(İkinci Bölüm)
Oğuz Çetinoğlu: 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’ne giden olaylar yurt dışında nasıl
yorumlanıyordu?
Doç. Dr. Nasrullah Uzman: Gerek Ankara ve İstanbul’daki öğrenci
olayları gerekse Tahkikat Komisyonu sebebiyle yaşanan hâdiseler haliyle dış
basında da geniş geniş yer buldu. Özellikle Amerikan basını, Türkiye’deki
öğrenci olaylarını “demokrasi buhranı” olarak değerlendirdi ve “Türk Parlamento
hayatında devam etmekte olan ciddi buhranı zirvesine ulaştırmıştır. Son
zamanlarda Menderes Hükümeti ve Meclis’te çoğunlukta bulunan Demokrat Parti,
muhalefeti ve onun lideri eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü susturmak için bazı
tedbirler almıştır” gibi yorumlar yaptı. Basın hürriyetine de dikkat çeken
Amerikan basını, Tahkikat Komisyonu hakkında “İnönü ve muhalefet partisi ile
ilgili tahkikatına dâir Türkiye’de herhangi bir haber, makale, vesika, beyan
veya fotoğraf yayınını yasak etmiştir. Komisyon bu yasağa riâyet etmeyen gazete
ve yayınları toplatmak ve kapatmak, ilgili şahısları tevkif etme hakkına sâhiptir.
Türkiye’nin esâsen çok şiddetli olan basın kanunu yüzünden bugüne kadar pek çok
gazeteci hapse girmiştir” gibi değerlendirmelerde bulundu.
28-29
Nisan târihlerinde yapılan Hükümet muhalifi gösterilerden sonra bu defa
Demokrat Parti yönetimi, 5 Mayıs’ta saat 5’teAnkara’da Kızılay Meydanı’nda bir
gösteri düzenlemeye karar verdi. Buna göre iktidar partisine mensup gençler Meclis’ten
çıkıp Çankaya’ya gidecek olan Celal Bayar ve Adnan Menderes’i Kızılay
Meydanı’nda alkışlamak suretiyle destekleyeceklerdi. Ancak DP’ye muhalif olan
gençler durumdan haberdar oldu ve karşı atağa geçti. Bu doğrultuda “5. ayın 5.
günü saat 5’te Kızılay’da toplanalım (555-K)” parolasını geniş bir öğrenci
kitlesine duyuruldu. Planlandığı gibi 5. ayın 5. gününde saat 5’te Demokrat
Parti’ye muhalefet eden gençler büyük bir kalabalıkla Kızılay meydanında
toplandı. Buna mukabil Demokrat Parti’yi desteklemek maksadıyla orada bulunan
gençler azınlıkta kaldı. Saat 6 civarında Kızılay meydanına gelen Cumhurbaşkanı
Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes çok büyük protestolarla karşılaştı.
Hatta bazı göstericiler tarafından tartaklanan Adnan Menderes, bir gazetecinin
arabasına binerek meydandan güçlükle uzaklaştı.
İktidar-muhalefet
ilişkileri bu vaziyetteyken Türk Silahlı Kuvvetleri içinde de 10 yıllık DP
iktidarına karşı alttan alta başlayan hareket bu son protesto gösterileri
sırasında kendini açıkça gösterdi. Özellikle 29 Nisan’daki gösteriler sırasında
öğrenci/gençlik-ordu dayanışması açıkça görüldü. Subaylar protestocu
öğrencilere karşı son derece hoşgörülü davrandı; öğrenciler de iktidara karşı
orduyu destekleyici sloganlar attı; hatta polisin gözaltına alma girişiminde
bulunduğu bazı öğrenciler subayların araya girmesi sonucunda serbest bırakıldı.
Daha da önemlisi 21 Mayıs’ta bu defa Ankara’daki Harp Okulu öğrencileri
iktidarı protesto için bir gösteri yürüyüşü düzenledi. Harp Okulu
öğrencilerinin de olaylara dâhil olması artık olayların önlenemez bir noktaya
geldiğini göstermesi bakımından çok önemliydi.
