Doç. Dr. BETÜL GÜRER Hanımefendi ile TÜRK KADINININ MESELELERİ’ni Konuştuk.

165

Oğuz Çetinoğlu: Öncelikle röportaj teklifimi kabul buyurduğunuz için teşekkürlerimi sunarım. Türk kadınının meseleleri hakkında genel bir değerlendirmenizle başlayabilir miyiz?

Doç. Dr. Betül Gürer: Kadın demek insan demek, insan demek kâinat demektir. Kadın meselesi târihten günümüze kadar çok fazla problemi içinde barındırdığı gibi, var olan problemlerin de başka meselelere yol açtığı bir sâha olmuştur. Diğer taraftan meselenin bu kadar karmaşık hâle gelmesinde doğrudan pratik tarafının olmasının etkisi çok büyüktür. Çünkü teoriyle, hukuk prensipleriyle (genel hukuk, İslâm hukuku, ahlâk vs.) kontrol etmeye çalışılan bir sâha. Pratiğin getirdiği sayısız sıra dışı durumlar ve örnekler sunmakta, dolayısıyla her birini resmî ilkelerle/yazılı hukukla yönetilmesi mümkün olmamaktadır. Burada da devreye insanî değerler, kültür, gelenek, konuyla ilgili algılar vs. devreye giriyor ve durum ‘gel de çık işin içinden’ denilebilecek bir hâle geliyor.

Çetinoğlu: Kadınla alâkalı meseleleri inceleyen bir ilim dalı, problemlere çözüm bulabilecek uzman var mı?

Doç. Gürer: Bu alanda hakîkati tespit edebilmek için, târihin ve antropolojinin kültür ve ilim târihinin çok etkili olması gerekir. Çünkü kadın konusunda yapılması gereken ilk şey gerçekle algının, hakîkatle insanların telakkilerinin birbirinden ayrılmasıdır. En hayâtî adım bu.

Cetinoğlu: Konuyu çerçeve içine almak mümkün mü?

Doç. Gürer: Türk kadınının bugününü anlayabilmemiz için târihte bugünü şekillendiren inançlarımıza ve anlayışlarımıza bakmamız gerekiyor. Yâni önce kaynakları ve bu kaynakların ne kadar sahih bilgi ürettiğini anlamak lâzım. Din kadın konusunda ne söylüyor, din yorumları ise bunu nasıl anlıyor bunu problematik bir tarzda ele alacağım. Olabildiğince de bildiğimiz şeyleri tekrar etmeyeceğim.

Çetinoğlu: Lütfedersiniz Efendim.

Doç. Gürer: Kadınlarla ilgili konularda hakîkati öğrenebileceğimiz ana kaynak Kur’ân’daki âyetler ve peygamberimizin hadisleri, uygulamaları: Şu klişeyi tekrarlamayacağım: İslâm kadına hak ettiği değeri verdi. İslâm geldi kadın zulme uğramaktan kurtuldu. Elbette bunların hepsi doğru, ancak bu sözler Müslümanların kendilerini ‘Biz İslâm’ın getirdiği hakîkatle uyuşuyor muyuz?’ Sorgulamasını yapmasına engel oldu. Bugün Müslüman ülkelere kadının insan haysiyeti bakımından değeri açısından baktığımızda bizim duyduğumuz slogandaki duruma hiç de uymadığını rahatlıkla görebiliriz. Hâlihazırdaki durumun sorumlusu olarak din yorumlarını ve insanlık târihi kadar eski diyebileceğimiz yaklaşımları görebiliriz:

