Oğuz Çetinoğlu: ‘Kültür Cinâyeti’ olarak ifâde edebileceğimiz ‘Dil
Devrimi’nden önce ‘Bay’ diye bir kelimemiz yoktu. Bu durumu nasıl izah
ediyorsunuz?
Dr. Yesevîzâde Alparslan Yasa: ‘Bay’ kelimesi uydurmadır.
O uydurma olunca, gayet tabiî ki ‘bay’la teşkil edilen bütün kelimeler de
uydurma olur… Misâl mi istersiniz? ‘Subay’, ‘yarsubay’, ‘astsubay’, ‘yarbay’,
‘albay’, ‘ilbay’, ‘ilçebay’, ‘şarbay’…
‘Subay’,
katmerli uydurma… Onca târihî derinliği olan ‘zâbit’ kelimesine mukabil
uydurulmuş… Sen kalk, ‘zabıt’, ‘zabıtnâme’, ‘zabtetmek’, ‘zabt-u-rapt altına
almak’, ‘mazbût’, ‘inzibât’, ‘inzibâtlı’, ‘zâbıta’, ‘zabtiye’ gibi Târihî
Türkçemizin birçok kelimesiyle aynı cezirden olan o güzelim ‘zâbit’ kelimesini
dilden (sâdece resmî dilden; yoksa Târihî Türkçe olduğu yerde duruyor ve tekrar
hayata dönmesi için ona işleklik kazandırmaktan başka yapılacak bir şey de yok)
at, yerine işkembe-i kübradan ‘subay’ kelimesini kus! Şöyle ki: Eski Türkçede
asker mânâsına gelen bir ‘sü’ kelimesi varmış… Bu kelimeyi al, yanına ‘bay’ı
ekle: ‘sü-bay’! Ne oldu şimdi bu? ‘Asker zengin’! Ya bunun ‘zâbit’le ne alâkası
var? Sonra, nasıl oldu da şu ‘sü’, ‘su’ oluverdi? Bu bir ek mi ki ‘bay’la yan
yana gelince ‘büyük ses ahengi’ne uysun? Üstelik bununla da iktifa etmemişler,
yine Türkçenin kaidelerini çiğneyerek iki ünlüyü yan yana getirmişler ve Fransızcanın
nispet eki ‘-el’le birleştirerek
‘askerî’ karşılığı ‘süel’ diye bir ucube uydurmuşlardı! Zâten riyakârca ‘Öz
Türkçe’ dedikleri bir parça Türkçe, bir parça Frenkçe, bir parça da ‘atmasyon’
bu uydurma dil bir ucubeden başka nedir ki?
‘Subay’ ucubesi
yetmez! Milletin diliyle oyna dur! Nasılsa kahir bir iktidar kurmuşsun;
kimsenin gıkı çıkamaz ki! Olmadı, tepeler geçersin! Öyleyse buğulu kafayla
uydur dur: ‘İlbay, ilçebay, şarbay, şarbaylık, kamun, kamunbay’… Yahu, bunlar
da neyin nesi? Bilmek mi istiyorsunuz, açın bakın 1935 baskısı Osmanlıcadan Türkçeye Karşılıklar Kılavuzu’na!
‘İlbay’: vali, ‘ilçebay’: kaymakam,
‘şarbay’: belediye reisi, ‘şarbaylık’: belediye, ‘kamun’: nahiye, ‘kamunbay’:
nahiye müdürü demek… Allah Allah, hiç olmazsa ‘il beyi’ veya ‘il bayı’ falan
deseydiniz? Hiç olur mu? O zaman Frenkçeye benzemez ki! O Frenkçe ki anası
Türkçedir! Nitekim insanlığın gelmiş geçmiş en büyük dâhisinin muhteşem keşfi
olan ‘Güneş-Dil Teorisi’ bunu bize böyle öğretiyor! Onun için şu ‘pis Arabın
pis Arapçasının’ ‘zâbıta’sı yerine kullandığımız ‘polis’ elbette ‘öz
Türkçe’dir, ‘halis Türkçe’dir! (Osmc.
Türkç. Karşl. Kıl. 1935: 161) Keza ‘kamun’ da… Hani Fransızların şu bir
mânâsı da ‘nâhiye’ olan ‘commune’ kelimesi var ya, işte o, halis muhlis
Türkçedir ve kamun’dan komün telâffuzuyla onlara geçmiştir!