21
Mayıs’ta Harp Okulu öğrencilerinin protesto maksatlı yürüyüşü haklı olarak
Demokrat Parti’nin tepkisini çekti. Harp Okulu öğrencilerinin protestosu
karşısında Sıtkı Yırcalı, Mustafa Zeren, Kâmil Gündeş ve Rıfkı Sâlim Burçak bir
önerge vererek Demokrat Parti Genel İdare Kurulu’nun toplanmasını istedi. Bu
istek kabul gördü ve DP Genel İdare Kurulu toplandı. Toplantıda söz alan Rıfkı
Sâlim Burçak, tâkip edilen politikaların tamamen terk edilmesini tavsiye ederek
“bir çıkmazın içinde boğulmak üzereyiz”
değerlendirmesinde bulundu ve “bu
çıkmazdan nasıl kurtulacağız?” diye sordu. Başbakan Adnan Menderes bu
soruya “ben sizi çıkaracağım!”
şeklinde cevap verince Rıfkı Salim Burçak “hayır
çıkaramayacaksınız!” diye karşılık verdi. Netice itibâriyle toplantıda
herhangi bir sonuç elde edilemedi. Bu Demokrat Parti Genel İdare Kurulu’nun son
toplantısıydı. Adnan Menderes Başbakan ve Genel Başkan olarak programına devam
etti; 25 Mayıs 1960’ta Eskişehir’e geldi. Havaalanında Adnan Menderes’i
karşılamaya gelenler içinde bir grup hava subayı da yer alıyordu. Saygı
duruşuna geçen Subaylar, Adnan Menderes aralarına geldiği sırada aniden “geriye dön!” komutuyla birlikte tek saf
halinde Başbakana arkalarını döndü. Bu, teamüllerin dışında ve son derece sert
bir tepkiydi. Tam da bu an itibâriyle Adnan Menderes’in ve tüm Demokrat
Partililerin ciddi tedbirler alması gerekiyordu. Bu hâdise belki de darbeden
önceki son çıkış için uyarıydı.
Yaşanan
olayların önlenemez bir şekilde artması ve Tahkikat Komisyonu’na yönelik
eleştiriler karşısında Adnan Menderes, 25 Mayıs 1960’ta Eskişehir’de yaptığı
konuşmada Komisyonun başlangıçta 3 ay süreceğini hesapladığı işini kısa bir
sürede bitirmiş olduğunu ve raporunu TBMM’ye sunacağını ifâde etti. Esâsen
Adnan Menderes, bu ifâdeyle sert politikalardan ve eleştirilerin odağındaki
Tahkikat Komisyonu uygulamasından vaz geçildiğinin sinyalini veriyordu. Hatta
bazı DP milletvekillerinin erken seçim istediklerine dâir haberler de gazete
sütunlarına yansıyordu. Ancak Demokrat Parti’nin bu çabaları 27 Mayıs 1960
askerî darbesini önlemeye yetmeyecekti.
Çetinoğlu: Bir de ‘Dokuz Subay’ meselesi vardı…
Doç. Dr. Uzman: 27 Mayıs 1960
askerî darbesinden önce Demokrat Parti iktidarı, Türk Silahlı Kuvvetleri
içerisindeki cunta yapılanmalarından haberdardı. Daha önce de ifâde edildiği
gibi bu konuda CHP’yi de TSK’yı Hükümete karşı kışkırtmakla suçluyordu. Hatta
literatüre “Samet Kuşçu” veya “Dokuz Subay” hâdisesi olarak da yansıyan
olay vesilesiyle TSK içerisindeki yapılanmalardan kamuoyu da haberdar olmuştu.