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki kadın aleyhine geliştirilmiş telâkkinin târihi insanlık târihi kadar eskidir. Çünkü Yahudilik’te kadın Hz. Âdem’e yasak meyveyi yedirmiş, bundan dolayı erkeğe tâbi olmuştur. Ve bu işlediği suçun bir karşılığı olmak üzere cezâlandırılmış, verilen cezâ ise gebelik zahmetinin ve doğum sancılarının kadına yüklenmesidir. Yahudilikteki günlük ve bâzı süreli ibâdetlerden kadın muaftır. Çünkü evde âilevî yükümlülüklerden kendisini alıkoyacağı için bâzı ibâdetleri yapmasına gerek görülmemiştir. Kadınlar Tevrat’ı araştırmaktan da muaf tutulmuşlardır. Talmud’da Tanrı’nın kadını kötü huylardan uzak durması, mütevâzı olması ve böbürlenmemesi için Âdem’in kaburga kemiğinden yarattığı belirtilir. Böbürlenmemesi için Âdem’in başka bir organından değil de kaburga kemiğinden yarattığı zikredilir. Hıristiyanlık’ta da aslî günah anlayışı sebebiyle varoluş kıssasından hareketle kadın, bütün insanlığın düşüşüne sebep olan aşağı varlık olarak algılanmıştır. Ortaçağda Hıristiyan dünyâsı ‘kadının ruhu var mıdır?’ Diye dahi tartışmıştır. Hatta Havva’nın antitezi olarak Hz. Meryem ön plana çıkarılmış ve Tanrının annesi olarak takdim edilmesi söz konusu aşırılığa bir tepki gibi düşünülebilir. Gerek Yahudi geleneğinde gerekse Hıristiyan anlayışında kadınları varoluş açısından aşağı ve düşük aynı zamanda erkeğe tâbi ve her şeyi aklı, dini vs. yarım bir varlık olduğunu açıkça ifâde eden çok sayıda farklı örnek var, ancak ben konuyu uzatmamak için kısa bir çerçeve çizmekle iktifa edeceğim.

İslâm’ın hemen öncesindeki Câhiliye devrine baktığımızda kadın bizatihi/varoluşundan kaynaklanan herhangi bir değere sâhip değil. O dönemde soylu ve zengin kadınlar, Ebu Süfyan’ın karısı Hind gibi saygın kadınlar var. Ancak onun değeri de sâhip olduğu şeylerden kaynaklanıyor (soyluluk ve zenginlik). Kadınlar o dönemin fizikî ve hayat şartlarının da etkisiyle insanların bir açıdan zayıf tarafı.  Kabilelerin baskın vermesiyle kadınların kaçırılmaları, savaşçı sınıftan olmamaları daha ziyâde tüketici olarak görülmeleri, kaçırıldıkları takdirde utanç olarak değerlendirilmeleri, onların ikinci sınıf varlık olarak anlaşılmalarına sebep olmuştur.

Hz. Ömer’in ‘Biz câhiliye devrinde kadınları hiçbir şey saymazdık, İslâm gelip Allah onların haklarından bahsedince biz onların hakları olduğunu gördük.’ Şeklindeki sözü, İslâm öncesi kadın algısını açıkça ifâde eden bir örnek olabilir.

Çetinoğlu: Peygamber Efendimizin davranışları daha geniş kapsamlı…

Doç. Gürer: Evet. Hz. Peygamber’in kadınlara davranışı, saygısı, tahammülü, onları eğitmek için ısrarcı olması, mescide gelmeleri için teşvik etmesi, hem de bu konuda ısrar etmesi, kızı Fatıma’yı yanı başına oturtması ve diğer tavırları bir bütün olarak düşünüldüğünde, Peygamberimizin getirdiği tavır ve bakış açısı, câhiliye toplumu için bütün değerlerinin ters yüz edilmesi, ihtilal ve devrim mâhiyetinde bir değişikliktir.

Çetinoğlu: Hadislerle örneklemeniz mümkün mü?

Doç. Gürer: Elbette…

*Allah’ın kadın kullarının Allah’ın mescitlerine gelmelerine engel olmayınız. (eğitim alanı) Namaz kılmasalar bile gelsinler tekbirlere iştirak etsinler diyor. 

*Kadınlara onların problemlerini ve sorularını dinlemek için müstakil bir gün tahsis ediyor. Okuma yazma oranının çok az olduğu bir toplumda, kadınların okuma yazma öğrenmesini istiyor.

*Hz. Peygamber’in onlara verdiği değer, bir lütuf değildir; kadınlar da yeryüzünde halifelik, kulluk, insanlık bakımından varoluşları sebebiyle ve zatları itibâriyle değerlidir. İslâm ve kadın konusunda bilhassa vurgulanması gereken nokta bence budur.

*Hz. Peygamber’in bu zâtî değeri ifâde eden bir metaforu* var: kristal metaforu. Peygamberimizin eşlerinin bindiği develer, bir Habeşli kölenin söylediği ritmik şarkılar sebebiyle çok hızlı koşmaya başlar ve hanımlar korkarlar. Bunun üzerine Peygamberimiz köleye ‘Dikkat et! Kristalleri kırma’ der. Bu olayı aktaran ravi kendisini dinleyen erkek topluluğuna ‘Allah’ın Resulü öyle bir kelime söyledi ki sizden kim onu söylese ayıplardınız.’ Demiştir. Bu da o günkü kadın algısının bir işâretidir.

