“Hey gidi günler hey!”
Washington’daki Ortadoğu Enstitüsü Türkiye Çalışmaları Merkezi’nin
Direktörü siyaset bilimci Dr. Gönül Tol’un gazetelere yansıyan iddiası, Türk
Milleti açısından çok vahim sonuçlar içeriyor.
Tol’un düşüncesine göre “Türkiye’nin
dokusu sonsuza dek değişti”dir. Ona göre, Suriyeli mülteciler muhtemel bir
savaştan sonra dönmeyecek ve böylelikle sosyal doku değişecektir.
Bu olabilir mi? Pekâla olabilir. Ancak Türkiye’nin buram buram Türklük
kokan dokusunun değişmesi sadece Suriyeli mültecilere bağlanamaz. Ama bundan
sonra yurdumuzda değiştirilmesi planlanan Türklük dokusunda, gelip de dönmeyen
Suriyelilerin de önemli rolü olacaktır.
Türkiye’ye gelen Suriyeli mültecilerin sayısının resmi rakamlara göre
1 milyonun, gayri resmi geçişlerle birlikte 3 milyonun üzerinde olduğu
konuşuluyor.
İstanbul’un Fatih İlçesi’nin belediye başkanı Mustafa Demir’in
ifadesine göre, sadece Fatih’te 30 binin üzerinde Suriyeli mülteci
barınmaktaymış.
Eğer bu Suriyeliler; bir daha kendi ülkelerine dönmeyecekse,
yaşamları, kültürleri, dilleri ve algıları ile Türklük dokusunun değişmesinde
rol oynayacaklardır. Çünkü buraya yerleşecek olanlar, iş, aile ve eğitim başta
olmak üzere sosyal yaşamın her yerinde bulunacaktır.
Ancak Türkiye’nin dokusu yeni değiştirilmeye başlanmamıştır.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana komünler halinde yaşayan bazı gruplar ve
kendilerini gizlemeyi başarmış gayrimüslim ile gayri Türkler; zaten çoğunluğun
oluşturduğu dokuya uymayan bir yaşam içindeydiler. Sureti haktan gözükerek her
kazandıkları siyasi mevki ile de Türklük dokusuna aykırı bir dokuyu büyük bir
başarı ile hayata geçirdiler.
Türkiye’de hâkim olan Türklük dokusunun kuvvetli bir şekilde değişmeye
başlamasının en önemli kırılma noktası ise; 1994 yılında yapılan yerel seçimler
ve bu seçimlerden Refah Partisi’nin, İstanbul ve Ankara’nın da içinde olduğu
illeri kazanarak, Türkiye genelinde büyük başarı kazanmasıydı. Bu başarı 20
yıldır sürmektedir. Üstelikte buna aynı siyasi çizginin, son 11 yıldır ülkeyi
tek başına yönetmesi eklenmiştir. Bu siyasi anlayış ülkemize hâkim olan dokunun
değişmesi için büyük gayret göstermiş ve üzülerek ifade etmeliyim ki; mesafe
kat etmiştir.
Bugün Türkiye’de yaşayan ve sayısı hiç de azımsanmayacak bir halk kitlesi,
Türklük dokusuna uygun bir hayat sürmemektedir. Bu insanlar, ülkesine,
değerlerine ve milli kültüre karşı yabancılaşmış ve hatta ihanetle “barış” adı altında el sıkışır hale
gelmiştir.
Bu insanlar dünyadaki gelişmeler karşında, kendi insanına ayrımcılık
yapacak şekilde hareket etmektedir. Katliama uğrayan Irak veya Doğu Türkistan
Türk’ü ise hiç sesini çıkarmamakta, ABD’nin Irak’ta 1 milyonun üzerinde Müslümanı
katletmesini görmezden gelmekte ama Mısır, Mursi ve orada ölenler için hıçkıra
hıçkıra ağlayabilmektedir. Protestolar
için de, işi gücü bırakıp meydanları doldurmaktadır.
Türk’ün sıkıntılı coğrafyasında gerçekleşen insan hakları ihlallerine;
kulaklarını tıkayan, gözlerini kapayan, dillerini kilitleyen bu insanlar;
Filistin için olmadık şeyleri yapabilmektedir.
Türkiye’deki dokuya değiştirme gayretinde olan en büyük yapılardan
biri de Diyânet’tir. Zafer Haftası’nda okunan Cuma Hutbelerinde, Malazgirt’te
Alparslan’ın Türklüğünden, Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde ise Mustafa
Kemal Atatürk’ün Başkomutanlığından hiç bahsedilmemiştir. Bu harpleri yapan
hangi millettir ve ordu hangi milletin ordusudur?
Bu soruların cevabı bilinmesine rağmen Türk Milleti buralarda
anılmamıştır. Çünkü ülkenin dokusuna ve kokusuna hâkim olan “Türklük” silinmek istenmektedir.
Türkiye’deki dokunun değişmesine etki eden bir diğer faktörde yandaş,
küreselci ve adına ulusalcı denen medya topluluğudur. Bunlar Türk Milleti,
zihin bulanıklığına itilsin diye aynı mihraklar tarafından desteklenmekte,
tabir caiz ise aynı kaptan beslenmektedirler. Suriyeli mültecilerle,
Türkiye’nin dokusunu değiştirmek çabası ise bundan önce var olan çalışmaların
üstüne tüy dikmekten başka bir şey değildir.
Olayların sosyal, kültürel, inanç ve ekonomik boyutları vardır. Bu
nedenle doku değişikliği iddiaları göz ardı edilemez ve bu konu ihmale gelmez.
Yine Cem Vakfı ile Fethullah Gülen’in birlikte cem evi, cami ve aşhane
yapmalarını ve de bu işin finansmanının Fethullah Gülen tarafından
karşılanmasını da, bu doku değişikliği yoluna döşenen bir taş olduğunu
düşünüyorum. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna, Atatürk İlke ve İnkılaplarına
sahip çıkmış olan, halkımızın en eğitimli, örgütlü, cesur ve mücadeleci
kitlesi; Alevi Türkmenlerdir. Bu yolla onların da doku değişikliğine ayak
uydurmaları sağlanmak ve dirençleri kırılmak istenmektedir.
Dr. Gönül Tol “Türkiye’de
binlerce Suriyeli var. Bu savaş bitse bile hemen yarın gitmeyecekler ve
Türkiye’nin toplumsal dokusunu belki de sonsuza kadar değiştirdiler” diyor.
Söylediklerine kulak vermek gerekiyor. Ancak Tol bilmiyor ki; bizim tarih
boyunca bizden olmayan ama bizdenmiş gibi gözüken milyonlara karşı mücadele
verdiğimizi ve Türklük dokusunu bu coğrafyadan sildirtmediğimizi. Ama yine de
bu konunun üzerinde önem ve ciddiyetle durmalıyız.