Şöyle ki siyâsî çevrelerde TSK’da Hükümete karşı bir komplonun ortaya çıktığı
ve birçok subayın tutuklandığı yolunda söylentilerin çıkması üzerine 16 Ocak
1958’de Hükümet tarafından kamuoyuna bir açıklama yapıldı. Buna göre üçü albay,
biri yarbay, dördü binbaşı ve biri de yüzbaşı olmak üzere dokuz kişinin
tutuklandığı açıklandı. Askerî mahkemede yapılan ve 6 ay süren yargılamalar beraatla
sonuçlandı; buna rağmen cunta hakkındaki ihbarı yapan Subay Samet Kuşçu, “yanlış ihbar” suçundan hüküm giydi ve
mesele böylece kapatıldı. İhbarı yapan subayın “yanlış ihbar” gerekçesiyle hüküm giymesi sonraki ihbarların önünü
kesti. Darbeden yalnızca birkaç hafta önce Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal
Gürsel’in Millî Savunma Bakanı Ethem Menderes’e yazdığı mektup da dikkate
alınmadı. Böylece darbe “geliyorum”
dedi ama Hükümet tedbir alamadı.
Çetinoğlu: …Ve meşru
yönetime müdâhale…
Doç. Dr. Uzman: Evet! İktidar
ve muhalefet partileri birbirlerini yıpratırken Türk Silahlı Kuvvetleri, “memleketi hırslı politikacıların elinden
kurtarmak maksadıyla” 27 Mayıs 1960 târihinde sabaha karşı saat 03.00’te
yönetime el koydu. 27 Mayıs sabahı saat 05:15’te “İhtilalin Kudretli Subayı”
Albay Alparslan Türkeş’in Ankara radyosundan okuduğu tebliğ ile kamuoyu
darbeden haberdar oldu:
Çetinoğlu:
‘Tebliğ’de neler vardı?
Doç. Dr. Uzman: Tebliğin metni
söyleydi:
“Bugün
demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hâdiseler dolayasıyla ve
kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idâresini
eline almıştır. Bu hareketi Silahlı Kuvvetlerimiz, partileri içine düştükleri
uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idârenin nezâret ve
hakemliği altında en kısa zamanda âdil ve serbest seçimler yaptırarak idâreyi
hangi tarafa mensup olursa olsun seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere
girişmiş bulunmaktadır. Girişilmiş olan bu teşebbüs hiçbir şahsa veya zümreye
karşı değildir. İdâremiz hiç kimse hakkında şahsiyata müteallik tecâvüzkâr bir
fiile teşebbüs etmeyeceği gibi edilmesine de asla müsâade etmeyecektir. Kim
olursa olsun ve hangi partiye mensup olursa olsun her vatandaş kanunlar ve
hukuk prensipleri esaslarına göre muâmele görecektir. Bütün vatandaşların
partilerin üstünde aynı milletin aynı soydan gelmiş evlâtları olduklarını
hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine karşı hürmetle, anlayışla muâmele
etmeleri ıstıraplarımızın dinmesi ve millî varlığımızın selâmeti için zarûri
görülmektedir. Kabineye mensup şahsiyetlerin Türk Silahlı Kuvvetlerine sığınmalarını
rica ediyoruz. Şahsî emniyetleri kanun teminatı altındadır. Müttefiklerimize,
komşularımıza ve bütün dünyaya hitap ediyoruz. Gayemiz Birleşmiş Milletler
Anayasası’na ve insan hakları prensiplerine tamamıyla riâyettir. Büyük
Atatürk’ün yurtta sulh ve cihanda sulh prensibi bayrağımızdır. Bütün
ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO’ya inanıyoruz ve bağlıyız.
CENTO’ya bağlıyız. Tekrar ediyoruz düşüncelerimiz yurtta sulh cihanda sulhtur.
Türkiye dâhilinde bütün garnizonlardaki garnizon komutanları o yerin mülkî ve
askerî idâresine el koyacaklar ve vatandaşların her hususta emniyetini
sağlayacaklardır.”
27
Mayıs 1960 askerî darbesi, 40 gün önce, 18 Nisan 1960 târihinde İsmet İnönü’nün
târihe geçen “…şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilâl meşru bir
haktır…” sözünü hatırlattı. Darbe yönetiminin verdiği talimatlarla
Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve bütün Demokrat Parti idârecileri
derhal tevkif edildi; böylece 10 yıldır Türkiye’yi yöneten Demokrat Parti
kadrosu 27 Mayıs müdâhalesiyle birlikte tevkif edildi. Üstelik dönemin
Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun da tutuklananlar arasında yer aldı.
