Oğuz Çetinoğlu: Tasavvufî anlamda insanın tarifini verir misiniz Hocam?
Doç. Dr. Emin Işık: İnsan; ete, kemiğe bürünen ruhtur. O yığının içinde yanan bir kalp, sızlayan bir vicdan varsa, insandır. Aşkın, ümidin ve merhametin bulunmadığı kupkuru bir beden insan değildir.
Her şey kendi aslını sever ve aslına yönelir: Topraktan yaratılan beden maddî nimetlere, Allah’tan gelen ruh da ilâhî güzelliklere yönelir. Geçici nimetlere duyulan heves ile ebedî güzelliklere duyulan aşk arasında dağlar kadar fark vardır: Bunlar dış yüzüyle benzer şeylermiş gibi görünseler de çok farklıdırlar.
İnsanoğlu, mal biriktirmek ve zengin olmak hırsıyla dünyaya gelir. Onun, doğuştan sahip olduğu faydacılık, Kur anda şöyle ifade edilir: ‘İnsanların, güzel bulup, aşırı sevgiyle bağlandıkları şeyler; kadınlar, oğullar, yığınla gümüş ve altın, soylu atlar, davarlar ve verimli ekinlerdir. Dünya hayatının faydaları işte bunlardır. Oysa varılacak hedeflerin en güzeli Allah katındadır. De ki: Size bütün bunlardan daha hayırlı olanı haber vereyim mi? Allah’a, bilinçli olarak kulluk eden takva ehli için, Rableri katında, altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Onlar orada, ebedî kalacaklar, tertemiz eşler alacaklar ve Allah’ın rızâsına nâil olacaklar. Ve Allah, kulların içini dışını görür.’ (Âl-i İmran 3/14,15)
Çetinoğlu: ‘Günümüz şartlarında tasavvuf zor iş…’ Diyenler var…
Işık: Zorluk; çağımızın insanında kafa ve kalbin boş, midenin dolu oluşundan kaynaklanıyor.
Çetinoğlu: Materyalistler tasavvufu reddediyorlar…
Işık: Materyalizm, kâinatta var olan her şeyin maddeden ibaret olduğunu, onun dışında başka bir şey bulunmadığını savunur. Kökü de çok eskilere dayanır: Bu fikri, M. Ö. 5. yüzyılda ölen ilk çağ filozoflarından Demokritos, felsefî bir disiplin hâline getirmiştir. Bu görüşe, ciddî tenkitlerle ilk karşı çıkan da Sokrates olmuştur. İslâm felsefesinde, buna, ‘Tarihî Maddecilik’, mensuplarına da ‘Maddîyyun’ adı verilmiştir.
Materyalizm, hem Hıristiyan batıda, hem de İslam dünyasında, küfür sayılmıştır. Yüzyıllar boyunca, özellikle dinî düşüncenin toplumda egemen olduğu dönemlerde, çok zayıf ve önemsiz bir dünya görüşü olarak varlığını sürdürmüştür, ama tarihin hiçbir döneminde, şimdiki gücüne erişememiştir. Son iki yüzyılda, fizik ve kimya alanındaki gelişmeler, onun sonucunda ortaya çıkan yüksek teknoloji ve bu teknolojinin eseri olan harika icatlar, materyalizmin ekmeğine yağ sürmüş ve güç kazanmasına sebep olmuştur. Başta Marksizm olmak üzere, laiklik ile sekülarizm de ondan doğmuştur.
Materyalizmin gerçekleştirmek istediği üç temel hedefi vardır: Ruhsuz madde, Allahsız kâinat, Dinsiz toplum.
Materyalistler, bu hedefler doğrultusunda kesin sonuca varmak için, iki asır boyunca, çok çaba harcadılar, bir hayli de mesafe aldılar: Bilimin dinî inançlarla bağdaşmaz olduğunu, bir ön kabul şeklinde ortaya attılar. Bu görüşü, herkese, en dindar insanlara bile kabul ettirmeyi başardılar.