Binaenaleyh elbette ‘nâhiye’ yerine ‘öz be öz Türkçe’ ‘kamun’, ‘nâhiye müdürü’
yerine ‘kamunbay’, ‘nâhiye merkezi’ yerine ‘kamun başkendi’ demeye hakkımız
var! (‘Kent’ Soğudcadır mı diyeceksiniz? Onun da ‘anası’ ‘Güneş-Dil Türkçe’
değil mi?) Mıntıka mânâsında ‘nâhiye’ yerine de ‘bölge’ der, sonra Fransızcadan
‘-Al’, ‘-l’ türetmeliğini alarak
‘nâhiyevî’ yerine ‘böl-ge-l’i uyduruveririz! (Osmc. Türkç. Karşl. Kıl. 1935: 131)
Çetinoğlu: Askerlikteki
diğer rütbelerle alâkalı söyleyecekleriniz de vardır herhalde…
Dr. Yasa: Bir ‘subay’la iş biter mi?
Bütün rütbeleri ‘öz Türkçeleştirmek’ lâzım! Evvelâ ‘emîr’ veya ‘kumandan’dan
başlayalım! Fransızcadaki ‘emr, emir’ karşılığı ‘commande’ (komand)’ın aslı ‘Türkçe’ ‘komut’,
‘commandant’ (komandan)’ın da
‘komutan’dır; bunlar küçük bir ses değişikliğine uğrayarak Fransızcaya
geçmiştir! Arkasından diğerlerini sıralayacağız: ‘Zâbit vekili’ ‘yarsubay’,
yâni ‘yardımcı subay’dır. ‘Yardımcı’nın ilk hecesi olan ‘yar’ı alır, ‘subay’ın
başına yapıştırırız; olur biter! Nitekim Frenkler de öyle yapmıyor mu? Hatta bu
suretle teşkil edilmiş kelimelere lisaniyatta ‘mot-valise’ demiyorlar mı?
‘Motel’ (<motor –otomobil- + hotel) misâlinde olduğu gibi… Frenkçede
bu mümkün oluyor da, Frenkçenin anası olan Türkçede neden olmasın? O hâlde aynı
mantıkla devam edeceğiz: ‘Kaymakam’ için ‘yarbay’, ‘miralay (<mîr-i alay)’ için ‘albay’… Kezâ:
‘Mirliva’ (<mîr-i livâ) için
‘tuğgeneral, tuğamiral’, ‘fırka kumandanı mirliva’ için ‘tümgeneral,
tümamiral’, ‘ferik’ için ‘korgeneral, koramiral’, ‘birinci ferik’ için ‘orgeneral, oramiral’
(Frszc. ‘Général d’armée’, jenerâl darme)
ve nihayet ‘müşir’ için ‘mareşal’… Pekâlâ şu ‘general’ de ne oluyor? Bu,
Fransızca ‘général’ (jenerâl) değil mi? Hatta bir ara Türkçede ‘cenerâl’ diye
kullanılmıyor muydu? Hayır, onun aslı ‘genişlik’teki ‘gen-’e dayanır. Nitekim Fransızcada ‘umumî’ mânâsındaki
‘général’in aslı da Türkçe ‘gen-el’dir. Bu ‘gen-el’deki ‘-el’ ekine de şaşmayınız: Fransızcadaki ‘-al, -el, -il, -l’ şekillerini alan nispet eki ‘dillerin anası’
olan Türkçeden onlara geçmiştir… Bittabiî, ‘Güneş-Dil Teorisi’ muktezasınca
‘korgeneral’ de ‘öz Türkçe’dir. Hani Fransızların şu ‘général de corps d’armée
(jenerâl dö kor darme)’sine benzeyen
rütbe… ‘Corps’ (kor), kolordu demek
ve aynen ‘general’ gibi ‘öz Türkçe’… Öyleyse ‘korgeneral’ de ‘öz be öz
Türkçe’dir! ‘Pis Arapça’ ‘müşir’ yerine ikame edilen ‘mareşal’
(<‘maréchal’)’i ise tartışmaya bile hacet yok: O, ezelden ‘öz Türkçe’!
Devletle aynîleşmiş CHP’nin naşir-i
efkârı Ulus gazetesinin 23 Nisan 1935
târihli nüshasının 4. sayfasından…
1935’te, Güneş-Dil Sahte-Teorisi (daha
doğrusu Stratejisi) mesned yapılarak köklü askerî rütbelerimiz yerine, Fransızca / Uydurmaca karşılıklar ikame
edilmişti…
Çetinoğlu: Bu
uydurma kelimelere ihtiyaç var mıydı?
