Oğuz
Çetinoğlu: Aralık 1937’de cereyan
etmiş ve günümüzde belki tamâmen unutulmuş bir ‘Denizbank Hâdisesi’ var. Dil ve siyâset târihimiz bakımından pek
mühim, pek ibretâmîz bu hâdisenin esâsı nedir?
Dr.
Şakir Alparslan Yasa: Efendim, 1937 senesinde, Denizcilik sâhasında
faâliyet göstermek üzere, Devlete âid, yeni bir ihtisâs bankası têsîsine karâr
verilmiş, hazırlanan alâkalı kanûn lâyihası, 24 Aralık 1937 Cuma günü TBMM’ye
sevkedilmişti. Kanûnun birinci maddesinde, mutasavver Bankanın ünvânının ‘Denizbank’ olduğu tasrîh ediliyordu.
Kanûnun Meclis’deki müzâkeresi esnâsında,
Kazanlı Giresun Meb’ûsu Sadri Maksudi Arsal, söz alarak, ‘Denizbank’ şeklinde bir terkîbin (tamlamanın) Türkcenin gramerine
muvâfık olmadığını, bunun şîvesizlik olduğunu îzâh etti; bankanın ünvânının ‘Deniz Bankası’ olarak tâdîlini teklîf
etti. Her Türk gibi Meclis’de hazır bulunan Meb’ûslar da bunun elbette böyle
olması lâzım geldiğinin idrâki içinde bulundukları için, reye konulan teklîfi
kabûl ettiler, Bütçe Encümeni’nin, Kanûnun birinci maddesini ‘Deniz Bankası’ ünvânıyle tekrâr kaleme
almasına karâr verdiler.
Lâkin Kanûn Lâyihası, 27 Aralık 1937 günü
tekrâr Meclis’in önüne geldiğinde, Encümen, salâhiyetini tecâvüz ederek,
sözcüleri vâsıtasıyle, ‘Denizbank’
tâbirinin doğru olduğuna karâr verdiğini bildirdi: Siird Meb’ûsu İsmail Müştak
Mayakon ile Maraş Meb’ûsu Hasan Reşid Tankut, edebsizce Sadri Maksudi’nin
şahsıyetine de taarruz ederek, ‘Denizbank’
tâbirinin ‘öz Türkce’, binâenaleyh isâbetli olduğunu iddiâ ettiler…
Bu def’a, Meclis’de kimse bu iddiâya îtirâz
edemedi; çünki herkes, Sadri Maksudi’ye taarruzun Çankaya’dan kumanda edildiğini
anlamıştı. Netîcede, Kanûn, ‘Denizbank’
ünvânıyle Meclis’den geçti…
Çetinoğlu:
Böylece mesele kapandı mı?
Dr.
Yasa: Mes’ele bu kadarla
kalmadı: O gece, Radyo’da (ki sâdece Devlet Radyosu mevcûddu) îrâd edilen gayet
mütecâviz nutuklar ve ertesi gün, matbûâtın aynı üslûbdaki neşriyâtıyle, ‘Denizbank’ın ‘öz Türkce’ olduğu iddiâsı
tekrâr edildi…
Velhâsıl, bahis mevzûu olan, bir Türkce
mes’elesinden nâşî, Sadri Maksudi’nin şahsına yönelik tam bir “mânevî linç vak’ası”dır.
Çetinoğlu:
Prof. Dr. Sadri Maksudi Arsal’ı kısaca
tanıtır mısınız?
Dr.
Yasa: Hukûk Ord. Prof. Dr.
Sadri Maksudi Arsal (Kazan, 1880 – İstanbul, 20.2.1957), 1917’de Ufa’da têsîs
edilen Dâhilî Rusya ve Sibirya Millî-Medenî Türk-Tatar Muhtâr Devleti’nin
Millet Meclisi Reîsi iken, bu Devletin Bolşevikler tarafından yıkılması üzerine
Avrupa’ya kaçmış bir Devlet ve ilim adamıydı.
1906’da Sorbonne Üniversitesi Hukûk
Fakültesi’nden mêzûn olmuştu.
