Klasik Müslümanlık en çok reformistlerden nefret eder. Dinde yeniliklerin bozulmamış İslam’ı bozacağını düşünür. Velev ki o düşünceler tamamen Kur’an kaynaklı olsa bile. Asıl bozulmayanın Kur’an olduğunu, dinî yaşantının ise her dönem bozulabileceğini düşünemez. Dahası her ritüeli Allah’ın emri sayar ve örneğin teravihi yok sayanı derhal din dışı ilan eder.
28 Şubatların sonlarına değin bu muhafazakârlık dinine mensup biri olarak Atatürk’ten sonra belki de en çok günahını aldığım kişi Yaşar Nuri Öztürk’tür. 90’lı yıllarda yazıp söyledikleriyle 2000’li yıllarda yazıp söylediklerinin aynı olduğunu kitaplarından ve TV programlarından fark ettiğimde, hele hele Kuran’dan referans verdiği âyetlerin karşılığını Elmalı ve Davudoğlu gibi meallerden incelediğimde hak vermeye başladım.
Her mevzuya “İslam, zâhire göre hükmeder” gibi klişelerle bakma alışkanlığındaki insanların özü ve sözü bir olma ve bunu da Kur’an gibi vahyî delillere dayandırma noktasına gelmesi kolay değildir. Kendimden gayri Diyanet’in Fetva Kurulu Başkanı iken her ortamda Prof. Yaşar Nuri Öztürk’e karşı çıkan Prof. Abdülaziz Bayındır’ın zamanla onunla aynı şeylerin altını önemle çizer hale gelmesi bu etkileşimin sürdüğünün göstergesidir.
Bana göre dinler gelişi itibariyle birer büyük devrimdir. Ve peygamberler de yüklendikleri misyon gereği hem devrimci hem de ülkücüdürler. Allah’tan gelen vahyin “Biz atalarımızdan böyle gördük” (A’raf 28) taassubundaki bir topluluğa aktarımı için ilâhi bir devrim inancı ve o andan itibaren ömrün sonuna kadara aynı ilâhi ülküyü yaşama / yaşatma kararlılığı gerekmektedir.
Eskiden benim gibi mezhep imamının adı ve ibadetle ilgili şeklî bazı uygulamalarından başka bir şey bilmeyen Hanefî çoğunluğun kızabileceğini bile bile “Çağımızın İmam-ı Azam’ı” idi Yaşar Nuri Öztürk diyorum ve Allah indinde tarihe not düşüyorum. Zaten cenazesine de zamanın müçtehidine, bir muvahhid Kur’an mü’minine şahitlik etme gereği adına katıldım.
Mâide 54’teki “Kınayanın kınamasından korkmaz” düsturunda bir adamdı. Asırlar boyu unuttuğumuz aklı, akletmeyi gözümüzün içine sokarcasına hatırlattı. İslam ilâhiyatında ve felsefesinde başlattığı devrim, evvel Türk sosyal hayatında mühim dönüşümlere akabinde de İslam Dünyasının tıkalı bazı ana damarlarının açılmasına sebep olacak bir niteliktedir.
Cenazesinde Türkiye katmanlarındaki her sınıf, şekil, cins ve farklılıktaki insanları bir arada görmek bendeki o kanaati pekiştirdi. Çok uzaklarda değil, bu teknolojik şartlarda belki de 15-20 yıl sonra Âlem-i İslam’ın yüzüstü yerlerde sürünmesine son verecek bir toplumsal bilinç düzeyi ülkemizde hükümferma olabilir. Ve O’nun vefatı geride bıraktığı o dev mirasla birlikte bu süreci hızlandıracaktır.
Onlarca dile çevrilen ve binlerce baskıya ulaşan yüze yakın kitabıyla 70 yıllık ömrünün birikimi Türk toplumunu ‘sırat-ı müstakim’i bulma yolunda çok daha uzun yıllar meşgul etmeye aday gözüküyor. Parantezsiz Kur’an Meali en başta olmak üzere Allah İle Aldatmak’tan Mâun Suresi Böyle Buyurdu’ya, Din Maskeli Allah Düşmanlığı: Şirk’ten Kur’an Penceresinden Kurtuluş Savaşı’na Bir Bakış’a kadar algılarımızı ve anten ayarlarımızı değiştiren her eser yeni seslerin ve fikirlerin doğmasına da analık edecektir.
Martin Luther’in yüzyıllarca Avrupa’nın en büyük sanayi sektörü olan Kilise Hıristiyanlığında başlattığı protest reforma benzerdir aslında Yaşar Nuri’nin gitgide Hıristiyanize edilen Müslümanlıktaki şirk sanayiine yaptığı başkaldırı. Bir ‘kutsal isyan’dır.
“Petrolün işini bitirdiler ama Kemalist mirasın işini bitiremediler.” (YNÖ)