Seçim yaklaşıp listeler açıklandıkça klasik sağ-sol ayırımının nasıl değiştiği de ortaya çıkıyor. Siyasetin ekseni daha çok milli-gayri milli çizgisine oturduğu için, bazılarına sürpriz de gelse taşlar yerini buluyor. Devamlı söylediğimiz gibi sağın milliyetsiz kesimi ile solun milliyetsiz kesimi küresel rüzgarların etkisiyle birleşebiliyor. Onun için bazı listelerde yer alan ve sürpriz kabul edilen isimler aslında sürpriz değil. Her bir milli meselede bakış ve davranış farkları artık bu yeni yerleşmeye göre şekilleniyor. Bundan dolayı bir cemaat gazetesinde solun makbul isimleri olarak Baskın Oran, Ufuk Uras ve benzerleri öne çıkarılıyor. Aşırı sol militan faaliyetlerde bulunan Bülent Tanör’ün demokrat kimliğinden bahsediliyor. Washington Türkiye Araştırmaları Enstitüsü Müdürü bir ABD’li Prof’un “Türkiye’nin hızını ulusalcılar kesiyor” şikayetine yer veriliyor. TCK’nın 301. Maddesinden şikâyetçi olan yabancıların tekrar sesi duyuluyor.
Kimisi 27 Mayıs 1960 darbesiyle bugünkü gelişmeleri aynı kefeye koyuyor; Ordu ve Devlet düşmanlığını körüklüyor; demokratikleşme adı altında Türkiye’nin federalleşmesini savunuyor; Türklüğü reddediyor; Türkiye’yi Türkiye yapan değerlerden yana olmayı statükoculuk diye ilân ediyor. Ekonomik değer ve kaynaklarımızın özelleştirme adı altında yabancılara peşkeş çekilmesini küreselleşmenin kaçınılmaz kanunu olarak kabul ediyor.
Bunlara göre, Türkiye’nin içine kapanmaması için siyasi ve ekonomik açıdan yağmalanması gerekiyor. Bir tarafta T.C’nin tasfiyesini savunanlar, diğer tarafta ona sahip çıkanlar ve yasalar içinde vatandaşlık haklarını kullananlar… İstismar edilip kullanılmasına rağmen, bazıları bu Cumhuriyet mitinglerinden fazla rahatsız oldular. Bizde bu mitinglerde laik-antilaik maçının körüklenmesinden rahatsız olduk. Aslında bu gündemi değiştirtmekti.
Geçen hafta ölümünün 25. yılında Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş’ı İ.Ü Edebiyat Fakültesi’nde düzenlenen iki oturumlu bir toplantıyla saygı ve rahmetle andık. Allah’ın rahmetine kavuşan bu asil ve efendi ilim adamının cemiyetçiliği ve ses bayrağımız olan Türkçemize yaptığı hizmetler unutulamaz. Vefalı ve kadirşinas meslektaşlarımız Prof. Dr. Mustafa Özkan ve Prof. Dr. Osman Sertkaya gerekeni yaptılar.
Elimde rahmetli Timurtaş için Prof. Dr. Özkan tarafından hazırlanmış bir kitap var. Bu eserde kendisinin hayatı ve eserleri ele alınıyor. Kitabı karıştırırken bir başlık dikkatimi çekti: “Milliyetçilik ve Hümanizm”
Bilindiği gibi, 2007 yılı UNESCO tarafından Mevlâna Yılı olarak kabul edildi. Bu vesileyle Mevlâna ile hümanizm arasında ilişki kurularak Mevlâna’yı sözde tanıtıcı faaliyetler yapılmaktadır. Bir yabancının Mevlâna’da hümanizmi araması yadırganacak bir şey değildir; ama Müslüman bir Türk aydınının Mevlâna’da hümanizm araması önemli bir çelişkidir. Rahmetli Ahmet Kabaklı’nın da dediği gibi, Mevlâna’nın hümanizme ihtiyacı yoktur. (Tercüman, 31 Aralık 1982) Böyle bir yaklaşım Mevlâna’ya dindışılık yükler ki; bu da İslâm’la ters düşer. Çünkü; Batıdaki hümanizm Ortaçağ karanlığına ve kiliseye karşı insan aklını, insanı ve dindışılığı öne çıkaran bir akımdır. Mevlâna’nın da nasiplendiği İslâm ise, insan sevgisine dayanır, bütün müminleri kardeş sayar, İslâm dininden olmayanlara da iyi muamele edilmesini ister. Doğuştan elde edilen statüyü değil; takvayı esas alır.
Günümüzde milliyetçiliğe rakip olarak hümanizmi ortaya koyanlar, milliyetçiliğin ırkçılığa varan Batılı tanımlarına ve uygulamalarına dayanmaktadırlar. Milliyetçiliğe yer ve değer vermeyen bir insaniyetçilik ve insan sevgisi çok soyut kalır. Önce kendi milletinden olanları düşünmek, daha sonra insanlığı göz önüne almak uygun olabilir.