1914’te, İdil Havzası ve Sibirya Türkleri
İdâre Merkezi tarafından, Hey’et-i Mahsûsa Reîsi sıfatıyle, Pâris’de akdedilen
Sul̃h Konferansı’na gönderildi; orada, Çar İmparotrluğu’ndaki Türklerin
haklarını müdâfaa etti. (Bu gibi bilgilerimizin mêhazı, Prof. Dr. Ali
Birinci’nin 2017’de İstanbul Hukuk
Mecmuası, Ord. Prof. Sadri Maksudi Arsal’a Armağan Özel Sayısı içinde -s.
75/122- neşredilen “Türk Hukuk Târihçisi
Sadri Maksudî’nin Hayat Hikâyesi ve Eserleri” başlıklı pek kıymetli
makâledir.)
Hukûkşinâslığı yanında bilhassa Türk târihi
ve dilleri sâhalarında da araştırmalar yapmış, Finlandiya üzerinden Avrupa’ya
geçtikden sonra, Berlin ve Pâris’de daha ziyâde türkiyâta dâir ilmî
faâliyetleriyle tanınmış, “1923
senesinden başlıyarak iki sene Pâris Dârülfünûnu’nda Türk Akvâmı Târihi dersini”
vermişti.
1925’te, Maârif Vekîli ve Türk Ocakları Reîsi
Hamdullah Suphi Tanrıöver’in ısrârlı dâveti üzerine, âilesiyle berâber,
Pâris’ten Türkiye’ye hicret etti ve kalan ömrünü, burada, yine daha ziyâde ilmî
faâliyetlerle geçirdi. Türk hukûk târihini bir ilim dalı olarak ihdâs eden
oydu. İhtisâs sâhalarına, umûmî hukûk târihi ve hukûk felsefesi de dâhildi.
Siyâsî faâliyetleri cümlesinden olarak, Kazan
ve Pâris’teki siyâsî mücâdeleleri ile berâber Türkiye’de, 1931-1935, 1935-1939,
1950-1954 devrelerindeki -sırasıyle- Şebinkarahisar, Giresun ve Ankara
Meb’ûsluklarını zikretmek lâzımdır.
1930’da, Türkce hakkında, kıymetli bilgiler ve
tartışılmıya değer fikirler ihtivâ eden bir araştırma ve tefekkür kitabı
neşretti: Türk Dili İçin. İslâmî
şuûrdan ve Anadolu rûhundan uzak olduğu hissedilen müellif, hassaten, Târihî
Türkcemizden, –yad, yabancı’ diye
damgaladığı- İsl̃âm Medeniyeti kaynaklı kelimelerin tasfiye edilmesi gibi
hatâlı bir fikri müdâfaa ettiği için, kitabı, Mustafa Kemâl’in takdîrini
kazandı ve bu vesîleyle yazdığı bir paragraflık, iddiâlardan ibâret, basît
metin, iftihârla, eserin başına konuldu, bil̃âhare, resmî neşriyâtta, sık sık
zikredildi, bu meyânda, Dil Kurumu binâsının ön cephesine hâkkedildi, ayrıca
önündeki kaldırıma kitâbe hâlinde yerleştirildi…
Şu var ki Türkceye dâir araştırmalarına ve tefekkürüne
devâm eden Sadri Maksudi, ilim adamı haysiyetine sâhib olmanın bir tezâhürü
olarak, 1940’lı senelerde Türk Dili İçin
kitabındaki hatâlı noktainazarını terketti; Kemalizmin Uydurma Resmî Dil
projesine cephe aldı.