Çetinoğlu: İlk günah’ meselesinden bahsedilir…

Doç. Gürer: İslâm’da ilk kadın tarafından işlenen ve erkeğin de işlemesine sebep olan aslî günah diye bir anlayış yoktur. Kur’ân’ı Kerîm Şeytanın Hz. Âdem ile Havva’yı müştereken kandırdığından bahseder.

‘Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, orada istediğiniz yerden rahatça yiyip için ve şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zâlimlerden olursunuz’ dedik. Şeytan oradan onların ayağını kaydırdı da bulundukları yerden onları çıkardı. Biz de ‘Birbirinize düşman olmak üzere inin! Bir zamana kadar sizin için yeryüzünde kalacak bir yer ve ihtiyaç maddeleri vardır’ dedik. (Bakara Suresi, 35-36. ayetler)

Derken, şeytan şöyle diyerek onun kafasını karıştırdı: ‘Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacının ve son bulmayacak bir hükümranlığın yolunu göstereyim mi?’  Nihâyet ikisi de o ağaçtan yediler. Bunun üzerine mahrem yerleri kendilerine göründü, üstlerini cennet yaprağıyla örtmeye çalıştılar. Böylece Âdem rabbine karşı gelmiş ve yolunu şaşırmıştı. (Taha suresi, 120-121. ayet)

İslam inancına göre, kadın olsun erkek olsun her doğan kişi günahsız olarak doğar, sonradan işlediği fiiller sebebiyle sorumlu olur. İbâdetlerin hepsinde kadınlarla erkekler aynı sorumluluğa sâhiptir. Kadınların muaf oldukları bir ibâdet yoktur.

Çetinoğlu: Bu düşünce ne zamana kadar uygulamada kaldı?

Doç. Gürer: İslâm târihinde gerek âyetler ekseninde gerekse Peygamberimizin kadınlara karşı tutumu ekseninde ortaya çıkan tozpembe tablo çok uzun sürmemiştir. İslâm toplumlarındaki uygulamaların bir kısmı belirttiğimiz esaslara uygun olarak şekillenmemiştir. Hatta Peygamberimizin vefatının hemen akabinde kadınların namazlarını mescitte kılmalarından rahatsız olunmaya başlanmıştır. Hz. Ömer zamanında kadınlara ayrı bir yer tahsis ediliyor ve onlara kadınlardan ayrı bir imam görevlendiriliyor. Aynı imam arkasında namaz kılmaları uygun görülmüyor, fakat bu uygulama Hz. Osman zamanında kaldırılıyor.

Abdullah b. Ömer ‘Biz Rasulullah hayattayken hakkımızda âyet iner endişesiyle kadınlara elimizi ve dilimizi uzatamazdık. Fakat o vefat ettikten sonra elimizi de dilimizi de uzatmaya başladık.’ Abdullah b. Ömer’in bu sözü ve örneklerini vereceğimiz din yorumları insanların kadın konusunda câhiliye adetlerine ve anlayışına dönmeye meyilli olduğu, nitekim bunun da gerçekleştiği görülmektedir.

 *Kur’ân’ı Kerîm’i yorumlayan müfessirlerin kadınlarla ilgili konularda genel yaklaşımlarında içlerinde bulundukları toplumun hâkim kültürünü kendi yorumlarına, hattâ verdikleri hükümlere yansıttıkları anlaşılmaktadır. Bu yorumların beslendiği en merkezi argüman* ise kadının yaratılış serüvenine verdikleri mânâdır. ‘Allah Âdem’i asıl insan olarak yarattı, Havva’yı da ikincil bir insan olarak onun yanında var kıldı’ şeklindeki genel yaklaşım kadınlarla ilgili âyetlerin yorumunun eksenini oluşturmaktadır.

Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten sakının. (Nisa Suresi, 1. ayet)

Çetinoğlu: Açıklamanızı biraz daha açmanız mümkün mü?

