Deus ex machina (deī ex
māchinīs, çoğulu deus ex māchinā ) (okunuşu: deus
eks makina); bir kurgu veya dramada beklenmedik, yapay veya imkânsız
bir karakter, alet veya olayın senaryo akışı içinde beklenmedik bir yerde
aniden ortaya çıkması, örneğin anlatıcının bir anda uyanıp her şeyin rüya
olduğunu anlaması veya aniden ortaya çıkan bir meleğin sorunları çözmesi için
kullanılan Latince kalıp.
Birebir çevirisi “makineden tanrı” olup Antik Yunan
tiyatrosunda bir
tanrıyı canlandıran karakterin bir vinç (machina)
yardımıyla yukarıdan indirilmesi anlamında kullanılmaktaydı. Antik Yunan döneminde
yazılan tiyatro eserlerinde, eser yazarlarının çok sık başvurduğu bir
yöntemdir. Hikâyenin gidişi öyle karmaşık, içinden çıkılamaz bir hal alır ki,
artık yazarın üretebileceği ilginç bir çözüm kalmaz ve sıklıkla başvurulan bir
yöntem olarak da mitolojik tanrılar bir anda ortaya çıkarak olaya müdahale
eder; ölmesi gerekeni öldürür, kurtarılması gerekeni kurtarırlar. (Vikipedi)
Aslında bu kadar yabancılaştırmaya
gerek yok. Bizim Yeşilçam kuşağından aşina olduğumuz bir durumdur bu. Esas kız
filmin baş kötüsü (ki genelde rahmetli Erol Taş’tır bu) tarafından kaçırılır.
Kötü adam tam esas kıza fenalık edeceği esnada esas oğlan (bu da genelde canımız
ciğerimiz Cüneyt Arkın abimizdir) yetişir. Kötü adamı bir güzel pataklar. Hem
de öyle böyle değil, Allah yarattı demeden duvardan duvara vurur. Kız kurtulur,
sevenler kavuşur, seyirciler olarak hepimiz mutlu oluruz.
Yeşilçam’ın bilinçaltımıza oynadığı
bir oyundan mı, tarihsel yaşanmışlıklardan dolayı atalarımızdan bize genler
vasıtasıyla aktarılan bilimsel alt yapısı olan bir vakan mı yoksa dini
referansının nereye dayandığını tam olarak bilemediğim Mehdi-Mesih inancından
mı kaynaklanan bilemediğim bir sebepten dolayı bizim Türk milletinin olaylar
karşısındaki genel tepkisizliğinin bu bir çeşit “Deus ex machina” fikrine dayandığını düşünüyorum. Biz rahat bir
milletiz ve “bir şekilde bir şeyler olur” düşüncesine iman etmişiz. Çünkü bazen
gerçekten olur ama bazen… “Paşam para yok”, “Bulunur!”. “Paşam ordu yok”,
“Kurulur” anekdotu tam olarak bunu ifade eder.
Yazılarda “ben demiştim demeyi
sevmiyorum ama…” diye başlayan bir klişe vardır. Bu laf tamamen yalandır
çünkü her insanı özellikle de yazarları “Ben demiştim” sözü kadar mutlu eden,
onların ruhunu ve egosunu okşayan başka bir ifade yoktur. “Ben demiştim”
sözünde insana haklı çıkmanın gururunu yaşatan son derece egoistçe bir haz
vardır. Haklı çıkılan konu ne kadar acı olursa olsun “Ben demiştim” diyen kişi
o hazzı duyar. İşte sizin okuduğunuz bu yazının bundan sonraki kısmı yazarın
“bakın işte ben demiştim” beyanından ibarettir.
2 yıldan fazla süredir köşe yazıları
yazıyoruz ve yazılarımızda da zaman zaman tarih vererek ileriye dönük tahminlerde
bulunuyoruz. Türkiye 2 yıl önce de hem eğitim hem adalet hem sağlık sistemi hem
de ekonomi alanlarında son derece kötü durumdaydı. Türkiye’nin daha da kötüye
gideceği de açıkça belliydi ancak nüfusumuzun kahir ekseriyeti bu kötüye
gidişin duracağına ve kum saatinin tersine dönme misali makus talihimizin
tersine döneceğine inanıyordu. Bugün o kahir ekseriyetin kahir ekseriyeti hala
aynı görüşte. Gerçeği sonradan görme konusunda geç kalmış olanlara kızabilir
miyiz? Tabi ki kızabiliriz. Çünkü “ben demiştim!”
2 yıldır yazdığımız şeyleri uzun
uzun tekrar etmeye gerek yok. Türkiye bugün asli yükümlülüğü olan “kamu
hizmeti” görevini layıkıyla yerine getirmeyen bir devlet yapısına sahip.
Sistemsel bir tıkanıklıkla karşı karşıyayız. Eğitim sistemi kilitlendi, yargı
sistemi kilitlendi, sağlık sistemi kilitlendi, ekonomi kilitlendi. İşsizlik
çoğalıyor. Üniversite mezunları zaten iş bulamıyorlar, işsizler kervanına
yüksek lisans mezunları ekleniyor artık. İnsanlar kötü ekonominin daha doğrusu
kötü ülke yönetiminin çarkları arasında eziliyor. İktidar partisi olan Ak Parti
de onun iflah olmaz destekçisi MHP de ülkenin sorunlarına çözüm üretme
becerisinden yoksun. Zaten öyle bir dertleri de yok. Her iki parti de kendi
iktidar alanlarını daha da genişletip garantiye almanın derdindeler. Milletin
yok olup gitmesi pahasına üstelik.
Canım ülkemin kötü gidişatının
değişebilmesi için iki seçenek var elimizde. Ya millet sandıkta Ak Parti-MHP
ikilisine sağlam bir tokat vurup başkalarına şans verecek ya da artık gökten
inen bir melek mi olur yoksa Mehdi veya Mesih mi olur bir kurtarıcının çıkıp
sarpa saran işleri çözüme kavuşturup bizi kurtarmasını bekleyeceğiz. Fakat
acıdır ki millete baktığımızda ikinci seçeneğin daha ağır bastığını görüyoruz.
Böylelikle torunlarımız bizim dönemin tarihini yazarken bu dönemi muhtemelen “Deus ex machina” sını bekleyen Türkiye
olarak adlandıracaklar. Bu dönemi ve bu dönemin yaşayanlarını pek de hayırla
yad etmeyerek üstelik…