27
Mayıs sabahı Org. Cemal Gürsel, havayoluyla derhal İzmir’den Ankara’ya
getirtildi. Cemal Gürsel, Cumhurbaşkanı ilân edildi ve TBMM feshedildi. 28
Mayıs’ta geçici bir hükümet kuruldu ve Ankara’ya dâvet edilen ilim heyeti 27
Mayıs 1960 askerî darbesinin “gayr-i
meşru bir idâreye karşı yapılan meşru bir hareket” olduğunu açıkladı.
Olağanüstü bir dönemde MBK Başkanlığı, Başbakanlık ve Başkomutanlık gibi
makamları temsil ettiğini açıklayan Cemal Gürsel, düzenlediği basın
toplantısında idâreye el koymaamacının demokrasiyi tekrar sağlama çabası
olduğunu ifâde etti. Yeni seçim kanununun hazırlanmasından sonra yönetimin
halkın serbest seçimine bırakılacağını belirtti ve Demokrat Parti de dâhil
olmak üzere bütün partilerin genel seçimlere katılmaları için izin verileceğine
dâir söz verdi. Ancak Cemal Gürsel’in söz verdiği gibi Demokrat Parti seçimlere
bir daha katılamayacaktı. Cemal Gürsel’in başkanlığında ilk toplantısını yapan
yeni Hükümet tarafından durumu normale çevirmek için adımlar atılması; parti
ayrımı gözetmeksizin herkese adâletle davranılması; bütün parti faaliyetlerini
yasaklayarak çekişme ve tartışmalardan kaçınılması; hürriyetleri kısıtlayan
kanunların kaldırılması; DP hükümeti tarafından yabancı devletler hakkında
alınmış olan bütün kararların yürürlükte tutulması; dış siyâsette barışın temel
ilke olarak kabul edilmesi gibi kararlar alındığı açıklandı.
Çetinoğlu: Millî Birlik
Komitesi’nin yapısı hakkında bilgi verir misiniz?
Doç. Dr. Uzman: Esâsen 27 Mayıs
1960’ta Türk Silahlı Kuvvetleri adına yönetime el koyan Millî Birlik Komitesi, 5’i
general, 8’i albay, 7’si yarbay, 10’u binbaşı ve 8’i de yüzbaşı olmak üzere yalnızca
38 üyeden oluşuyordu. Yâni darbe hiyerarşiye aykırı bir şekilde alt rütbeli az
sayıda bir subay grubunun girişimiyle yapılmıştı. Ancak az sayıdaki bu subaylar
harekete geçtiği zaman Türk Silahlı Kuvvetleri içinden veya dışından herhangi
bir direnişle karşılaşmadıkları gibi kısa sürede cuntaya dâhil olmayan
askerlerin de desteğini aldı. Demokrasi kültürü/târihi açısından
değerlendirildiğinde ise darbenin gerçekleştiği 1960 yılı itibâriyle Cumhuriyet
ilan edileli yalnızca 37 yıl, çok partili siyâsî hayata geçeli 14 yıl ve
Demokrat Parti iktidar olalı da 10 yıl olmuştu. Dolayısıyla Cumhuriyet târihinde
ilk kez Türk Silahlı Kuvvetleri, meşru Hükümeti darbe yoluyla alaşağı etti ve
ülke yönetime el koydu. 14 Mayıs 1950’de milletin reyleri ile iktidar olan
Demokrat Parti, 27 Mayıs 1960’ta askerî bir darbe ile devrildi; böylece
Demokrat Parti’nin 10 yıl 13 gün süren iktidarı son buldu.
