Demokrat Parti (DP) halkın oylarıyla iktidara gelmiş ilk partidir. Bu sebeple tek parti döneminde gündemde olmayan “seçim kazanmak” ve bunun için “halkın desteğini sağlamak” gibi bir zaruret ortaya çıkmıştır.
Celal Bayar’ın ifadesiyle “iktidarda kalmak için halkın günlük yaşantısında kolaylıklar sağlanması gerekmektedir.”
“Kolaylığı” sağlamanın en kestirme yolu “dış borçlanmaya gitmek” ve “yabancı sermayeyi ülkeye davet etmek” olarak görüldü.
Bunun için DP ilk olarak NATO’ya girmek konusunda çok istekli oldu. Bir yandan SSCB’nin tehdidine karşı Batı’yı yanına almak ve diğer taraftan dış borç bulabilmek için 1950’de patlak veren Kore Savaşı’nı değerlendirdi.
****
Kore Savaşında Ne Verdik Ne Aldık?
25 Temmuz 1950’de, DP hükümeti G. Kore’yi destekleyen ABD askerlerinin yanında Kore’ye asker gönderme kararını aldı. Kore savaşında en ağır kaybı Türk birlikleri verdi. Gönderilen 6 bin askerimizden 721’i şehit oldu. 175’i kayboldu, 2 bin 147’si yaralandı.
1951 Eylül ayında Türkiye NATO’ya kabul edildi. 18 Şubat 1952’de TBMM, NATO anlaşmasını onayladı ve resmen NATO üyesi olduk. Bu durumu DP ileri gelenlerinden Samet Ağaoğlu “Kore’de bir avuç kan verdik ama büyük devletler arasına da katıldık” diye tarif etmişti.
Böylece NATO, SSCB’nin güney kanadını Türkiye ve Yunanistan’la güçlendirmiş oldu. Türkiye’nin dış politikası ağırlıklı bir şekilde ABD’ye bağımlı hale geldi.
***********************************
Önce Bolluk Yılları
Türkiye 1950- 1953 arasında Dünya Bankası, IMF ve uluslararası bazı kurumlardan borçlar almaya başladı. Ayrıca ABD’den askeri yardım ve bağış paketleri de devreye girdi. Böylece açılan dış borç imkanları ve Kore Savaşı sırasında ihraç ettiğimiz malların fiyatlarının yükselmesiyle 1950-1953 arası ekonomi açısından parlak bir dönem geçirdik. Milli gelir artışı yıllık yüzde 13’e yükseldi. (10 yıl ortalaması yüzde 6 oldu.)
DP iktidarı bu bolluk döneminde bir yandan yol, su, elektrik gibi altyapı yatırımları yaparken bir yandan tarımsal krediler vererek “köylünün cebinin para görmesini” sağladı.
Dış borçlar ve enflasyon sermayedar sınıfı da geliştirdi. Devlet bankaları özel teşebbüse verdiği kredi miktarını on yılda 25 katına çıkardı. Ekonomik faaliyet geçmişle kıyaslanamayacak kadar hızlandı.
1953 yılından sonra özel teşebbüsün ve ticari bankaların bulduğu kredilerin ödenmesini devlet taahhüt etmeye başladı. Kredi ödenmezse tüm sorumluluk TCMB’na ait oluyordu.
****
Ancak işler hep böyle iyi gitmedi. Dış ticarette serbestleşmeye gidilmesiyle birlikte dış ticaret açığı sorunu baş gösterdi. Denetimsiz bir şekilde uzun vadeli dış borca ve yabancı sermaye yatırımlarına açılması Türk ekonomisinde bir tıkanmaya doğru gidişe yol açtı.
DP iktidarının ikinci yarısında dış ticaret verileri kötüleşti. Dış ticaret hacmi 1954 yılından itibaren gittikçe azalarak 5 yıl içinde yüzde 39,4 oranında geriledi. Dış ticaret açığı sorunu da büyüdü.
DP iktidarının ikinci yarısı ilk yarıya göre ekonomik açıdan çok başarısızdı. Üretimin azaldığı, ihracatın düştüğü ithalat yapmanın güçleştiği, yüksek enflasyonun yerleştiği bir dönem yaşandı.
Dış borçlar 1954 yılından sonra hızla arttı. Çünkü dış ticaret açığı büyüyordu. Bu açık uzun vadeli dış borçlar ile kapatılmaya çalışılıyordu.
4 Aralık 1957’de okunan V. Menderes hükümetinin programında “DP iktidarının yabancı sermaye ile iş birliği yönünde attığı adımların zaman içinde daha da olumlu sonuç vereceğine olan inanç” vurgulanıyor. ABD’den alınmakta olan ekonomik yardımlar şükranla anılıyordu.
DP döneminde yabancı sermaye çekmek için mevzuat son derece liberal düzenlenmişti. İlginç olan şudur ki, yabancı sermaye için bir cennete dönüştürülmüş olmasına rağmen, yabancı sermaye yatırımları DP iktidarının istediği seviyeye gelmedi. Yapılan borçlanma da ülke kalkınmasında bir araç olarak kullanılamadı.
(Daha geniş bilgi için, 1958 Moratoryumunun sebep ve sonuçlarının kapsamlı bir şekilde incelemiş olan, İ.Ü. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü yayını olarak çıkan, L. Hilal Akgül’ün çalışmasını meraklısına tavsiye ediyorum.)
***********************************
Sonra Moratoryum Veya İflas
“Türkiye Cumhuriyeti (Adnan Menderes’in Demokrat Parti hükümeti) 4 Ağustos 1958 tarihinde ülkenin içinde bulunduğu mali güçlükler ve borçların ödenemeyecek hale gelmesi nedeniyle moratoryum ilân etti. Bu bir çeşit iflastı. Bu tarih aynı zamanda Türkiye’nin IMF ile ilk kez bir düzenleme içine girdiği tarihtir.
Bir yandan yapılan devalüasyonla 1 ABD Doları 2,80 TL’den 9 TL’ye eşit hale getirildi. (TL yüzde 322 değer kaybetti.) Öte yandan da alacaklılarla anlaşmaya varılarak mevcut borçların 1971 yılına kadar taksitlendirilmesi sağlandı.
Bu moratoryum ve yarattığı sonuçlardan daha ilginç olanı o tarihte mevcut olan dış borç miktarının bilinmemesidir. Türkiye’nin ne kadar ve kimlere dış borcu olduğunu alacaklı ülke hükümetleri bildirmiştir. Yapılan anlaşma, anlaşmanın imzalandığı tarihe kadar vadesi gelen toplam 422 milyon dolarlık borçları kapsıyordu.” (Mahfi Eğilmez)
Bu moratoryumdan yaklaşık 2 sene sonra, 27 Mayıs 1960’ta, DP iktidarı askeri bir darbeye muhatap oldu. Ordu yönetime el koydu.