Din-Dünya Ayrı mı?

77

 

İslâm dîni hakkında; araştırmadan, ulu orta fikir yürütenlerin yanıldığı bir husûs var: “Dîn; Âhiret işidir!” “Dîn-Dünyâ ayrıdır!” Oysa Dîn, özellikle Dünyâ işlerimizi tanzîm içindir. Çünkü hem ferdî / bireysel yaşayışımızı yönlendirmekte, hem de içtimaî / sosyal hayâtımıza çeki düzen vermektedir.

Meselâ ibadet için yaptığımız hazırlık, yâni  abdest almak; bedenimizin en işlek uzuv ve organlarının temizlenmesini, daha çok işlerlik kazanmasını sağlamakta. Zekat için ayrılan para; fakir fukaranın geçim düzeyinin düzelmesine yardımcı olmakta. Muhtaçların varlık sahiplerine sevgi-saygı duymalarına; zenginlerin ise fakirlere karşı merhamet etmelerine yol açmakta. Böylece yurtta, iç barışın doğmasına sebep olmaktadır.

Aslında İslâm’ın bütün emirlerinde, ayrıca ve öncelikle dünyevî bir maslahat / maksat ve gaye hep gözetilmiştir. Bu husûsta İslâmiyetin tamâmı sayısız örneklerle doludur.

Hz. Peygamber’in:  “Ben güzel ahlâkı tamâmlamak için gönderildim.”  Meâl ve anlamındaki sözü; dünyâmızı tanzîm eden / düzenleyen prensip ve düstûrlardan başka bir şey değil.

Elbette Dîn’in; bizlerden tatbîk etmemizi / yapmamızı, hayâta geçirmemizi isteyen hayât-bahş tavsiye, nasîhat ve öğütlerinin; Âhiret yâni Öteki Dünyâ’da, bizlere kazandıracağı sayısız faydalar var.

Fakat yapmamız istenen bütün bu prensipler; evvelemirde / ilk önce meyvesini dünyâmızda vermekte. Huzûrlu ve aydın bir hayât yaşamamızı te’mîn etmekte. Bunu yaparken, ölüm ötesi hayâtı ve ne olacağımız şeklinde en büyük mes’ele ve sorunumuzu  hâllettiği için, büyük bir iç huzûru duymamızı da sağlamaktadır.

Zaten Kur’ân-ı Kerîm’in bütün emir ve yasakları; verdiğimiz örnekler gibi, öncelikle dünyevî menfaat ve yararlar sağlayıcı vasıf ve niteliktedir.

Nitekim İslâm’ın: “Yalan söyleme.” “Hırsızlık yapma.” “Zina etme.” “Hak yeme.” “Yardım et.” “Kendin için istediğini başkaları için de iste.” “Komşun açken, tok yatma.” “Oku.” “Düşün.” “İnsanlara faydalı ol.” “İki günün eşit olmasın.” vb. gibi binlerce emir, nehiy ve yasaklamalarının hepsi; Dünya’da yapmamız gereken işlerden değil mi?

Hattızâtında Dîn; Dünya’da olan bizlere, Dünyamızı tanzîm için gönderilmiştir. Dînin bütün emir ve yasakları; Âhiret’te değil, Dünya’da tatbîki istenen şeylerdir. Sınav kağıdı, sınav salonunda doldurulmak içindir. Sınavdan çıktıktan sonraki hatırlayış ve bilişlerin kıymeti harbiyesi yoktur. Hüküm ise kağıda göre verilecektir. Sonraki ayılış artık faydasızdır.

Aynen bunun gibi, Dünya ekme, Âhiret biçme yeridir. Demek ki Dîn, her şeyden evvel Dünya içindir. Âhiret’e bakan yönü olması, netîce itibariyledir.

Kaldı ki, Dîn-Dünya ayrıdır(!) fikri Batı’dan kaynaklanmaktadır. Gerçekten Batı, Dînden / Hristiyanlıktan uzaklaştığı nispette, bilhassa ilim ve fende büyük ilerlemeler kaydetmiş ve bugünkü teknikte göz kamaştırıcı duruma ulaşmıştır.

Şüphesiz, Batı İnsanı’nın bu ilmî ve teknik gelişmesi karşısında, insan olmamız hasebiyle bizler de iftihar ediyor, sevinç ve kıvanç duyuyoruz.

İşte, Batı’nın Dînden uzaklaşması nispetinde bilim ve fende yükselişi; bir kısım etkili ve yetkili Aydınımızı, Batı’yı bu husûsta örnek alacak bir konuma getirmiştir.

Madem ki, Batı, Dîn’e cephe almakla ilerledi; biz de İslâm’a sırt çevirmekle ancak kalkınabiliriz diye düşünmeye ve bunu tatbîke başladılar! “Dünya için Dîn’i rüşvet verdiler! Dünya’yı da kurtaramadılar!” Çünkü yaptıkları kıyas; zâhiren / görünüşte doğru, bâtınen / keyfiyetçe yanlıştı.