Darbenin
başarılı olabilmesi için öncelikle meşru Hükümetin en üst kademesindeki
isimlerin tutuklanması gerekiyordu. Bu isimlerin başında Cumhurbaşkanı Celal
Bayar, Başbakan Adnan Menderes, TBMM Başkanı Refik Koraltan ve aralarında
kabine üyeleri geliyordu. Bu doğrultuda öncelikle Ankara’da bulunan
Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın tutuklanması için harekete geçildi. Harp
Okulu’ndan gelen tanklar Çankaya Köşkünü kuşattı. Esâsen Celal Bayar, teslim
olma taraftarı değildi; bu yüzden silahını kendisini almaya gelen subaylara
doğrultmuştu. General Burhanettin Uluç’un “Millet
ve ordu sizi istemiyor. Buna bizi siz mecbur ettiniz” sözlerine “Ben millî iradeyle geldim. Hiçbir yere
gidemem, beni bir yere götüremezsiniz” şeklinde cevap veren Celal Bayar sonrasında
askerlere doğrulttuğu silahını şakağına dayamış; ancak intihar edeceği sırada
askerlerin müdâhalesi ile karşılaşmıştı. Böylece 27 Mayıs’a karşı gerçekleşen
ilk ve son sivil direniş kırılmış oldu. Müdâhaleyi Eskişehir’de öğrenen
Başbakan Adnan Menderes ise Kütahya’ya hareket ettiyse de tutuklanarak
Ankara’ya getirildi. Bakanlar da derhal tutuklandı. Anadolu’da ve Ankara’da
bulunan Demokrat Partililer, darbenin karargâhı olan Harp Okulu’na; İstanbul’da
bulunanlar ise Davutpaşa Kışlası’na götürüldü.
“Millî
Birlik Komitesi Başkanı ve Türk Silâhlı Kuvvetler Başkumandanı” Orgeneral Cemal
Gürsel, “28 Mayıs 1960 günü saat 10:00’dan itibâren evvelce tevkif edilmiş olan
subaylarla millî ideolojimize aykırı hareket ve fiilleri olmayan, bütün
Üniversite ve diğer okul talebelerinin serbest bırakılacağını” ve “kapatılan
bütün fakülte ve okulların derhal açılacak ve normal mesailerine 9 Haziran
1960’dan itibâren başlayacaklarını” açıkladı. Cemal Gürsel ayrıca “Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin bütün yurtta muhterem Türk Milletinin müzâheretiyle kan
dökmeksizin duruma hâkim bulunduğunu”; “Sayın İsmet İnönü ve arkadaşlarının
sıhhat ve selâmette olduğunu” ve “sabık Hükümet erkânının tamamen emniyet
altına alındığını” kamuoyuna duyurdu. İkinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı
ilân edildiği gibi her türlü siyâsî parti faaliyetlerine de son verildi.
DP’li
milletvekilleri, Harbiye’ye askerlerden oluşan bir koridordan alındı. Bu sırada
bir kısmına hakaretler yağdırıldığı gibi bir kısmına da fizikî şiddette
bulunuldu. Hatta 28 Nisan olaylarında sıkıyönetim komutanlığı yapan Nâmık
Argüç’ün “öldürüleceğiz” iddiasını ortaya atması sebebiyle ilk gece neredeyse
hiç kimse uyuyamadı; ertesi gün Binbaşı Bekir Bey’in DP’liler için böyle bir
emir almadığını; alsa bile uygulamayacağını belirtmesi üzerine bu tedirginlik
ortadan kalktı. İlerleyen günlerde ise bir gece okulda silah sesleri duyuldu ve
bazı pencereler kırıldı. Bu olay DP’lilere “Halk sizi linç etmeye geliyordu;
askerler engelledi” şeklinde aktarıldı. DP’liler Harp Okulu’nda kaldıkları süre
içerisinde vakitlerinin çoğunu subay gazinosunda veya yemekhanede geçirdi. Aileleriyle
haberleşmeleri ise askerler aracılığıyla veya mektup yazarak gerçekleşti.
(İKİNCİ BÖLÜMÜN SONU. ÜÇÜNCÜ VE SON BÖLÜM YARIN
VERİLECEKTİR.)