Değerlerin Değişmesi ve Sorumluluğumuz

95

İnsanoğlunun uygarlaşma sürecinde dünle bugün ve bugünü yaşayan toplumlar arasındaki değer farklılaşmasını gördükçe doğru ile yanlışı anlamakta hayli zorlanıyorum. “Dün dündür, bugün bugündür.” mantığıyla işin içinden çıkmayı da bir insan olarak kendime saygısızlık kabul ediyorum.  Dün doğru olan, bugün niçin yanlış ya da bu toplumda doğru olan diğer toplumda niçin yanlış? Dünün günah sayılan bir eyleminin bugün sevap, dünün sevap sayılan bir eyleminin bugün günah sayılmasının sebebi ne? Doğruların, yanlışların; ödüllerin, cezaların herkes için kabul edilebilir bir mantığı yok mudur?


Avlanmaya düşkün hükümdar, günün erken saatinde ormana avlanmaya giderken bir köylüyle karşılaşır. Onunla selamlaşır, av beklemeye başlar. Her gün birkaç hayvan avlayan hükümdar, o gün av zevkini tatmin edemez. Pek üzgündür. Sebebini sorar saray ileri gelenlerine. Onlar: “Yolda ilk karşılaştığınız köylü, size uğursuzluk getirmiş olabilir.” derler. Hükümdar bu, öfkelenir, “Tez bulun bu adamı, getirin huzuruma!” der. Zavallı köylü getirilir hükümdarın huzuruna. Hükümdar: “Bre adam, sen ne uğursuzmuşsun; senin yüzünden bugün bir av bile yapamadım, derhal kellen uçurula!” diye hüküm verir. Köylü: “Efendim, haklı olabilirsiniz, günün erken saatinde ilk karşılaştığınız insan ben olduğum için benim uğursuzluğuma hükmedip av yapamadığınızı ve kellemin uçurulmasını emretmektesiniz; ama bugün benim karşılaştığım ilk kişi de sizsizin, bense canımı kaybetmekteyim.” Öykücüğün sonunda köylü canının kurtarmış mıdır, kurtarmamış mıdır, bilmem; ama hükümdarın mantığına karşı köylüdeki mantık ve zeka hayranlık uyandıracak nitelikte.


Kişiler, toplumlar, çağlar arasındaki değer farklılaşması psikolojik, sosyolojik sorunlara yol açabiliyor. Dün doğru kabul ettiğimizi bugün absürt bulabiliyoruz. Ya algılamalarımızda ya inanışlarımızda ya önceliklerimizde değişiklik olmuştur. Düşüncelerimizdeki ikilem, bizi bunalıma kadar sürükleyebilir. Kendisiyle barışık olmayan, çevresine güven ve huzur vermeyen insan durumuna düşmüş olabiliriz.


Kişiler arasındaki değer farklılaşması, hoşgörü sınırını aştığında, önce diyalogsuzluğa, sonra bir çatışmaya yol açabilir. Her çatışma, taraflardan birinin ya da her ikisinin hasar almasıyla sonuçlanır.


Toplumlar arasındaki değer farklılaşması, bazı entelektüellerin söylediği gibi, her zaman kültürel zenginliği doğurmuyor. Değerler mozaiği, değerler kavgasının nedeni olabiliyor. İşin içine, yönetenlerin megalomanlığı, kahraman görünme tutkusu da girince toplumlar, hem zenginliklerini hem canlarını kaybedebiliyorlar.


Birey olarak kendi yaşam sürecimizde, toplum olarak tarihi süreçte gördüğümüz değer farklılaşmasına bazen tuhaf bir şekilde tebessüm ediyor, bazen de kızabiliyoruz. “Yanlış düşünmüşüm, yanlış yapmışım.” dediğimiz zamanlar olabiliyor. Pişmanlık duyulabiliniyor.


Şüphesiz, sınav için varız. Düşüncelerimiz, eylemlerimiz; sınavın enstrümanları. Birey olarak, öncelikle kendimizden; eş, baba, komşu olarak çevremizden; yönetici olarak uygulamalarımızdan, kararlarımızdan sorumluyuz. Sorumluluk sınavını geçebilmek için her zaman ve her toplumda geçerli olabilecek, vicdanları yaralamayacak değerlere sahip olmak zorundayız. İnsanoğlu değişiyor; bu değişimi durdurmak mümkün değil. Değişenin içinde değişmeyeni yakalayanlar, sınavı geçebilir, öykücükteki hükümdarın, köylünün karşısındaki durumuna düşmez.


Biz, yapamadıklarımızdan değil; yaptıklarımızdan ve yapabileceğimiz halde yapmadıklarımızdan sorumluyuz.