İrlandalı tanınmış bir yazar Bernard SHAW un ifadesiyle;
Gerçek şudur ki; kiliseler Muhammed’den ve O’nun tebliğ
ettiği dinden aşırı derece nefret edip O’nu İsa’nın bir düşmanı olarak
görüyorlardı.
Ben ise Muhammed’i insanlığın kurtarıcısı olarak görüyorum.
Bunu iddia etmenin şart olduğuna inanıyorum.
Ve iman ediyorum ki: ancak Muhammed’in izinde ve onun
tebliği ettiği emir ve yasaklara bağlı bir kimse, bu modern âlemin liderliğini
ele alırsa beşerin meselelerini halletmekte başarılı olur ve dünyanın çok
muhtaç olduğu sulh ve saadeti getirebilir.”
*
Türk Milletinin Manevi Kimliğini oluşturan , ‘’İlim müminin yitik malıdır, bulduğu yerde
alsın’’ diyen ve ilmi baş tacı yapan inanç sistemi İslâm’ı; anahatlarıyla,
incelikleriyle hayat pratiğimize sokabiliyorsak; mutluluğun reçetesini de elde
etmişiz demektir.
Ahlak Peygamberi Hz. Muhammet’in tebliğ ettiği İslam Dini
inanç olarak kişi ile Yüce Yaratan arasında vicdani bir zenginlik olarak kalır;
O Yüce Yaratanın , ‘’Yaratılmışların en şereflisi’ diye tanımladığı ve’muhatap
aldığı kişiye uygulayacağı müeyyidenin doğrudan insan haklarıyla, kul
haklarıyla yetim haklarıyla kamu haklarıyla hayvan haklarıyla çevre haklarıyla…
olduğunu kavrar; sömürünün her türlüsüne karşı isyan ederse orada İslam Dini
hedefine ulaşmış demektir. Orada insanlığın muhtaç olduğu sulh ve saadet vardır;
Demektir.
Orada bilim, düşünce ve sanat insanları doğruları
söylemekten korkmaz ve bildiklerini sonuna kadar savunabilirler.
Hâkimi, savcısı, avukatı; siyasete eklemlenmeden sadece ve
sadece adalet üzere olurlar
Kamu kaynaklarını kullananlar, haktan- hukuktan
ayrılmaksızın, tercihlerini milletten yana kullanırlar;
Seçilmişler her attıkları adımda adaleti önceler, seçmen
benden hesap sorar anlayışıyla hareket ederler;
Okumak, öğrenmek bir ibadet haline gelir;
İnsanlar birbirlerinin yaşam tercihlerini sorgulamak yerine,
kendileriyle meşgul olurlar;
Şekilci anlayışın yerini, ahlak ve bilgi temelli bir
dindarlık alır;
İşte oradadır huzur… Oradadır başarı… Oradadır insanlık…
Oradadır İslam…
*
Ne var ki dini, olması gereken vicdanlardan çıkarıp
siyasallaştırırsanız; bundan tek yarar sağlayanlar diktatörler, krallar ve
İslam’ı kendi siyasi çıkarları için kullanan iktidarlar olur. Kaybeden ise halk
olur.
Küçük çocuklara dahi tecavüz edilir; sokakta, çarşıda, evde
kadınlar da öldürülür;
Farklı yaşayan, farklı giyinen, farklı konuşan öteki ilan
edilir; olmadı tekfir edilir.
Böylece, ilim ve irfanın yerini örümcek tutmuş beyinlerin
tekrarladıkları teraneler alır ve ortaya garabet çıkar.
Bakın cehenneme dönmüş coğrafyalara, nerede insanlık?
Diyor ya Mehmet Akif:
‘’Ey koca şark! Ey ebedi meskenet!
Sen de kımıldamaya bir niyet et,
Korkuyorum, Garbın elinde yarın,
Kalmayacak çekmediğin melanet.’’
Şairin serdedişi bu netameli günleri görürcesine Türk
milletine bir uyarı; yıllardır bağımsız cumhuriyetimize yapılan ihanetleri,
dökülen kanları, verilen şehitleri milletçe yaşıyoruz.
Millet olarak bu netameli ve yaşlı coğrafyada güçlü
kalmanın, ebedi kalmanın reçetesi, bir bilgenin ifadesiyle ‘’Birleyerek
Oluşalım’’ ifadesinde billurlaşır, gerçek yerini alır.
Bu reçete, ’’Türk Ulusal Kimliğinin’’ reçetesidir.