Sosyal medya, hayatımızın önemli kısmını işgal ediyor. İyi-kötü
yorumu yapacak değilim. Çağımızın gerçeği.
Ancak sosyal medya okuryazarlığında ciddi terbiyeye
ihtiyacımız olduğu inancındayım.
Az bilip çok konuşanlarla, klavye silahşorlarıyla baş etmek
mümkün değil. Hele, yazdığı konuda bir şey bilmediğini bilmeyenler insanı
çıldırtabiliyor. Bir bilge bir gün, bu nitelikteki insanların özelliklerini
saymış ve susmuş. Gevezelerden biri kalkıp “Eksik bıraktınız hocam.” deyince
bilge, adamın yüzüne anlamlı anlamlı bakmış, “Çok haklısın.” cevabını vermiş.
Herhalde o bilge gibi davranmak lazım. O sabır da bizde yok.
Bilinen bir öykücüktür: Diyojen,
Bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir
adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir.
Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: Ben bir serseriye yol vermem, der.
Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: Ben veririm!
Sosyal medya mecrasında bir video
ulaştı telefonuma. Altına da “Mutlaka girip seyrediniz.” notu düşülmüş. Bu not
da bana itici geldi; ama ben yine de “Biri zahmet etmiş göndermiş, ricasını
kırmayayım.” dedim, bir süre dinledim. Konuşan kişiler, bilinenleri
tekrarlıyor, özellikle biri, kuzu
postuna bürünmüş kurt üslubuyla kendi meşrebi dışındaki insanları tahkir
ediyor. Bana videoyu gönderen kişiye şu cevabı yazdım: “Girip dinledim, zaman
israfı.”
Sosyal medya bu, sosyal arena
demek. Gecikmeden şu cevabı aldım: “Gerçekleri herkes kabul etmez veya inanmaz,
o yüzden acıdır. Bazılarının da işine gelmez.”
Karşılıklı atış başlamıştı.
Cevabım şöyle oldu: “İmam Şafi bir tartışmada taraflar birbirlerine karşı,
‘Senin tezin, doğru olma ihtimali olan bir yanlıştır. Benim tezim, yanlış olma
ihtimali olan bir doğrudur, tutumunda olmalı, demiş yüzyıllarca önce.” Şu notu
da ilave ettim: “Herkesin kendi doğrusundan bu kadar emin olduğu bir dünyada bu
söz ve tavır ne kadar da değerli.” Gelen cevabı da ciddiye alarak tartışmayı
sürdürmenin gereğine inanmadığım için, “Sen haklısın” tavrıyla yoluma devam
ettim.
Zaten
diyalog özürlü bir toplumuz. Sosyal medya, taşıdığı nitelikler nedeniyle, bunu
daha da artırdı. Sosyal medyanın, hiçbir sorunu çözmeye, sağlıklı diyalog
kurmaya elverişli olmadığını, hatta sağlıklı olan ilişkilerin bozulmasına yol
açtığını, maalesef, görüyoruz, yaşıyoruz. Mutlu, huzurlu bireylerden müteşekkil
bir toplum inşa etmek istiyorsak, özelde sosyal medya araçlarında, genelde tüm
kurumlarımızda bir ilişki kültürü oluşturmamız gerekiyor.
Sağlıklı
bir ilişki, diyalog, kişilerin, kendilerini birbirinin yerine koyması ile
mümkündür. Buna empati deniyor. Bu durum için kullanılan “eşduyu” sözcüğü de
oldukça isabetli; karşındakinin duygularını anlamaya, onun dünyasına girmeye
çalışmak. Empatiye sahip olmak, büyük bir olgunluktur. Eşduyu, yüce
gönüllülüğü, ince sevgiyi, rikkati, diğergamlığı (özgecilik) gerektirir.
Empati, hodbinliğin (bencillik) panzehridir. Eşduyu sayesinde kişi, aşılmaz
zannedilen dağları kolayca aşar, yıkılmazlığına inandığı duvarları kolayca
yıkar, bir güneş misali okyanuslardaki aysbergleri kolayca eritebilir. Seni
anlıyorum, diyebilmek ve anlamak, kördüğüm olmuş ilişkilerde sihirli bir anahtardır.
Sosyal
medya platformlarında ve günlük hayatta oluşturduğumuz ilişkilerde meramımızı
anlatırken kullandığımız dil son derece anlaşılır olmalıdır. Kelimeler cümlede
yerli yerince kullanılmalı, kelime ne bir eksik ne bir fazla olmalı. Edebi
metinlerde anlatıma güç ve güzellik sağlamak için başvurduğumuz söz
sanatlarından kaçınılmalıdır. Kullanacağımız mecaz, kinaye, telmih, teşbih,
istiare gibi sanatlar, sözümüzün muhatabı kişiler tarafından algılanamayabilir.
Böyle bir durum, sağlıklı iletişimi sakatlayacaktır, içinden çıkılmaz
yorumlara, anlam bulanıklıklarına yol açabilecektir.
Kibirli
bir ruh hali, karşındakini küçümser tavır, diyalogun zehridir. Mümkünse
muhatabımızın seviyesine inilmeli, onun anlayacağı bir dil tercih edilmelidir.
İnsanoğlu
olarak, tahammülsüz, sabırsız, tekelci olduğumuz bilinciyle hareket etmeli, bu
özelliklerimizin konuşmalarımızı baltalamasına izin vermemeliyiz. Karşımızdaki
kişi, meramını anlatamamanın üzüntüsünü duymamalı, kişilere dertlerini tam
anlatabilme fırsatı vermeliyiz, cümlelerini bölmemeli, cümlenin bir yerinde
geçen isabetsiz bir kelimeyi cımbızla çekip o kelime üzerinden polemik
yapmamalıyız.
Her ön
yargı, bir zandır. Zannın büyüğünden de küçüğünden de kaçınmalıyız. Kişilerin
söylemediklerini söylemiş kabul etmek, sözlerinin arkasından başka manalar
çıkarmak, niyet okumak, kötü niyetliliğin göstergesidir. Diyalogda nasıl ki
meramını anlatanın, meramı kadar kelime kullanması gerekiyorsa muhatabının da
anlatıldığı kadar anlaması, o doğrultuda bir yargıya ulaşması gerekir. Bir
fazlası da bir eksiği de doğru değildir.
Çocuklarımıza
konuşmaktan ziyade susmayı öğretmeliyiz, derim bazen. Konuşmayı, bir şekilde
nasıl olsa öğrenecekler. Susmak da bir diyalog şeklidir. Susmanın dili çok kere
daha etkili, daha ağırdır. Sözün gümüş, sükûtun altın olduğunu asırlar önce
söylemiş atalarımız.
Ektiğini
biçmek, hayatın yasası. Biçtiğimizi beğenmiyorsak ne ektiğimize bakmalıyız.
Diyaloglarımızda bize yönelen sözlerden rahatsızlık duyuyorsak söylediklerimizi
gözden geçirmeliyiz, boğaz dokuz boğumdur, diyerek kontrollü konuşmalıyız.
Zemin, sosyal medya da olsa, söylenen her söz, yazılan her yazı yaydan çıkan ok
gibidir. Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır. Dilimizde sabırla ifadesini bulan her
söz, bize Simurg olarak dönecektir.
İlişkilerde
ölçü, konuşmalarda kalite, diyalogda seviye, ifadelerde sınır; huzurlu bireyleri
üretir, medeni toplumu inşa eder. Bu inşanın maliyet yok, kazancı çok. Hemen iş
başı.