Onun bu tavrının şâhidi, İstanbul Muallimler Birliği’nin
23-31 Ekim 1948’de akdedilen ilk Dil Kongresi’nde takdîm ettiği üç sayfalık, ‘Medenî
Milletlerde Dil Islahı Târihine Umumî Bir Bakış’ başlıklı teblîğdir. Kongre
hakkında Birlik tarafından neşredilen kitabın (Birinci Dil Kongresi, 23 Ekim 1948 – 31 Ekim 1948, İstanbul
Muallimler Birliği neşri, İstanbul: İsmail Akgün Matbaası, 1949, 2. basılış,
200 s.) 52 ilâ 54. sayfalarında mündemic bulunan teblîğini, Uydurma Dil
siyâsetiyle mücâdele eden bu derneğin bir âzâsı
sıfatıyle takdîm etmişti ve onda, pek
doğru bir tavırla, umûmî dile müdâhaleyi kabûl etmiyor, bilakis, ıstılâh
türetme işinde onun kelime hazînesi ve kâidelerinin esâs alınmasını istiyor,
uydurma ve keyfî teşkîlleri mahkûm
ediyor, bu türetme işinin Türkcenin inceliklerine bihakkın vâkıf, ehil,
salâhiyetli kimseler tarafından îfâ edilmesi lüzûmuna işâret ediyor ve yanlış
bir zihniyeti temsîl eden, böyle ehil [ve iyi niyetli] şahıslardan müteşekkil
olmıyan Dil Kurumu’nu ve onun anlayışını tenk̆îd ediyordu…
Çetinoğlu: Bu hususta mihenk taşı olarak ‘Güneş-Dil Teorisi’ kabul edilir. Teori
hakkındaki görüşlerini lütfeder misiniz?
Dr. Yasa: Haklısınız. Hem Sadri Maksudi hakkında sağlam kanâat
edinmek, hem de Denizbank Hâdisesini iyi anlamak bakımından açıkça
belirtmeliyim: Sadri Maksudi, hiçbir zaman, ‘Güneş-Dil Teorisi’ hurâfesine
îtibâr etmemiş, onu desteklememiştir.
Selânikli Ahmet
|
Çetinoğlu: ‘Denizbank’ tamlamasına îtirâz ettiği
için Sadri Maksudi Arsal’ın başına gelenler, bu kadarla kalmadı. Mânevî linç
ekibinde kimler vardı?
Devam eder misiniz?
Dr.
Yasa: ‘Mânevî linç ekibi’nde
vazîfelendirilenler şunlardı: Siird Meb’ûsu İsmail Müştak Mayakon, Maraş
Meb’ûsu Hasan Reşid Tankut, Kütahya Meb’ûsu Mustafa Vedid Uzgören, Doç. Agop
(Martayan) Dilaçar, Kırşehir Meb’ûsu Lutfi Müfid Özdeş, Ulus Başmuharriri ve Ankara Meb’usu Falih Rıfkı Atay, Kurum
Başmuharriri Mehmet Asım Us, Kütahya Meb’ûsu Nâşid Hakkı Uluğ…
Çetinoğlu:
Neler yapıldı?
Dr.
Yasa: Bu ekibin yaptığı şey,
ilmî-aklî mâhiyeteki mukabil delîllerle Sadri Maksudi’nin tesbîtini cerhetmiye
çalışmak değildi; binâenaleyh, onların tavırlarını, hürmetle karşılanabilecek
nezîh bir tenkîd olarak değerlendirmek mümkün değildir. Sâdece Mayakon ve
Tankut, sahte delîllere istinâd etmişler ve dîğerlerine nisbeten biraz daha az
küstâhça bir üslûb kullanmışlardır. Dîğerleri ya bu ikisinin sahte delîllerini
tekrâr etmişler, ya da -hangi mâhiyette olursa olsun- hiçbir delîle istinâd
etmeden, doğrudan ve en rencîde edici, hakaretâmîz ifâdelerle, ayrıca Sadri
Maksudi’nin fikrinden ziyâde şahsıyetine hücûm etmişler, onu bilhassa cehâletle
ve profesörlük ünvânına, üniversitede ders vermiye lâyık olmamakla ithâm
etmişlerdir.