Materyalizm, böylece, dini, önce laboratuardan kovmayı başardı.
Bilimin amacı, gerçeği, kendi gerçekliği içinde tanımak ve tanıtmaktır. Herhangi bir inanca veya ideolojiye destek vermek değildir. Aksi halde bilim kirlenir ve bilim olmaktan çıkar. Zaten bilimin kendisi hakikattir. Hakikatin, başka bir şeyin desteğine ihtiyacı yoktur.
Bilim için gerekli ve geçerli olan bu ilke, sanki bilim adamı için de gerekliymiş gibi gösterildi. Bu yönde yapılan kasıtlı telkinlerle bilim adamının da dinsiz ve inançsız olması gerektiği öne sürüldü. Bu çeşit propagandalar da başarılı oldu. Hür düşünce ve bilimsellik adına, sadece bilimin değil, bilim adamının da dinsiz ve imansız olması gerektiği savunuldu. Bu iddia da büyük ölçüde kabul gördü.
Bilimin, dinden ve her türlü dinî inançtan arındırılmasını, inançları güçlendirme yolunda kullanılamayacağını ısrarla savunanlar, bilimi, dinsizliğin emrine vermekte ve dinî inançları yıkmak için, bir saldırı silahı olarak kullanmakta hiçbir sakınca görmediler. Çünkü dinin yok edilmesi, ana hedeflerden biriydi.
Fransız ihtilâlı öncesinde ve sonrasında, Batı dünyasında, dine yönelik saldırıların tamamı, bilim adına yapıldı. Bilimin, dinî inançlara karşı, nasıl bir saldırı silahı olarak kullanıldığına ilişkin en çarpıcı örnekler de Sovyetler döneminde görüldü.
Çetinoğlu: İlim denilen olgunun dine âlet edilmesini ilim için tehlikeli görüyorlar. Fakat dinsizliğe âlet edilmesinde tehlike görmüyorlar. Neden?
Işık: Çünkü materyalizme göre, varlık, yalnızca maddeden ibarettir. Diyorlar ki; ‘Kâinat (Cosmos) da maddenin sürekli etkileşiminden meydana gelmiştir. Sürekli ve zincirleme etkileşimin eseri olan madde, kendi kendini yaratmıştır. Onun, kendi dışında bir yaratıcıya ihtiyacı yoktur. Kâinatın Tanrı tarafından yaratılmış olduğu inancı, dinlerin ortaya koyduğu bir yanılgıdır. İnsanlığın bu yanılgıdan kurtulması için, dinden ve dine dayalı her türlü inançtan kurtulması gerekir…’
Materyalizmin varlık hakkındaki görüşü, özetle bundan ibârettir. Oysa bu görüş de nihayet bir faraziyedir. Her faraziye gibi, gerçekle bağdaşmayan yanları bulunabilir. Hattâ bütünüyle yanılgı olabilir. Zaten tarih boyunca, birçok yönden ağır tenkitlere uğramış ve yerden yere vurulmuştur.
Varlık denilen şey, materyalistlerin iddia etiği gibi yalnızca taş, toprak ve maden cinsinden katı maddeler değildir. Varlık kapsamı içinde canlılar ve insanlar da vardır. İnsanı, maddeden ve diğer canlılardan farklı kılan ve maddî olmayan üstün yeteneklerini görmezden gelmek mümkün değildir. İnsan; akıl, fikir, idrak, vicdan ve irade sahibi bir canlıdır.
Özünde bunların hiçbiri bulunmayan cansız madde, akıl ve vicdan sahibi olan bu üstün canlıyı kendiliğinden yaratamaz. Bir şey kendinde olmayan bir şeyi, başkasına veremez.
Materyalizm, bu soruya, şimdiye kadar, doğru dürüst bir cevap verebilmiş, ikna edici bir izah getirebilmiş değildir.