Doç Gürer: ‘Nefs-i vâhide/tek bir nefis’ ve eşinin yaratılması konusundaki rivâyetlerin geneline baktığımızda karşımıza şöyle bir hikâye çıkmaktadır: Âdem, cennete yerleştirildi. Cennette tek başına geziniyordu. Uykuya daldı, bu esnada onun sol kaburga kemiklerinin en altındakinden eşi yaratıldı. Uyandığında başucunda bir kadın gördü. Ona sordu: ‘Sen kimsin?’ O, ‘Kadın!’ diye cevap verdi. Âdem yine sordu: ‘Niye yaratıldın?’ ‘Bende sükûnet bulman için.’ Hz. Peygamber’in ‘Kadın kaburga kemiği gibidir. Onu düzeltmeye kalkarsan kırarsın. Eğer ondaki eğrilikle berâber ondan faydalanmak istersen faydalanırsın.’ şeklindeki beyanı da bu anlamda kabul edilmektedir.

Taberî’nin İbn İshâk’tan yaptığı bir nakilde İbn İshâk ‘Ehl-i Kitab içerisindeki Tevrat Ehli’nden bize ulaşan bilgiye göre’ şeklinde bir ifâdeyle Havva’nın Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılmasıyla ilgili bilinen meseleyi aktarmaktadır. Hikâyenin devâmında Âdem, Havva’ya ‘Benim etim, benim kanım, benim eşim!’ demekte ve onda huzur bulmaktadır. Yaratılma konusunda dikkat çeken bir başka rivâyet ise İbn Abbas’tan gelmektedir. İbn Abbas, kadının erkekten yaratıldığını ve bu yüzden erkeğe düşkün ve arzulu olduğunu; erkeğin ise topraktan, yerden yaratıldığını ve bu yüzden toprağa düşkün ve arzulu olduğunu belirtmektedir. ‘Bunun için kadınlarınızı hapsedin, gözetim altında bulundurun.’ ifâdesiyle rivâyet son bulmaktadır.

Çetinoğlu: Âyetlere ve hadislere rağmen insanları bu türlü düşüncelere sevk eden etkenler nelerdir?

Doç. Gürer: Kadının kaburga kemiğinden yaratılması meselesi klasik tefsir kaynaklarının kadın ve erkek algısının temelini oluşturduğu görülmektedir. İslâm’da kadının yeri ve konumu hakkında ortaya konan görüşlerin kadının var oluş serüvenine verilen mânâ üzerine bina edildiği görülmektedir. Bu bakımdan ‘İslâm’da kadın konusunda ortaya konan bu görüşlerin temelinde yaratılış meselesini algılama tarzı yatmaktadır’ diyebiliriz.

Çetinoğlu: Dar görüşlülük’ olarak da ifâde edilebilir. Peki, Efendim, ihâtalı müfessirlerin yorumu nasıl?

Doç. Gürer: Modern müfessirlerde ise durum klasik tefsirlerden daha farklı bir anlayış var: Âdem ve Havvâ’ya birebir atfedilemeyecek ibâreler var. Dolayısıyla kastedilen aslında insânî öz ve insânî cevherdir. Ve herhangi bir cinsiyet unsuru taşımamaktadır, der. Esâsen âyetin metni de cinsiyet konusunda kapıyı kapalı tutmaktadır.

Çetinoğlu: Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Doç. Gürer: Aslında mesele erkeğin ve kadının ne tür bir maddeden yaratıldığı meselesi değildir. Âyet ‘Ey insanlar’ diye başlarlarken kadın ve erkekteki ortak unsur olan insan kimliğine vurguda bulunmakta, insan haysiyetine odaklanmaktadır. Havva Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılmış olsa dahi bu onu ontolojik* olarak ikinci sınıf bir varlık seviyesine düşürmeyecektir. Nitekim Hz. İsa’nın yaratılışı da farklıdır.

Çetinoğlu: Diğer semâvi dinlerde durum nasıldır?

Doç. Gürer: Tevrat’ın tekvin bölümünde İbn Abbas’tan nakledilen Âdem uyurken kaburga kemiğinden biri yaratıldı hikâyesi aynı şekilde yer almaktadır. Kitâb-ı mukaddes geleneğinde zâten ‘koca; efendi ve hâkimdir kadın onun hizmetkârıdır’ anlayışı var. Dolayısıyla klâsik tefsirlerde görülen ve kadınları ikincil, tâbi varlık olarak tanımlayan yorumlar, Tevrat verileri ile örtüşmektedir.

Çetinoğlu: Cennetten çıkarılma’ meselesine de temas edebilir misiniz?

