Her vesileyle belirttiğim üzere yirmi beş yılım Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde geçti. Dile kolay tam bir çeyrek asır.
Oysa ben İstanbul’da doğmuş. İstanbul’da büyümüş. İstanbul Üniversitesi’nden mezun olmuş biriydim.
İstanbulla oturmuş. İstanbulla kalkmıştım yıllarca.
İstanbul benim her şeyimdi.
İstanbul sokakları bile
Evim kadar sıcak gelirdi bana
Derdim ve kasavetim yoktu
İnanın dostlar İstanbul’dan yana
Böyleyken öğretici olmak vasfım ağır basmış. Kendimi bir anda Güneydoğu’nun bağrında bulmuştum.
Bulmuştum bulmasına ama, inanın hiç gurbet hissi duymamıştım:
Elbette İstanbul’dan ayrılışın hüznü sarmıştı beni
Ama Doğu insanının sıcaklığı bürüdü bedeni
Ve aralarında kaldığım uzun yıllar boyunca hemen onlarla kaynaşmış. Onlarla oturup kalkmış. Onlarla hem-hâl olmuş. Onlarla et ile tırnak gibi olmuştum.
Doğu’yu; taşıyla toprağıyla ve özellikle insanıyla sevmiş sevilmiş, saymış sayılmış; karşılıklı sarmaş dolaş olmuştum.
Ne ben Batılıydım onların nazarında. Ne de onlar Doğuluydu benim gözümde.
Bildiğimiz bir tek şey vardı. O da:
Temel tutmuştu mayamız, her iki benlikte
Sırrına vakıftık bizler, ne varsa birlikte
Hepimiz anlıyor ve biliyorduk ki:
Bizler bu vatanda kendimizi bulduk bulalı
Olduk ülkenin birinci sınıf vatandaşları
Olmak dış kaynaklı
Fesadın yandaşları
Hayalimizden bile hiçbir zaman
Geçmedi aklımızdan hattâ bâzan
1793
Çünkü işitin hey dostlar!
Bilin ey karındaşlar
Bizler bir elmanın birbirini tamamlayan iki parçasıyız.
Sizler de duyun ey bedbahtlar!
Sizler de anlayın ey içi dışı çıfıt bozguncular!
Ne yapsanız ayıramazsınız
Bu milleti birbirinden asla
Dolsa da içiniz dışınız hep
Dinmiyecek onulmaz yasla
Çünkü var bu milletin
Vazgeçmiyeceği bir dîni
Çünkü var bu milletin
Herkesce bilinen ortak dili
Kim ne derse desin
Dinimiz bir bizim
Kim ne derse desin
Dilimiz bir bizim
Din dil bir; öyle ise birdir millet
Din bir ise, yine bir olur millet