Yeni Bir Anlayış, Yeni Bir Teşkilat, Yeni Bir Anayasa
Reorganizasyon, Fransızca kökenli bir kavramdır. Bir kurum, kuruluş, örgüt vb. oluşumun yeniden düzenlenmesi anlamına gelmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti fiilen 23 Nisan 1920’de, hukuken ise 29 Ekim 1923’te kurulmuştur. Hem fiili hem de hukuki kuruluşunun 100. yılı yaklaşırken devlet mekanizması zihniyet olarak, teşkilat yapısı olarak, idari ve hukuki olarak ciddi bir değişim ve dönüşüme ihtiyaç duymaktadır.
100. yaşını kutlamaya hazırlanan devletin hala herhangi bir alanda dünya çapında bir marka değeri meydana getirememiş olması; savunma sanayi ve teknolojisi alanında dışa bağımlılığının devam etmesi; ekonomik anlamda sağlam temellere oturamamış olması; eğitim, adil ve bağımsız yargı sistemi, gelir dağılımında adalet, toplumun genel sosyal refahının yükseltilmesi gibi daha pek çok alanda dünya sıralamasının çok gerilerinde kalması; düşünce ve ifade hürriyeti, basın özgürlüğü gibi konulardaki kötü sicili ve bu yazının hacmini aşacak boyutta olan benzeri pek çok olumsuz durumun varlığı Türk devletinin son derece ciddi ve köklü bir değişime ihtiyaç duyduğunu göstermektedir.
Bir üst paragrafta saydığımız olumsuz vakıaların iktidarı elinde bulunduran siyasi partilerden ve/veya gruplardan bağımsız olarak ve birkaç asırlık kronik sorunlar halinde kendini göstermesi, siyasal iktidar değişikliğinden ziyade devletin bizatihi kendisinin kurumsal anlamda ciddi bir revizyona tabi tutulması gerektiğini ortaya koymaktadır.
“Devletin reorganizasyonu” ifadesinden, üç temel olgunun yenilenmesi gerektiği yani üç aşamalı bir yenilenme ihtiyacı anlaşılmalıdır; Yeni bir anlayış, yeni bir teşkilat ve tabi ki yeni bir anayasa.
“Yeni bir anlayış” kavramından toplumdaki ve bürokrasideki devlet algısı ile toplumun farklı kesimlerinin birbirine karşı takındığı düşmanca tavrın değişerek bir zihniyet devriminin gerçekleşmesi;
“Yeni bir teşkilat” kavramından bu zihniyet değişimine paralel olarak devletin ve siyasetin kurumsal yapılarının revize edilmesi;
“Yeni bir anayasa” kavramından ise ilk iki değişimin devlet karşısındaki pozisyonu ne olursa olsun her vatandaş için bağlayıcı bir hale getirilmesi anlaşılmalıdır.
Devlet Algısının Değişmesi
Kurumsal anlamda her devletin olduğu gibi Türk devletinin de bir varlık gayesi ve bu varlık gayesinden doğan bir takım temel yükümlülükleri vardır. Türk devletinin devlet olmasından doğan bu temel yükümlülüklerini gereği gibi yerine getirmediğini ve hatta bazı temel yükümlülüklerini hiç yerine getirmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun sebebi, gerek devlet kurumunu oluşturan kişilerin yani kamu görevlilerinin gerekse devletin kendilerine karşı yükümlülük taşıdığı vatandaşların “devlet algısıdır”. Şöyle ki; Türk milletinin bakış açısında devlet denilen şey gözle görülmeyen, elle dokunulmayan, kulakla işitilmeyen, adeta metafizik özellikler taşıyan ruhani (!) bir varlıktır. Türk milletinin havsalasındaki “devlet” ilahi (!) bir takım vasıflara sahiptir. O nedenle ona saygı duyulur, itaat edilir ve hatta tapılır!
Türk milletinin devlete karşı beslediği bu abartılı saygı durumu, devlet kurumunun imkânlarını elinde bulunduran kamu görevlileri tarafından daima kötüye kullanılır ve bu kötüye kullanmayla birlikte milletin kafasındaki o devlet kavramı beslenip büyütülür.
Devletin asli fonksiyonu ve misyonu milletin yani vatandaşın hayatını kolaylaştırmak ve hayat standartlarını yükseltmektir. Devlet vatandaş için vardır. Bizde ise, temel düşünce ve bu düşüncenin tezahürü olan uygulama bunun tam tersidir. Bizde vatandaş için devlet değil, devlet için vatandaş anlayışı hâkimdir.
Bir vatandaş kazara kamuya ait bir varlığa zarar verdiği zaman devlet o zararı tazmin için son derece süratli bir şekilde o vatandaşın tepesine çökerken; devlet veya devleti temsil eden kamu görevlileri kasten veya hataen (taksirle) bir vatandaşa zarar verdikleri zaman devlet kurumlarının organize bir şekilde kulaklarının üzerine yattığı görülür. Yukarıda üçüncü paragrafta kısaca değindiğimiz tüm olumsuzluklar bu yaklaşımın birer sonucudur.
Makama Saygı (!)
Bu topraklarda yüzyıllardır gelenek haline gelmiş bir kavram vardır; makama saygı! Makama saygı şu anlama gelmektedir. Her vatandaş, hizmet almak için bir kamu kurumuna gittiği zaman, o kamu kurumunun şahs-ı manevisinin temsil ettiği yüce makama deruni bir saygı göstermeli ve hizmet alma işlemi sonuçlanana kadar o kamu kurumunun tüm yönlendirmelerini ve hatta “emir ve talimatlarını” eksiksiz olarak yerine getirmelidir!! Hâlbuki hem vatandaşın hem de kamu kurumunda görev yapan bütün kamu görevlilerinin unuttuğu çok temel bir husus vardır. O kamu kurumunun varlık gayesi de, o kamu görevlilerinin orada istihdam edilme gayesi de vatandaşın hayatını kolaylaştırmaktan başka bir şey değildir. Ancak Türk milletinin DNA’larına işleyen yanlış bir uygulamanın sonucu olarak her kamu kurumu kendi içinde küçük bir saltanat membaı olarak görülür ve her kamu görevlisi oradaki varlık gayesini küçük küçük saltanatçıklar sürmek olarak algılar.
İşte devletin reorganizasyonu için değişmesi gereken ilk şey vatandaşın ve bürokrasinin kafasındaki devlet algısıdır. Devlet algısı değişimi, yukarıda bahsettiğimiz zihniyet değişiminin temel taşıdır. Devlet algısı değişip devletin varlık gayesinin vatandaşa hizmet sunma olduğu düşüncesi yerleştikten sonra diğer alt zihniyet değişimleri (eğitimde bakış açısı, güvenlik politikaları, vergi reformu vb.) ve bu zihniyet değişimlerine paralel olarak kurumsal revizyonlar gerçekleştirilebilecektir.