Doç. Gürer: Hz. Âdem ve Havva’nın cennetten çıkarılmasını anlatan âyetlerin yorumlarında da klasik tefsirler Tevrat kaynaklı veriler kullanarak bu meyveden önce Havva’nın yediğini ve daha sonra Âdem’e getirdiğini, dolayısıyla bu meyveyi yemesinin sebebinin aslında Havva olduğunu yegâne hakîkat olarak ortaya koymaktadırlar. Halbuki âyetlere baktığımızda bu suçun ilk failinin Hz. Havva olduğuna işâret eden bir îma ve beyan bulunmamaktadır.

Müfessirlerin bu yaklaşımın arkasında fetihlerle elde edilen topraklardaki kültürler bunların olumsuz kadın algısı, zâten kadınlar karşısındaki eski hâkim konumuna dönmek isteyen Müslümanlar tarafından benimsenmiş, Hıristiyan ve Yahudi kültürü İslâm kültürüne derc edilmeye çalışılmış, bu çerçevede müfessirlerin yorumlarına ilâve olarak peygamberimizin ağzından kadınların aleyhinde hadisler uydurulmuştur.

Çetinoğlu: Bu hadislerde ortak noktalar var mı?

Doç. Gürer: Var.

Çetinoğlu: Nelerdir?

Doç. Gürer: İki başlık hâlinde özetlenebilir. 1- Kadınları karalayan, akılsız ve aşağı varlıklar olduğunu söyleyen, okuma yazma öğretilmemesi gerektiği vurgulanan, danışıldığında tersi yapılması gereken temalar.

 2-Geri hizmetlerin onlar için daha faziletli olduğunu vurgulayan hadisler.

Çetinoğlu: Bunlar ‘uydurma’ olmalı. Hadis uydurmasının arkasındaki maksat nedir?

Doç. Gürer: Hedef toplum mühendisliğidir.

Çetinoğlu: Toplum mühendisliği işgüzarlığı, âyetlerle alakâlı gayretkeşlikler olarak da görülüyor: İndirilmiş Kur’ân-ı Kerîm yerine uydurulmuş kitap ile dünyaya nizam veriliyor. Her şey böyle menfi olmasa gerek…

Doç. Gürer: İslâm tandanslı olarak kadın telâkkisine ilişkin çizdiğimiz bu kara tablonun ötesinde güzel ve bunlardan farklı örnekler elbette olmuştur. Gerek dînî ilimlerde ve gerekse modern ilimlerde öne çıkan kadınlar var olmuştur. İlim insanı, fikir sâhibi, toplum önderi, yazar, şâir düşünür, sporcu, çok sayıda seçkin kadın çıkmıştır. Sûfiler içinde, zâhitler arasında kadınlar dâima bulunmuştur. Genel mânâda kulluk açısından eşit ve değerli olduğu, halifelik noktasında bir fark bulunmadığı genel kabuldür. Fakat bahsi geçen seçkin kadınlar ya eğitimli ailelerden veya hânedan âilelerinden çıkmıştır. Sıradan, entelektüel bir çevrede bulunmayan kadınlar çoğu zaman diğerleri kadar şanslı olamamışlardır.

Çetinoğlu: Yanlış anlamadıysam, kadınlardan hâlife olabileceğini söylüyorsunuz. Bu konuda da tartışmalar var. Yanılmıyorsam, İmam Mâtürîdî’nin bu konuda beyânı var.

Aslî konumuza dönersek Efendim, Türk kadını ile alâkalı olarak neler söylemek istersiniz?

Prof. Gürer: Maddeler hâlinde özetleyebilirim:

*Türk İslâm geleneği açısından baktığımızda kadınların hayatını kurtaran Türk töresi olmuştur. Göçebe hayat tarzı ve Türklerin İslâm öncesi dönemden getirdiği kadına değer veren yaklaşımı Türk İslâm anlayışına da yansımış görece Türk memleketlerinde kadın ikinci sınıf vatandaş muâmelesi görmemiştir. Türk töresindeki kadına bakış sosyal hayatın kadın açısından tehlikeli bir ortam olmadığı hissi doğurmuş. Ancak şehir kültüründe kadın kamu alanından daha önce bahsettiğimiz düşünce yapısından dolayı istifâde edememiş, kamu alanına çıkamamış, etkinliği evle sınırlı kalmıştır. Medreselerin kapısı kadınlara kapanmış;

*19. yüzyılda dârülmuallimatlar açılabilmiş.