370

Evet, Batı Dîn’e karşı çıkmakta haklıydı: Zira asliyetinden uzaklaştırılmış Hristiyanlık; ilim ve fenne hayât hakkı tanımıyordu. Galile’nin: “Dünya dönüyor.” (Ki bunu Müslümanlar asırlar öncesinden biliyordu.) Dediği için başına neler geldiği hepimizce malûm. Bu bakımdan Batı “Sözde Dîn”den uzaklaşmakta haklıydı ve uzaklaştığı nispette de kalkındığı bir gerçek.

Halbuki İslâmiyet, cehâlete tahammülü olmayan bir Dîn. İki günü eşit olanı bile ziyanda görüyor. Bırakın ilerlememeyi, yerinde saymayı bile doğru bulmuyor. Kur’an-ı Kerim “İkra / Oku.” diyor. İslâm beşikten mezara kadar ilim peşinde koşmayı öğütlüyor. Âlimlerin mürekkebini Şehitlerin kanlarına eş tutuyor. Kadın-Erkek herkese ilmi farz / mutlaka tutulması gereken Allah’ın emri olarak sunuyor.

Nitekim İlimler Târihi; her türlü bilimin arayış, buluş ve îcadında; ilklerin hep Müslüman Âlimler olduğunu ortaya koymuştur. (Bu husûsta Sigrid Hunke’nin “Avrupa’nın Üzerine Doğan İslâm Güneşi” adlı eserine ve hatırladığım kadarıyla Ahmet Gürkan’ın “Garbı  Medenîleştiren İslâm Medeniyeti” isimli kitâbına bakılabilir.)

Demek ki, Müslümanların geri kalışları İslâmdan ötürü değil. Maalesef kendilerinden kaynaklanıyor. İslamî emir ve yasaklarda  -farkında olmadan-  gösterdikleri ihmâl, tembellik ve gevşeklikten ileri geliyor.

Münevver ve Aydınlarımızın kıyası yanlış! Hristiyanlıkla İslâmiyetin keyfiyet ve içyüzleri tamâmen tezât teşkîl ediyor. Tahrîf olmuş / bozulmuş Hristiyanlık; ne kadar kendisinden uzaklaşmayı gerekli kılıyorsa, İslâmiyet ise o kadar kendisine sımsıkı yapışmayı  lüzumlu görüyor. Hristiyanlıkla İslâmiyet arasında tam bir ters orantı var.

İşte zamanla İslâm’ın kışrı / kabuğu kalmış olduğundan ve ne yazık ki, lübbü / özü, içeriği unutulduğundan ötürü; azımsanamıyacak miktarda, etkili ve yetkili bir kısım okumuş insanımız, her şeye rağmen İslâm’dan tamâmen kopmamakla beraber; Avrupa’nın şaşaalı görüntüsü karşısında, İslâmı bir kenara itmek gafletinde bulunuyor!

Fakat bu atmosfer içinde Hristiyanlık ile İslâmiyetin keyfiyet farklılıklarından  -maalesef-  gâfil olduklarından;  Avrupa’yı körü körüne taklît etmekten de geri kalmıyor! Avrupa Hristiyanlığa cephe almakla ilerledi. Öyleyse biz de ancak İslam’dan uzaklaşmakla, ilim ve fende yol alabiliriz gibi, fâsit / bozuk bir düşünceyle İslâma karşı; bigâne ve lâkayt kalmaya devam ederek İslâma aldırış etmez bir hâl alıyorlar!

Oysa yukarıda belirttiğimiz gibi, Hristiyanlık ne kadar kendisinden uzaklaşılmayı îcap ettiriyor idiyse, İslâmiyet de o derece kendisine sımsıkı sarılmayı gerekli kılıyor.

Kısaca demek lâzımsa, Hristiyanlar Hristiyanlıktan uzaklaşmakla ilerlediler; Müslümanlar ise İslâmdan uzaklaşmakla gerilediler. Avrupa o hareketinde ne kadar haklıysa; bizler ise Avrupa’yı taklît ettiğimiz -ilmi kapsamıyan- o harekette o kadar haksızız.

Çünkü Hristiyanlığın aksine İslâmiyet: İlim ve Aklı hedef gösteriyor. Aklı olmıyanın dîni de yoktur, diyor.  Allaha karşı mükellef, yükümlü ve sorumlu bile değildir diyerek; akla büyük değer veriyor. Bilenlerle bilmiyenler bir olur mu? Sorusuyla ilmi yüceltiyor.

 

 

Önceki İçerikBir Makedonya Paneli
Sonraki İçerikÇelişkiler ve Olumsuzluklar
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.