Dr. Yasa: Şâyet bu sorulara mazlum
Milletimizin mâruz kaldığı korkunç kültür jenosidi çerçevesinde cevap
aramazsanız, hakâkate ulaşamazsınız! ‘Kültür jenosidi’, yani Müslüman Türk
kültürünün topyekûn imha edilip yerine Frenk kültürünün ikame edilmesi…
Delil mi
istiyorsunuz? O devrin gazetelerine bir göz atmak ve ‘öz Türkçe’nin öncülerine
kulak vermek kâfi!
21 Haziran 1934’te TBMM’de (2 Kânunusani /
Ocak 1935’te mer’iyete konulmak üzere) Soyadı Kanununun kabul edilmesinden
sonra, 26 Teşrinisani / Kasım 1934’te de Lâkap ve Unvanların İlgasına Dair
Kanun çıkmıştı. Bu kanunla ‘müşir, paşa, bey, hanım, beyefendi, hanımefendi’
gibi unvan ve hitap tarzları yasaklanıyor, yerlerine ‘mareşal, general, bay ve
bayan’ ikame ediliyordu. İş Bankası’nın, Siirt Mebusu Mahmut (Seydan) Bey’e
neşrettirdiği Milliyet gazetesinin
ertesi günkü (26 Kasım 1934) târihli nüshasının manşetinde bu haber şöyle
verilmişti:
Lâkap ve ünvanların kaldırılmasına dair kanun dün Meclisten çıktı.
Müşüre Mareşal, Paşaya General denilecektir. Ağa, Hoca, Efendi, Bey, Hanım yok.
Adın önüne gelmek şartiyle er kişiye ‘Bay’ kadına da ‘Bayan’ denecek.
Ve haberin altında bu kanun vesilesiyle söz
alan üç ‘saylav’ın resmi: ‘Bay Hasan Fehmi, Bay Şükrü Kaya ve Bay Besim
Atalay’…
Böylece ‘bay’ ve ‘bayan’lı hitap tarzının Lâkap
ve Unvanların İlgasına Dair Kanunla resmen tatbikata konulduğunu öğrenmiş
oluyoruz.
28 Kasım 1934 târihli Cumhuriyet gazetesinin bu iki kanunla alâkalı makalesinde de (s. 1
ve 5) şu yorum okunuyor:
…Bundan beş altı ay önce çıkan bir kanunla yurttaşlar
bir soyadı almağa borçlu tutuldular. Bugünlerde bir yandan bu kanuna göre
soyadı alımı göze çarpan bir hız alırken öte yandan yeni bir kanunla şimdiye
değin Türk atlarının [adlarının] sonlarında kullanılan ağa, bey, efendi. hanım,
paşa gibi artık sözler bütün bütün ortadan kaldırıldı. […]Bundan sonra oluş
işlerinde ve ulusal (resmî) işlerde demek her Türk kendi adile ve soyadile
anılacaktır. Herkes kendi arasında konuşurken erkek için bay ve kadın için bayan
diyebileceği de Kurultaydaki konuşmalar arasında iyice açığa çıkmıştır. Burası
bu işin epeyce gerekli bir yanı idi. Yaşayışta herkesin kendi adile
anılmıyacağı yerler az değildir. Kalabalığa söz söyliyen bir söz eri onlara
karşı söze başlamak için ne desin? Söz gelimi, işte radyoda yasauldan (memur)
tutunuz da orada buduna söz söyliyenlere varıncıya kadar bir takım adamlar söze
başlarken kendilerini dinliyenlere evrensel bir at san vermek yerindedir. Söz
gelimi, pek iyi biliriz ki Fransızlar
böyle yerlerde: Mesdames, Messieurs derler. Eski anlatma biçimimizde bu iki
söz: Hanımlar, efendiler demektir. Gerektir ki yeni yolda biz de böyle yerlerde
birşey diyebilelim. Bu, erkek için bay, kadın için bayandır.
Çetinoğlu: Bu
işler kimlerin mârifeti?
Dr. Yasa: Türkiye Komünist hareketinin ve Dil İnkılâbının öncü
kadrosundan Ahmet Cevat Emre, hâdiseyi içinden yaşamış birisi sıfatıyla, târihî
Türk hitap tarzlarının resmî dilden kovulup ‘bay’ ve ‘bayan’lı söyleyişin ikame
edilmesini şöyle izah ediyor:
Bütün Avrupa milletlerinde erkeğe kadına verilen (mösyö, madam) gibi
ünvanlar isimden evvel geldiği halde, bizde bey, efendi, hanım… ünvanları sonra
gelir. […] Bay, Bayan isimleri yeni
ünvan olarak kabul edilmekle ve soyadı kullandırılmakla dilimiz bu yönden de
Avrupalılaştırılmış oldu. Şimdi biz de bütün medenî milletler gibi Bay
Hasan Yılmaz, Bayan Sevim H. Yılmaz diyebilmekte ve mektupların zarflarında
kullanabilmekteyiz. (Emre
1960: 341)
Buraya kadar, meselenin
içyüzünü ortaya döken bütün bu izahata rağmen, hâlâ bu kelimelerin nasıl ortaya
çıktığını tespit edebilmiş değiliz. Şimdi bu hususu aydınlatalım.
