Dikkat Be Dostlar!

96

 

Dikkat! Her fiilimiz şekillenecek! Dikkat! Her yaptığımız somutlaşacak! Dikkat! Her hareketimiz müşahhaslaşacak! Kısaca her ettiğimiz cisimlenmiş olarak karşımıza çıkacak! Evet iyi bilelim ki, her eylemimiz görünür bir hâl alacak! Evet iyi anlayalım ki, her eylemimiz elle tutulur, somut bir duruma dönüşecek!

Dikkat!Allah her şeyden bir şey yaratıyor. Dikkat! Allah bir şeyden çok şey yaratıyor. Dikkat! Allah bir şeyden her şey yaratıyor. Bir şeyden  herşey yaratmanın da örneğini insanoğlu gösterdi. “Vahid-i Kıyasî” yani her şeyi anlamada ölçü ve ölçek olan insan, bunun da anlaşılmasını kolaylaştırdı.

Çünkü insan “Adem’e bütün isimleri öğretti.” (Bakara: 31) âyeti kerîmesine mazhar olmuştu. Yani insanoğlunun özüne Kıyamet’e kadar ortaya koyacağı her türlü buluş, biliş, yapış ve kabiliyet konmuştu. Ve bunları Âdemoğlu zamanı geldikçe bir bir ortaya koyuyor. Bunlardan biri de Bilgisayar’ı icat etmesidir.

Bilgisayar, Yüce Allah’ın bir şeyden her şeyi yaratmasını anlamamıza bir bakıma pencere açan bir buluş. Çünkü Bilgisayar bir ve sıfır rakamlarının bin bir yazı ve şekle girmesinden başka bir şey değil.

Dikkat! Konuşmalarımız var ya! Hani şu konuştuklarımız. İşte onlar bile somutlaştırılacak. Keyfiyet ve içeriklerine göre şekillenecek, vücutlanacak, bedenlenecek, içeriğine uygun bir kılıfla, âdeta ete kemiğe bürünecekler. Karşımızda yer alacaklar.

Zaten madde, yoğunlaşmış mânadır. Zaten madde, kesifleşmiş mânadan başka bir şey değildir. Düşünecek olursak mânamıza göre çehremiz farklı bir görünüm almıyor mu? Aynı yüz, değişik ruh hâllerimize göre farklı yüz hatları göstermiyor mu?

Aynı gözler mânamıza göre başka başka bakış sergilemiyorlar mı? Sevecen bir bakışla, öfkeli bir nazarın görüntüsü ne kadar farklıdır birbirinden. Düşünen bir yüz, kederli bir çehre ya da gülen bir yüzün, yüz hatları aynı mı?

Demek ki, görünüşleri mâna şekillendiriyor. Maddeye anlam; biçim veriyor. Buna en somut örnek hayvanlar âlemidir. Gerçekten her hayvan, bir karakterin ete, kemiğe bürünmüş şeklidir. Bir bakıma Tilki kurnazlığın; Yılan soğukluğun, Akrep sokuculuğun, Arslan kuvvetin, Eşek şehvetin şekil ve biçimleri değil midir?

Evet güzel konuşmalardan, güzel hareketlerden güzel ve hoş şekillenmeler oluşturulacak. Tabii ki çirkin konuşmalardan ve çirkin hareketlerden ise çirkinlikler zuhur edecektir.

Nitekim konuşmamız çok zaman, ânında somutlaşıyor, ânında maddeleşiyor. Teşekkür lâfını eder etmez, karşımızdaki çehrede memnuniyet çizgileri belirmiyor mu? Kötü söz işitenın, yüz hatları, birden gerilmiyor mu? Maddî kalp atışları, manevî sevinç belirtileri değil mi? Manevî sevgimiz, maddî hediyeler ve armağanlar şeklinde kendini göstermiyor mu?

Mesela zikir, Allah’a ait bir mânanın tekrarıdır. Mâna ses olarak kulağımızda yankılanarak âdeta kendine has maddî bir görünüm kazanmış demektir. Böylece  düşünülen mâna, “Zikir” denen ses şeklinde ortaya çıkmış bulunuyor.

Şüphesiz “Varlık” tümüyle Allah’ındır. Yani varlık; Allah isimlerinin; aşikâre çıkma mahallidir. Yine varlık, bu isimlerin mânalarının tecellîsidir. Görünür, tutulur bir hâl almış şekillenmeleridir. Evet varlıktaki sayısız “Şey”ler hep O’nun çeşitli isim ve mânalarının sanki yoğunlaşmış hâlidir.

