Son yıllarda demokratikleşme örtüsü altına saklanan ihanet, pis kokular saçmaya başladı. Türk Milleti sanki türlü zorluklar altında faturası ağır olan bir Kurtuluş Savaşı vermemiş, milli devletini kurmamış ve Osmanlı’dan birden 2000’li yıllara geçmişiz de devletin şeklini tartışıyor gibiyiz.
Aslında, yaratılmak istenen bu ortam yeni de değildir. Milli Mücadeleyi ve Lozan’ı içine sindiremeyen sözde dost ve müttefiklerimiz, Milli Mücadeleyi bir iç isyan olarak görmüşler; Mustafa Kemal’in başında bulunduğu milli hareketi kullanamadıkları için içlerine sindirememişler ve Atatürk’ü de bir asi gibi değerlendirmişlerdir. ABD Kongre raporlarında bu durumun yer aldığı sıkça ifade edilmektedir.
1970’li yıllardan beri bölgesel kalkınma, ırkçı ve bölücü terör ve Kürtçülük konularının işlendiği birçok araştırma yapılmıştır. Anlamlı miktar ve kalitede denekler seçilmiş, çeşitli kurumlar bu araştırmaları gerçekleştirmişlerdir. Bunların hemen hemen hiç birinde Kürt ve Zaza olarak isimlendirilen vatandaşlarımızın büyük çoğunluğu çevrelerinde yaşadıkları sorunu bir etnik sorun, bir kimlik meselesi olarak görmemişler; Kürt sorunu şeklinde ise hiç değerlendirmemişlerdir. Kürt sorunu, Kürtleri kullanmak isteyenlerin sorunudur. Dışarıdan ısmarlama sorun ithal edenler, her konuda ülkesi ile kavgalı olanlar ve bu işin kaymağını yiyen ve kullanan bazı siyasiler dışında konu bir etnik ayrımcılık noktasına taşınmamıştır. Nitekim, dün ve bugün bölücü ve etnik-ırkçı politika uygulayan, terör örgütünü doğrudan veya dolaylı destekleyen partiler, bekledikleri oyu Kürt ve Zaza vatandaşlarımızdan alamamışlardır. Ancak, son yıllarda uygulanan yanlış politikalar ve yönetenler tarafından yapılan ötekileştirmeler, milli kimlik inkârı, çokkültürlülük telkinleri, vatandaşlarda tahribat yaratmıştır. Kafalar karıştırılmıştır. Milli kimliği bir etnik grup gibi değerlendiren, kavrayıcı, kaynaştırıcı, bütünleştirici değerlendirmeleri dışlayan, farklılıkları kutsallaştıran, etnisite dalkavukluğu yapan siyasetçiler, yaptıkları yemine uymamışlar, gaflet ve ihanet örnekleri sergilemişlerdir.
Milletleşmeyi anlayamayan veya anlamamakta kararlı bazı siyasilerin, Anadolu’da önce Selçukluyu daha sonra Osmanlıyı ve Türkiye Cumhuriyetini birer hakim kültür olmaktan uzaklaştırıcı mozaik tutkusu, etnik ırkçılığı tahrik etmiştir. Bunlara göre milletleşme, tek tipleşmedir ve farklılıkları görmemektir. Oysa, milletleşme ayrıştırmayan, kaynaştıran bir kültürel olgudur. Bunu boy, kabile, aşiret, mezhep ve etnik taassubuna sahip olanlar anlayamaz. Her konuya etnik taassubla bakılmasının terk edilmesi, milli seviyede bir mensubiyet duygusunun geliştirilmesi, ırkçılığın panzehiridir. Milletleşmiş veya milletleşme sürecinde mesafe almış her ciddi toplum bunların farkındadır.
Açılım, açılım diye tepinenler, etnik ırkçılığı okşamaktan başka hiçbir şey yapmamaktadırlar. Böyle açılımlar acaba neden bazı Batılı ülkelerde gündeme getirilmez? Açılmak fena bir şey değildir; ama, yüzme bilmediğiniz takdirde her an boğulma tehlikesiyle karşı karşıya kalırsınız. Bizim bazı sözde devlet adamlarımız bunun farkında değildir. Ankara’da denize girmeyi denemektedirler.
Terör örgütünün talepleri ne kadar tasvip gördü ki; birden açılıma dönüşüverdi. Terörle mücadelede kesin başarıyla çıkan güvenlik güçleri ve Devletimiz sanki bundan yenik çıkmış gibi pazarlık masasına çekilmektedir.
Malum bir cemaatin Abant Platformu adına düzenlediği toplantıların sonuncusu Erbil’de yapılmakta, terör örgütünün talepleri ile aynı noktada buluşan Amerika’nın istekleri dile getirilmektedir. Nedeni anlaşılmaz ama, eski bir Cumhurbaşkanının hanımı ve oğlu Barzani’yi ziyaret ederler. Dün Osmanlıya hasta adam gözüyle bakanlar, bugün Türkiye’yi farklı değerlendirmemektedir.
Çözüm, devlet gibi devlet olabilmekte, egemenliği paylaşmak için orada burada adam aramamakta, milli bağımsızlığın değerini bilebilmektedir. Egemenlik, paylaştırılacak bir mal değildir. Devlete Brüksel ve Washington’da ilân vererek ortak aranmaz. Etnik ırkçılığa prim verilmez.
Çözüm, siyasi meşruiyeti dış destekte aramamaktadır. Dış destek, karşılığında sizden taviz bekler.
Demokrasi, terörün içinde olan ve onu destekleyenlerle hiçbir yerde güç kazanmamıştır.
Çözüm, milli davaları kucaklamaktadır. Hilâle karşı haçın Anadolu topraklarında malzemesi olmamaktadır. Bunun için de milli çıkarlardan yana bir siyasi irade gerekir. İç ve dış borç kısır döngüsünden kurtulmak şarttır.