Mayakon’un Sadri Maksudi’ye karşı başlıca ‘delîl’i, ‘Türkçenin kıvraklığının’ bir tezâhürü, ‘Türk zekâsının, zarafet ve hassasiyetinin birer muvaffakıyeti’
olarak zikrettiği şu gibi coğrâfî isimlerdir: ‘Galatasaray, Ayvansaray,
Bahçekapı, Kumkapı, Topkapı, Duatepe, Maltepe, Tınaztepe, Hisartepe,
Kadifekale, Çanakkale, Dağkale, Rumkale, Bakırköy, Erenköy, Kadıköy, Malıköy,
Sincanköy…
Bu sahte delilleri ileri sürenlerin
arkasındaki güçler de Sadri Maksudi Arsal’ı, cehâletle, İstanbul Türkcesinin
gramer ve şîvesine yabancı olmakla ithâmdan ictinâb etmiyor: ‘Ortada bir
garabet varsa, bu garabet, Deniz Bank terkibinde değil, Türk gramerinin
yapraklarını karıştırmadan bu davaya karışan arkadaşımızın mantığındadır… Eğer
Sadri Maksudi arkadaşımızın hayalinde yaşıyan gramere uymamız lâzım gelseydi,
(Ayvansaray, Kumkapı, Topkapı, Çankaya, v.s. değil) Ayvansarayı, Kumkapısı,
Topkapısı, Çankayası dememiz icab ederdi… Türk dili grameri ile pek uğraşmamış
olan Sadri Maksudi’nin Türk dili şivesile alâkasına gelince, bu da söz
götürmiyecek kadar mahduttur…”
Prof. Hasan Reşid Tankut da, Mayakon’un
‘coğrâfî delîl’ini tekrâr etmekle berâber, daha ileri giderek, en harâretli
müdâfîlerinden olduğu ‘Güneş-Dil Teorisi’nin mantığıyle, aslında Fransızca olan
‘bank (< ‘la banque’) kelimesinin
de ‘öz Türkce’ olduğunu iddiâ ediyor: ‘Deniz Bank mürekkeb adını teşkil eden
sözlerden deniz kelimesi kadar bank kelimesi de türkçedir. […] Ben burada
sadece hepimizin bildiğimiz -baç- ve kendilerinin de çok iyi bilmesi lâzımgelen
bân- sözlerini hatırlatmakla iktifa edeceğim. Türkçede bu kelimelere taahhüd,
para taahhüdü ve borc manalarını verirler. Garb lisanlarındaki bank, banka,
banko muahhar şekilleri eski kelt ve got dillerinden alınmadır. O devirlerde de
-bân- şekilleri vardı.’
Bu mânevî linç ekibi içinde Sadri Maksudi’ye
en edebsizce, en hayâsızca taarruz edenler ise, Vedid Uzgören ile Agop Dilaçar
idi…
Uzgören’e nazaran, Sadri Maksudi, ‘hiçbir şey bilmiyen bir zattır’… ‘Bilhassa Türk dilinin tamamen cahilidir’…
‘Târihçi de değildir; (yazdığı) târih,
bir papağanın söylediğinden ileri geçmemiş bir zavallıdır’… ‘Hatâ içinde, gaflet içinde yüzen bir adamdır’…
(Ey Sadri Maksudi!) ‘Senelerden beri,
Türk gencliği, sakat Türkçenle verdiğin dersleri dinliyorsa, bunu kendin için
bir lutf-u mahsus ve Türklüğün taşkın nezaketinin yüksek eseri telâkki
etmelisin! Yoksa sen, Türkiye’de Türkçe konuşmağa, Türkçe ders vermeğe cesaret
edememek mevkiinde bir adamsın! Fakat beşeriyette, senin gibi, cehlini
bilmiyen, kendini âlim sanan gafiller az değildir!’
Dilaçar’a nazaran da, ‘Sadri Maksudi, gerçi bir Türktür, fakat Türk dilini Türk muhitinde
öğrenmemiştir’… Sadri Maksudi’nin, “Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetinin, şüphesiz en mütehassıs dilcilerimize danıştıktan sonra
ortaya koyduğu ‘Deniz Bank’ sözüne itirazını o kadar gayriilmî ve cahilâne
gördük ki artık o zatın Türk ilim ailesi içinde bir yeri olduğunu kabul
edememekte mazurum!”
Bittabi, ‘sâhibinin
sesi’ gazeteler de, koro hâlinde, manşet manşet, Sadri Maksudi’nin ‘cehâletini yüzüne çarpmaktan’ geri
kalmıyorlardı…