Soruyu tekrarlıyorum: Özünde düşünce yeteneği olmayan madde, insan denilen düşünen canlıyı nasıl yaratabilmiştir?
Bu soruya cevap verememiş olmalarına rağmen materyalizm, pes etmiş ve hedefinden vazgeçmiş değildir.
Çetinoğlu: Başarı da gösteremiyorlar…
Işık: Gösteremezler. Dinsiz bir toplum oluşturmayı beceremezler. Sovyetlerde bir asra yaklaşan din karşıtı uygulamalar, insan ruhundaki din duygusunu, yani bir dine inanma ve bağlılığını yok edememiştir. Fakat kabul etmek gerekir ki bu ve benzeri laiklik uygulamaları, dinin sosyal hayat üzerindeki etkisini oldukça zayıflatmıştır.
Çetinoğlu: Laiklik kavramını, din olgusunun yerine koymak isteyenler var…
Işık: Çağımızda insanlar, materyalist felsefeye inandıkları için maddeciliği benimsemiş değiller. Felsefe ile ilgilenen aydınların dışında kalan büyük çoğunluk, materyalizmin ne olduğunu bilmez. Lâkin insanları, maddeci olmaya iten ve bir anlamda mecbur eden başka etkenler var.
Bu konuda en önemli etken, teknolojinin oluşturduğu maddî ve yapay dünyanın câzibesidir. Buzdolabından radyo ve televizyona, özel otomobilden cep telefonuna ve bilgisayara kadar, ortaya konan harika icatlar, çağdaş insanın başını döndürmüş, onu dört bir yanından kuşatmış bulunuyor. Araştırmalar göstermiştir ki, teknolojik ürünler, onları üretenlerden ziyade kullananlar üzerinde etkili oluyor ve daha çok hayranlık uyandırıyor. Üstelik özendirici reklâmlar yardımıyla, mutlaka sâhip olunması gereken hayatî nesneler hâline getiriliyor. İnsanlar, ardı arkası kesilmeyen bu yeni ürünleri elde edebilmek için, daha çok para kazanmaya zorlanıyorlar. Helâl, haram demeden, bol kazanç uğruna pek çok sıkıntıya katlanıyorlar. Bunları satın almaya güç yetiremeyenlerin iç dünyalarında da kıskançlık, kin ve nefret duyguları uyanıyor. Günümüzde dar ve orta gelirli kesimin eline geçen paranın büyük bir kısmı, bu ürünleri satın alabilmeye harcanıyor. İnsanlar, teknolojinin önce meftunu, sonra da esiri oluyorlar.
Çağdaş medeniyet insanoğlunu makine ile yarışa zorluyor. Gayet tabiidir ki, bu da onun, makineye yenik düşmesi sonucunu doğuruyor.
Çetinoğlu: Çağımız insanını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Işık: Çağımızın insanı, pek çok dünya metaına sahip olmuştur, ama kendi hayatına sahip olamamıştır. Üstelik hür olduğuna inanır. Oysa kendi istediği hayatı değil, kendisinden istenen hayatı yaşar. Yani, çağdaşlığın kendisine sunduğu sanal hayatın kurallarına uyar, onun icaplarını yerine getirir. Kendisini buna mecbur hisseder. Yoksa çağdaş olamaz.
Çağdaş insan, maddî ihtiyaçlarla çevrili bir dünyada yaşadığı için, din ve maneviyat karşısında, yüzme bilmeyen insanın denizden korkması gibi, bir korkuya kapılır. Çağdaş hayat, böylece, kendi dininden korkan ve dindarlığı çağdışılık sanan bir tuhaf anlayışı da beraberinde getirmiştir: Bu yüzden birçokları, çağdaş olmayı, eski olan her şeye düşman olmak şeklinde algılar. Bunlar dindar olmayı çağdışçılık sayarlar, ama fala ve büyüye inanmakta bir sakınca görmezler. Üstelik uğur veya uğursuzluk saydıkları bir yığın batıl inancı da yüreklerinde taşırlar.
