Kapsayıcı Kurumların İkamesi
Daron Acemoğlu (Kamer Daron Acemoğlu) bu toprakların yetiştirdiği dünya çapında bir akademisyendir. Galatasaray Lisesi mezunu olan Acemoğlu halen dünyanın en itibarlı teknik üniversitesi olan MIT’de ekonomi dersleri vermektedir. Dünyada ekonomi alanında en fazla atıf yapılan 10 ekonomistten biridir ve yakın zamanda Nobel ekonomi ödülü almasına kesin gözüyle bakılmaktadır.
Daron Acemoğlu’nun Harvard’dan James A. Robinson’la birlikte yazdığı Ulusların Düşüşü (Why Nations Fail) adlı kitabında dünya üzerindeki bazı ulusların neden ileri bazılarının ise neden geri olduğu olayların tarihi akışı içerisinde ve dünyanın farklı yerlerinden somut örneklerle anlatılmaktadır. Zaten yazılarımızı takip edenler Acemoğlu’nun bu kitabına sık sık atıfta bulunduğumuzu bilirler.
Acemoğlu ve Robinson, Ulusların Düşüşü kitabında şu iki kavrama özellikle vurgu yaparlar; “sömürücü kurumlar” , “kapsayıcı kurumlar”.
Sömürücü kurumlar; gücü dar bir elitin elinde yoğunlaştıran ve bu gücün dar elit tarafından uygulanması konusunda çok az kısıtlama getiren kurumlardır. Bu durumda genellikle ekonomik kurumlar bu elit tarafından toplumun geri kalanının kaynaklarının sömürülmesi için yapılandırılır.(1)
Kapsayıcı kurumlar; çoğunluğun kaynaklarına el koyan, giriş engelleri getiren ve yalnızca dar bir kesim faydalansın diye piyasaların işleyişine baskı yapan sömürücü ekonomik kurumların kökünü kazıma eğilimindeki kurumlardır. (2) Daha fazla gelir elde edilip refahın artırılması, gelirin adil dağıtılması, ekonominin nimetlerinden toplumun daha geniş kesimlerinin faydalanması kapsayıcı kurumların ana işlevidir.
Sömürücü kurumlar ile kapsayıcı kurumların uygulamasının en iyi örneklerinden biri Kuzey Kore ve Güney Kore örneğidir. Kuzey Kore, sömürücü kurumların devreye sokulması nedeniyle dünyadan izole edilmiş, ekonomik kaynakları dar bir kesim tarafından sömürülen, halkı sefalet içinde yaşayan ve dünyaya kapalı bir ülkeyken, Güney Kore Samsung gibi Kia gibi dünya çapında markalar üreten, halkının refah seviyesi yüksek ve ekonomisi gün geçtikçe gelişen son derece modern bir ülkedir. Her iki ülkenin de ırki, tarihi, sosyal yapısı aynıyken bugün gelinen noktada aralarında neredeyse gece ve gündüz gibi bir fark olmasının nedeni Kuzey Kore’nin sömürücü kurumları, Güney Kore’nin ise kapsayıcı kurumları hâkim kılmasıdır.
Sömürücü kurumlar ile kapsayıcı kurumların ne olduklarını açıkladıktan sonra doğal olarak akla şu soru geliyor; madem kapsayıcı kurumlar refah seviyesini artırıyor, o halde neden ülkeler refahı yani kapsayıcı kurumları değil de sömürücü kurumları tercih ediyorlar? Acemoğlu, bu sorunun cevabını Kongo örneğiyle veriyor.