Bu hususu aydınlatacak
kaynağımız, târihçi ve 1940’lardan beri hararetli bir ‘Din İnkılâbı’ taraftarı
olan Cemal Kutay’ın Millet
mecmuasıdır. Bu mecmuanın 3 Temmuz 1947 târihli 74. sayısının 11. sayfasında
‘Eski Bir Atatürkçü’ imzasıyla muhtemelen Kutay tarafından kaleme alınan ‘Bay –
Bayan Kelimeleri Hakkında’ başlıklı makalede, bu kelimelerin resmen nasıl
tedâvüle sokulduğunun eksiksiz bir hikâyesi vardır. Hikâye şöyle:
Ebedî Şef, dil devrimiyle uğraştığı [günlerde…] kendi
hayatını ve esas fikirlerini sembolleştiren bir piyes mevzuu düşündü. Bunu
yazmak üzere de, hemen bütün sanat işlerinde yakınında kullandığı Münir Hayri
Egeli’yi vazifelendirdi. Bu piyes üzerinde Atatürk o kadar emek sarfetmiştir ki
eseri hususî surette bastıran Münir Hayri, mukaddimesinde ‘Ben vasıtayım; eser
onundur’ demektedir.
İşte Atatürk Bay ve Bayan kelimelerini (ismini bizzat
tesbit ettiği) bu ‘Bayönder’ adlı piyesin son tashihli nüshası üzerinde el
yazılarile tesbit etmişlerdir. […]
Piyesin bir de kadın kahramanı vardı: İzgen. Bu kadına
Begüm deniliyordu. […]
Bir gece –üçüncü gecedir ki Bayönder piyesiyle meşgul
oluyordu- kararını verdi. Piyesin birinci sayfasına şu sözleri yazdı: ‘Genel
olarak erkek için Bay, kadın için Bayan – Bütün yazıları ona göre düzeltmeli!
Bey, begüm, efendi, hanım kalkacak!’ […]
O gece verdiği emir üzerine hemen ünvanların kalkması
için bir kanun teklif edildi. Bütün resmî yazılardan her türlü ünvan kalktı.
Kanunun çıktığı akşam dâvetlilerine Bay – Bayan diye hitap etti. […]
(Dâvet esnasında bizzat yaptığı izahata göre,)
mareşal, general gibi ünvanları olanlara bu kelimeler [Bay – Bayan]
kullanılmıyacaktı. Prenslere Altes, sefirlere Ekselans, hükümdarlara Majeste
denilecekti. İmparatorluk devrinden kalma haşmetlû, vesaire ünvanlar ‘asla’
kulanılmıyacaktı.
Atatürk, o geceyi takip eden bütün nutuklarında ve
mükâlemelerinde ısrarla bu kararını tatbik etmişti…
Târihçi Cemal Kutay’ın Millet mecmuasında (3 Temmuz 1947, sayı 74, s. 11) neşredilen
vesika… Târihî Türkçedeki unvanlar (bey, hanım, efendi, vs.) yerine Frenk
mukallidi ‘bay’ ve ‘bayan’ unvanları Uydurma Resmî Dile bu fermanla dahil
edildi…
İşte size 1930’larda inşa edilmeye başlanıp
1960 Balyoz Darbesiyle resmî dil haline getirilen ve riyakârca ‘Öz Türkçe’
tesmiye edilen uydurma dilin menşei!
YESEVÎZÂDE ALPARSLAN YASA Yesevîzâde 1967-1973 1978’den Anarşi H.Ü. Yine Hâcettepe Üniversitesinin Fransızca Mütercim-Tercümanlık 2002 senesinden beri, tercüme sâhasıyle, ayrıca mukayeseli Araştırma makalelerinin neşredildiği gazete ve mecmûalar: Hilâl (1967, 1975, 1980), Yeniden Milli Mücâdele (1970-1971), Millî Gazete (1974-1977), Vesîka (1976), Sebil Münteşir kitapları: Perde-Arkasında |