Çetinoğlu: ‘Çağımız insanının en büyük problemi maneviyatla ilgilidir!’ Diyorsunuz…
Işık: Et ve kemik yığınından ibaret olan beden, ruh için bir elbise, belki bir saksı gibidir. Ruh saksı içindeki çiçeğe benzer. İnsanın öz varlığı olan canı, bedende gizlenen bir cevherdir. Hz. Mevlânâ, ‘Sen hep saksıyı boyayıp süslüyorsun, saksı içindeki çiçeğe niçin su vermeyi ihmal ediyorsun?’ diyor.
Beden ve bedenle ilgili faaliyetler, beşer denilen bu canlıyı, insan yapmaya yetmez. Beden, ancak bilgi, îman, vicdan, irâde ve ahlâk gibi ruhî değerlerden meydana gelen bir içerik kazanırsa, o zaman insan olur: Hangi beden içinde, bu değerler daha fazla yer alırsa, o, daha fazla insan olur. Hemcinsleri arasında daha çok değer kazanır, ‘İyi insan, faziletli insan’ diye anılır.
İlk insan olan Âdem, aynı zamanda ilk peygamberdir. İnsanlığın hayatındaki ilk sosyal kurum da dindir.
Sosyolojinin de kabul ettiği gibi, zamanla felsefe, ilim, sanat ve ahlâk dinden ayrılarak, müstakil birer kurum hâline gelmiştir. Bununla beraber, ahlâkın dinden büsbütün kopmuş ve ayrılmış olduğu da söylenemez. Gerçi pozitivist felsefe, din devrinin kapandığını iddia etmiştir, ama beklediği olmamış, din devri hiçbir zaman sona ermemiştir. Din, insan hayatındaki yerini bir başka kuruma terk etmemiştir. Çağdaş medeniyet, dinin sosyal hayattaki alanını daraltmıştır, lâkin onu, büsbütün yok edip, ortadan kaldıramamıştır.
Çetinoğlu: ‘Halk dindarlığı’ kavramından söz ediliyor…
Işık: Avam denilen halk yığınları arasındaki dindarlık, daha ziyade, gelenek ve göreneğe dayalı şekil unsurlarını ön plana çıkarır. Halk, şekille ilgili kuralları yerine getirince, dinî görevlerini yapmış olduğuna inanır. Oysa ‘Ulu’l-elbâb’ adı verilen yüksek idrak ve düşünce sahipleri, dindarlığın sadece şekilden ibâret olmadığını, bunun ötesinde ruhî bir ihtiyaç olduğunu bilirler. Çocuklar ve ilkel düşünceliler, dinin ruhî yönüne pek akıl erdiremezler. Arifler, dini, Allah’a götüren yol olarak görürler.
İnsanın bilgi ve idrak seviyesi yükseldikçe, dini de ariflerin algıladığı gibi algılamaya başlar.
Her şeyden önce ruhî ihtiyaç olduğu için, Sovyetlerde üç nesil boyunca, dini hayattan ve vicdanlardan uzaklaştırma çabaları, sonuç vermemiştir. Din eğitimini yasaklayıp, yerine sporu ve beden eğitimini ikame etme gayretleri de insanları dinsiz yapmaya yetmemiştir.
Tarih göstermiştir ki, din kurumu, yerini bir başka kuruma terk etmiyor.
Çetinoğlu: İnsanlık yeniden bir din çağına giriyorsa, bundan en kârlı çıkacak din, hangisidir?
Işık: Dinin insanlığa getirdiği ilkeler açısından bakılınca, bunun İslâmiyet olacağı söylenebilir. Yeni zamanların dininin, İslâm olacağına kesin gözüyle bakılabilir


