İnsanımız genel olarak dindarlığa değer verir, dindar insanı sever ve saygı duyar. Kendi belki ibadetlerini tam manasıyla yerine getiremese de yerine getirmeye çalışanı takdir eder.
Hatta öyle takdir eder ki çok duyduğum bir sözdür: “Alnı secde gören insandan zarar gelmez!”
Keşke… Keşke öyle olsa…
Olması gereken budur tabii, ama iş ne yazık ki namaz kılmakla bitmiyor çoğu zaman…
Namaz hayatınıza yansımıyorsa namazı nasıl kıldığınızı da oturup düşünmek gerekir. Zira Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle: “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.”(Bakara, 177)
Ayet-i kerime çok detaylı açıklıyor… Dindar insan sadece beş vakit namaz kılan insan değildir. Hatta bırakın dindarı Müslüman bile dinen böyle tanımlanmaz.
Müslüman “elinden ve dilinden herkesin emin olduğu” yani, yalan söylemeyen, iftira atmayan, dedikodu yapmayan, hakaret etmeyen, düşmanıyla bile tartışırken “güzel hikmet ve öğütle” konuşan insandır.
Müslüman, başkasının hakkına el uzatmayan, alın teriyle elde ettiğine sahip çıkan, kul hakkından çok korkan ve bunu ihlal etmemek için gereğini yapan insandır.
Bu nedenle işi “yakınına” değil, “ehline” emanet etmenin Kur’an’ın emri olduğu bilinciyle hareket eder… Adam kayırmaz…
Müslüman yaptığı işi en güzeliyle yapandır… Zira sevgili Peygamber’inin (S.A.V.), mezarı dahi düzgün kazmayı emrettiğini, Müslümana bunu yakıştırdığını da bilir, eksik yapılan işten kaynaklanan zarardan sorumlu olduğunu da…
Müslüman vakurdur, Allah’tan başkasından korkmadan hareket ettiği için haksızlık karşısında eğilip bükülmez, dimdik durmasını bilir… Bilir ki “hakikaten inanan üstündür” (Âl-i İmrân, 139)… Ve yine bilir ki inandığını söylemekle inanmak arasında fark vardır…
O nedenle de şahsiyet zaafiyeti de kompleksi de bulunmaz…
Ve kişisel intikam duygusuyla hareket etmekten korkar… Çünkü Kur’an’ın “düşmanlarına dahi adaletle yaklaşılmasını istediğini” (Maide, 8) bilir…
Müslüman, sevgili Peygamber’inin (S.A.V.) dahi “istişare etmekle” emrolunduğunu (Âl-i İmrân, 159) bildiği için, “her şeyi ben bilirim” ve “ben ne dersem o olur” tavrıyla hareket etmez, edemez…
Müslüman, kendi için istemediğini başkası için de istemez, kendi yapmadığını başkasından beklemez… Bilir ki Kur’an geçmiş din adamlarını bu yönden şiddetle uyarır: “Siz Kitab’ı (Tevrat’ı) okuyup durduğunuz hâlde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz?” (Bakara, 44)
Müslüman insanlara karşı asaletle muamele eden, nezaketten uzaklaşmayan ve yüzünden tebessüm eksik olmayan insandır. Zira Allah’ın selamını vermenin sünnet, tebessümün sadaka olduğunu bilir…
Komşu açken kendi tok yatmanın Müslümanlığa sığmayacağı bilinciyle Müslüman ailesinden ve çevresinden kendini sorumlu hisseder ve onları gözetir… Akrabanın, yolcunun, misafirin, yetimin, ihtiyaç sahibinin kendi üzerinde hakkı olduğunu bilerek onlara sahip çıkar…
Müslüman yere tükürmez, çöp atmaz, haksız yere yeşili yok etmez, suyu israf etmez doğal kaynakları tüketmez… Haksız yere sinek dahi öldüremez… Çünkü böyle yaptığı takdirde tabiatın dengesini bozarak hem insanların hem de diğer canlıların kul hakkını ihlal ettiğini ve bundan dolayı hesaba çekileceğini bilir…
Listeyi daha da devam ettirebiliriz…
Ancak şu kadarıyla dahi ortaya çıkan “dindar” insan profiliyle bugün “dindar olarak algılanan” bazılarının veya bazılarımızın profillerini yan yana getirelim…
İnsanımızın samimi duygularının istismara ne kadar açık olduğunu görmek sanırım zor değil…
Cenab-ı Hak bizleri bu istismardan korusun!…