969

Güzel, iyi ve doğru her fiil ve hareketlerimizden, bizim için mânen çalışıp, uğraşacak varlıklar ortaya konacak. Sanki kumandan hükmünde olan bizler, emrimiz altında olacak, lehimize hareket edecek sayısız, mânevî askerlere sahip kılınacağız. Âdeta mânevî ordularla mücehhez kılınacak, mânen donanmış olacağız. Menfî / olumsuz manevî düşman ordularına karşı mânevî ordularla techîz edileceğiz.

Nitekim bunun böyle olduğunu ispat için, ilimler harıl harıl çalışıyor. Artık ilim, seslerin ve hattâ görüntülerin bile yok olmadıklarını düşünüyor. Uzayda seyyal, seyyar ve akıcı hâlde dolaşan ses ve görüntüler var. Varlıklarından artık şüphe edilmiyen seslerin, görüntülerin peşine düştü insanlık.

Kaldı ki, Bilgisayar’ın bulunuşu, Bilgisayar’ın icadı. Günden güne gelişmesi. Sanal bir depo, sanal bir ambar vazifesi görmesi ve göstermesi. Bütün bu anlattıklarımızı gündemde tutuyor. Ciddî ciddî düşündürüyor. Velhasıl uzaydaki bin bir çeşit görüntü ve seslerin peşine düşmüş bulunuyor insanlık.

Bütün bunlar, aynı zamanda inandıklarımızın ne kadar inandırıcı olduklarını da bir başka türlü ispat etmiş oluyor. Artık Levh-i Mahfuz hakkında, artık hafızamız hakkında, artık belleğimiz hakkında, acabalar gelemiyecek zihnimize. Ve artık zihnimiz üstünde şek ve şüphe bulutları gezemiyecek bundan böyle.

Her ortamın sakinleri var. Her ortamda yaşıyanlar mevcut. Hava, su, toprak birer ortam olduğu gibi. Buralarda, oralara mahsus yaratıklar bulunduğu gibi. Ses de bir ortam. Işık da bir ortam. Toz da bir ortam. Taş da bir ortam. Ateş de bir ortam.

Nasıl ki ateş ortamının, ateşe has canlıları var. Nasıl ki buz ortamının buza özel hayvancıkları var. Nasıl ki toz ortamının toza göre minicik mikro organizmaları var. Aynen bunlar gibi tabiatiyle ses ortamının, ışık ortamının belki düşünce, hayal ve tasavvur ve tasarım ortamlarının da kendilerine mahsus özel yaratıkları bulunuyor. Ya da yaratılıyor  her an, an be an.

Çünkü Allah, her an, her şeyle ilgileniyor. Çünkü Allah her an, her durumun gereğini yapıyor. Tabii mecbur olduğu için değil. Şüphesiz zorunlu olduğu için değil. Elbette isterse ve istediği için, habire yaratıyor da yaratıyor.

Kâinatta her an her isim, yani Allah’ın her ismi, iş üstünde be dostlar! Evrende her saniye, her isim görev başında be dostlar. Her an, her saniye her durumda saat gibi tıkır tıkır çalışıyor, çalıştırılıyor kâinat ve içindekiler be dostlar!

Öyleyse bize durmak yaraşmaz be dostlar! Madem ki her şey somutlaştırılıyor. Hiçbir şey boşa gitmiyor. Hiçten gelip hiçe gitmiyor. Sahipsiz olup sahipsiz kalmıyor. Başıboş sayılıp başıboş bırakılmıyor. Pür dikkat içinde, pür dikkat olmak yaraşır bizlere be dostlar!

Boş durmayan kâinatta bir şeylere sarılmak yaraşır be dostlar! Zaten insan olan insana da bu yakışır be dostlar!

Öyleyse gerçeklere dost olun be dostlar!Gerçeklere kulak tıkamayın be dostlar!

Öyleyse gözünüzü dört açın be dostlar!

Öyleyse dost kalın.

Hoşça kalın be dostlar!

970- 971

 

 

Önceki İçerikRamazan’da İslam Coğrafyası
Sonraki İçerikİleri Demokraside İlerlerken!
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.