*Günümüzde Kadın meselesi ‘Gelenekle hakîkat arasında sıkışmış kalmış durumda’ diyebiliriz. İslâm öncesi câhiliye toplumunda insanların kız çocuklarını doğar doğmaz veya 3-4 yaş gibi en tatlı çağlarında öldürmelerinin arkasında, başka bir ifâdeyle onların insanlıktan çıkmasının arkasında gelenek bulunmaktadır. İşte gelenek vahşiliğin kaynağı olacak kadar güçlüdür.

*İslâm hukuku bâzı konulardaki hükmü örfe bırakmıştır. Örfün gelenekle ortaya çıktığı düşünüldüğünde, hakîki değerler üzerine inşa edilmesinin ne kadar önemli olduğu anlaşılıyor.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim Efendim. Olumsuz kadın algısının sonuçlarına da bakabilir miyiz?

Doç. Gürer: Yine özet maddeler hâlinde ifâde edeyim:

1-Kadın ve erkeği yan yana gösteren Cenab-ı Hakk’a muhalif olarak, kadın-erkek ast-üst ilişkisi içinde karşı karşıya getirilmiş.

2-Kadınlara ikincil değer verilmesine tepki olarak bir feminist oluşumun alt yapısı hazırlanmış.

3-Müfessirlerin bakış açısı özelinde gördüğümüz genel yaklaşım, kadınların eğitimine ve sosyal aktiviteye katılımına engel olmuştur. Buna bağlı olarak kadının işgücü, potansiyeli, hayal gücü, üretkenliği, fikri ve kısaca bütün donanımlarının toplum yararına kullanılmasına engel olunmuş.

Kızların kafası zehir gibi… Ancak kız çocukları biraz büyümeye başladığında cinsiyetlerinden dolayı onları kısıtlamaya başlıyoruz. Sosyal ve aktivite alanından uzaklaştıkça kız çocuklar körelmeye potansiyelleri zayıflamaya başlıyor. Sonra ‘saçı uzun aklı kısa’ yorumları türüyor. Bir çeşit kısır döngü…

4-Kadınlar teknik alanlarda, ilim, teknoloji, kodlama, mühendislik alanlarında yoklar, çünkü yönlendirilmiyorlar.  Eğer bir ilmî başarı elde ederse ‘Dâhi Türk kızı’ gibi ibârelerle sunuluyorlar. Bu, onlardan beklenmedik hareketleri yaptıklarını gösteriyor.

5-Bu durumu tersine okuduğumuzda, eğer kadınlar eğitimden ve kendi potansiyellerini kullanmaktan engellenmeselerdi İslâm medeniyeti bugün nerede olurdu? Bütün Müslüman ülkelerinin durumu ortada… Batı yanlış din yorumculuğundan kurtulduğu anda ilerledi. Kadın kaybederse hepimiz kaybederiz çünkü hepimiz aynı gemideyiz.

6-Kadını câhil bırakan din değil, çarpık din yorumculuğu olmuştur. Zaman zaman belki de dini korumak adına iyi niyetli olacak şekilde toplum inşa etmek isteyenler, kendi anlayışlarına meşruiyet kazandırmak için dînî metinleri görüşleri ekseninde yorumlamışlardır.

7-Kadının eğitilmemesi açık bir rencide biçimidir.

8-Atatürk 1922 yılında ‘Kadınlarımızın da aynı dereceyi tahsilden geçerek yetişmelerine atf-ı ehemmiyet olunacaktır’ demiş̧ ve ertesi yıl, ‘Bu günün levâzımından biri de kadınlarımızın her hususta yükselmelerini temindir. Binaenaleyh kadınlarımız da âlim ve mütefennin* olacaklar ve erkeklerin geçtikleri tahsilden geçeceklerdir’ diyerek ifâdelerini pekiştirmiştir.

9-Bugün kadın cinâyetleri, kadına şiddet gibi kronikleşmiş sıkıntılarımız var. Bunların çözümünde önlerindeki sınırlandırmanın/engellerin kaldırılması gerekiyor. Mesele kadın meselesi değil, genel asayiş ve ahlâk meselesidir.

Çetinoğlu: Size göre gelecekte Tük kadınını neler bekliyor?