“Bağımsız bir devlet olarak Kongo, 1965-1997 yılları arasında Joseph Mobutu yönetiminde neredeyse aralıksız bir ekonomik gerileme ve artan yoksulluk yaşadı. Bu gerileme Mobutu’nun Laurent Kabila tarafından devrilmesinin ardından da devam etti. Mobutu son derece sömürücü bir dizi ekonomik kurumu hayata geçirdi. Halk yoksullaştı fakat Mobutu ve çevresindeki ‘Kodamanlar’ (Les Gross Legumes) olarak bilinen elitler müthiş bir zenginliğe kavuştular. Mobutu doğduğu yer olan ülkesinin kuzeyindeki Gbadolite’de büyük bir saray inşa ettirdi. Bu sarayın Avrupa seyahatlerinde kullanmak için sık sık Air France’dan kiraladığı süpersonik Concorde jetinin inebileceği büyüklükte bir de havaalanı vardı. Mobutu Avrupa’da şatolar satın aldı ve Belçika’nın başkenti Brüksel’de geniş araziler edindi. Kongoluların yoksulluğunu artırmak yerine onları zenginleştirecek ekonomik kurumlar tesis etmesi Mobutu için daha iyi olmaz mıydı? Mobutu ulusunun refah düzeyini artırmayı başarsaydı daha fazla parası olmaz mıydı? Kiralamak yerine bir Concorde’u satın alamaz mıydı? Ya da daha fazla şatoya, malikâneye ve muhtemelen daha büyük, daha güçlü bir orduya sahip olamaz mıydı? Dünyanın pek çok ülkesinin yurttaşları için üzülerek söylemek gerekir ki, yanıt hayır olacaktır. Ekonomik süreçler için teşvik sağlayan ekonomik kurumlar, eşzamanlı olarak, elde edilen geliri ve gücü yağmacı bir diktatörü ve çevresindeki politik güce sahip diğer kişileri yoksullaştıracak biçimde yeniden dağıtılabilir.”(3)
Buradan anlaşılacağı üzere her ülkede vatandaşın menfaatleriyle ülkeyi yönetenlerin menfaatleri daima bir çatışma içerisindedir. Vatandaşların faydasına olan hususlar yöneticilerin aleyhinedir çünkü menfaatlerine zarar verir. Ya da tam tersi, yöneticilerin ve etraflarındaki dar elitin menfaatine olan hususlar vatandaşın aleyhinedir. Çünkü vatandaşın refah seviyesini düşürür.
Türkiye’yi ele aldığımızda on katı fiyatına mal edilen, gizli ortaklarının kimler olduğu bilinmeyen (!) ve devlet tarafından araç geçiş garantisi verilen köprüler, tüneller, otoyollar sömürücü kurumlara mı yoksa kapsayıcı kurumlara mı işaret etmektedir siz karar verin. Yine başkentte, Ahlat’ta ve Marmaris’te yapılan bilmem kaç yüz veya bin odalı saraylar, sayısı 17’yi bulan özel uçak filoları, tanesi milyonlarca liraya mal edilen zırhlı makam arabalarının hangi kurumlara benzediğinin yanıtını da size bırakıyorum.
Tek bir kişinin siyasi kariyeri için koca ülkede yönetim sisteminin değiştirilmesinin ve bu değişimin vatandaşın mı yoksa uğruna sistem değiştirilen kişinin mi faydasına olduğunun cevabını da size bırakıyorum.
Babası devlet yöneticisi olan genç girişimci bir armatörümüzün gemisinin Türk limanlarına yaklaştığında vergi kanununda değişiklik yapılıp gemideki malların vergisiz olarak yurda giriş yapması, hemen akabinde kanunun iptal edilerek bu vergisiz mal getirme nimetinden (!) başka girişimcilerin faydalanamaması gibi örneklerin ne anlama geldiğini de size bırakıyorum.
Kamunun bütün imkânlarının adeta bir piranha sürüsünü andıran dar bir elit (!) tarafından yağmalanıp, vatandaştan daha fazla vergi alabilmek adına her ürüne zam üstüne zam gelmesinin ne anlama geldiğini de sizlere bırakıyorum.
Yeterli olduğunu düşündüğüm tüm bu örnekler gösteriyor ki, devletin reorganizasyonu kapsamında zihniyet değişiminin kavramsal karşılığı olarak ele aldığımız “yeni bir anlayış” maddesinin son basamağı olarak, ülkedeki sömürücü kurumların ortadan kaldırılıp kapsayıcı kurumların ikame edilmesi olmazsa olmaz bir zorunluluktur.
Böylelikle devletin reorganizasyonu için gerekli olan zihniyet değişiminin (yeni bir anlayış) üç önemli ayağı olan ‘devlet algısının değişmesi’, ‘toplumsal sözleşme’ ve ‘kapsayıcı kurumların ikamesi’ hususları anlatılarak ilk bölüm tamamlanmıştır. Bundan sonraki kısımlarda devletin teşkilat yapısına dair değişiklik önerileri (yeni bir teşkilat) ve nihayet tüm bu değişikliklerin her vatandaş için bağlayıcı olmasını sağlayacak olan yeni bir anayasa ihtiyacı konularına değinilecektir.
(1) Acemoğlu, Daron & Robinson, James A., “Ulusların Düşüşü, Güç Zenginlik ve Yoksulluğun Kökenleri”, 34. Baskı, İstanbul, 2018, s. 81.
(2) a.g.e., s.81.
(3) a.g.e., s. 83-84.