İlaveli ikinci baskı 2009).

   Deneme-İnceleme:
*Özdeyişler (1970), *Türk Musikisi ve Kültürümüz (1988), *Dil ve Edebiyat
Yazıları (1997, 2011), *Kültür ve Tarih Sohbetleri (1999, 2011), *Sihirli
Zaman, (2006), *Bindallı Yazılar, (2007), *Türk Musikisi ve Kültürümüz (2007,
2011), *Denemeler-Yorumlar, (2010), *55 Soruda Düşünen İnsan (2012),
*Yansımalar, Bir Yol Hikâyesi, Eflatun Sordu (2014), 81 İlde Kültür ve
Şehir-Niğde, (Dr. Metin Eriş, Dr. Nedim Bakırcı ve 20 kişi ile birlikte
(2015), *Geçmişten Günümüze Niğde, Anılar (2016), *Doğduğum Şehir Niğde,
Anılar (2016), Yunus Emre Tetkiklerine eleştirel bir bakış(2016), (Muhafazakârlık
ve Medeniyet(2018), Destan Şairi Basri Gocul (2021), Düşünce Yazıları (2021),
Yunus Emre ve Türkçe (2021), Medeniyetler Çatışması mı? (2021)

     Av. İsmail Özmel, Ansiklopedilere maddeler
yazdı. Hakkında Erciyes,  Niğde,
Nevşehir  üniversitelerinde lisans tezleri
hazırlandı. İLESAM (İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) 2012
yılı Şeref Ödülü’ne layık görüldü. Bu ödül, ülkemize ve insanlığa nitelikli
eser ve çalışmalarıyla hizmet etmiş, ilim ve edebiyat alanında 50. yılını
dolduranlara verilmektedir.

Önceki İçerikBir Nebze İnsan (11)
Sonraki İçerikHürriyet ve Meşveret
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.