Doç. Gürer: Yine aynı sistemle cevaplandırayım:

1-Kültürsüzleşmenin ışık hızıyla ilerlediği zamanda kadınlar bundan daha fazla etkileniyorlar. Estirilen rüzgârdan ve televizyon programlarının içeriklerinden bu hükme varmak mümkün.  

2-Gelenek dini argümanları dile getirmeden kadına bir çerçeve çiziyor, kadının hayattaki maksadı süslenmek, eğlenmek, çocuk doğurmakmış gibi bir algı oluşturuluyor.

3-Bugün kadınların pek çoğuna değerli ve gerçekçi vizyonu, hedefi, hayâli, merâkı ve çabası olabileceği anlatılmıyor. Buna dur denilmediği takdirde maalesef geleceğin çok aydınlık olamayacağımı düşünüyorum. Geleneği oluşturan unsurlar eğitimle-ahlâkla şekillendirilmezse toplu gerilemenin parçası olmak tehlikesi ile karşı karşıya kalabiliriz.

Çetinoğlu: Öncelikle çok teşekkür ederim. Hoşgörünüze güvenerek söyleyeyim: İnançlı insanların kötümser olması düşünülemez. Çevrenizde gördükleriniz ümitlerinizi törpülüyor olabilir. Büyük şehirlerde tasvip edilemeyecek durumlar olmakla birlikte geleceğimizin aydınlık olacağını müjdeleyen pek çok gelişmeler var. Taşranın, muhâfazakârlığı abartan ortamına rağmen; kırık dökük sorularıma cesâretle, üstelik ilmî çerçeve içerisinde kalarak mükemmel cevaplar verdiniz. Minnettarım.

Yalnız değilsiniz. Bir adım sonra Profesör unvanını bilgi hamulenizin helâl ve hak edilmiş karşılığı olarak iktisap edeceksiniz. İslâm’ın aydınlık yüzünü temsil ediyorsunuz. İnançlı insan hedefe ulaşır ve kazanır, kazandırır. Milletimizin sizin gibi dinini bilen münevver insanların çoğalmasına ihtiyacı var. Sâyiniz meşkûrdur. Yolunuz açık olsun.

…………………

*metafor: Bir ilgi veya benzetme sonucu gerçek mânâsından başka mânâda kullanılan sözlere veya kavramlara Türkçe eğretileme; Arapça mecaz, istiare; Fransızca trope denir. (Vikipedi)  metafor: ödünçleme (Kubbealtı Lugatı)                                                *argüman: Bir denklemin, bir eşitsizliğin herhangi bir elemanının bağlı bulunduğu belli bir değer, bağımsız değişken. Bir cetvelde başka bir sayıyı bulmak için faydalanılabilen temel sayı. (Ötüken Türkçe Sözlük)                                                                                                               *ontolojik: Varlık bilimine göre. (Kubbealtı Lugatı)                                                                                                                                                      *mütefennin: Teknik bilgi sâhibi, fen âlimi. (Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat) 

Doç. Dr. BETÜL GÜRER: 2006 yılında Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 2009’da Sadreddin Konevî’ye Nispet Edilen ‘Mevâridü Zevi’l-İhtisâs İlâ Makâsıdı Sûreti’l-İhlâs’ Adlı Eserin Tahkik ve Tahlili başlıklı teziyle yüksek lisansını tamamladı. Yüksek lisans eğitimi sırasında adı geçen fakültenin Tasavvuf Ana Bilim Dalında araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı. 2014’te ‘Molla Fenârî’nin Bilgi ve Varlık Anlayışı’ adlı tezini tamamlayarak ‘doktor’ unvanı aldı. Hâlen Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalında Doçent unvanı ile öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Yurt içi ve yurt dışında çeşitli ilmî toplantılarda sunulmuş tebliğleri, millî ve milletlerarası dergilerde yayımlanmış makaleleri ve çeşitli yayınevlerinden çıkmış kitapları bulunmakta, İngilizce ve Arapça bilmektedir. Yayınlanmış kitapları: İbn Ata Tefsiri Gönül Gözüyle Kur’ân: H Yayınları-2018. Bir Osmanlı Entelektüeli: Molla Fenari. İnsan Yayınları-2019. Muhammedî Nurlar: Seyid Muhammed’den Tercüme (Burak Anılır ile birlikte) H Yayınları–2020.Molla Fenârî’nin Varlık ve Bilgi Anlayışı: İnsan Yayınları-2020
Önceki İçerikYakın Çevre
Sonraki İçerikKürşat reis kızgın!
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.