Bu deyimi bir yerlerden hatırlıyoruz değil mi? Mustafa Kemal Atatürk “Ey Türk Gençliği!” diyerek başladığı Gençliğe Hitabında, bizlere seslenerek “Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahların olacaktır…”
Bedhah; farsça bir sözcük. Anlamı da; fenalık isteyen, kötülük isteyen, herkesin kötülüğünü isteyen demek.
Atatürk bu deyimle; Türk Milletinin kötülüğünü isteyenlerin sadece dışarıda değil aynı zamanda içimizde aranması gerektiğini vurguluyor.
Aslında Atatürk bu sözleriyle, iç ve dış düşmanların varlığına işaret ediyor.
Dış düşmanları anladıkta bu iç düşmanlar neyin nesi oluyor. Bir ülkenin içinde düşman olabiliyor mu? Böyle bir şey nasıl olur? Oluyormuş demek ki; bizlerde iç düşmanların varlığını gelişen olaylara bakınca çok rahatlıkla görüyoruz.
Atatürk devam ediyor “… iktidara sahip olanlar gaflet ve delalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler..” diye bizleri başka bir açıdan da uyarıyor.
Gelelim 2010 yılına. Hepimiz izliyoruz. Türkiye dış düşmanların işbirlikçisi olan iç düşmanlar tarafından sürekli olarak karıştırılıyor.
Yaşadıklarımıza bakınca Atatürk’ün haklılığı bir kez daha anlaşılıyor.
Onun için ihanet kelimesinin sulandırılmasına karşı çok uyanık olmalı ve olayları dikkatle izlemeliyiz. Gelişen her olay geleceğimizi yakından ilgilendiriyor. Çocuğunuzun okul, ders, dershane, sağlık, evlilik vs. gibi her türlü sorununu yakından izliyor ve çözüm arıyorsunuz. Ülke meseleleri de çocuklarınızın geleceğini belirleyecek ve göz ardı edilmemesi gereken birincil sorunumuzdur. En önemli sorunu atlayarak diğer sorunlara çözüm bulmaya çalışmak çocuklarımızın geleceğini tehlikeye atacak bir davranış olur. Hangi ana baba bunu ister? O zaman aman dikkat!
“Gelecek sizin geleceğiniz. Tek sınır hayal gücünüzün sınırı. Yaşamak istediğiniz dünyayı hayal edin, sesli düşünün, yüksek sesli” diyor Bono isimli biri.
Gündemimizi meşgul eden en önemli konu demokratik prensiplerin ihlal edildiğine dair iddialar.
Bakıyoruz ki; ihlal edildiği söylenilen bu demokratik prensipler, yeri geldiğinde Türk milletine karşı kullanılmak üzere uygun kılıflara sokulmuş. Görüyoruz ki; kurallar rejimi olan demokrasi, siyasal iktidarın sürekliliğini ve yandaşlarının huzurunu temin için kullanılır olmuştur.
İhanet sözcüğünü ilk kullananlar günümüzün muhalif siyasi liderleri değildir. Gençliğe Hitabe’den anlıyoruz, Atatürk’te bu sözcüğü yıllar evvel kullanmış. Geçmişe döndüğünüzde ihanet sözcüğüne Türk tarihinde çok sık rastlıyorsunuz. Demek ki ortada bir vakıa var.
Atilla İlhan’da bu ülkede % 10’luk bir ihanet kontenjanından bahsediyordu. Ayrıca ihanet olgusuna vurgu yapan başkaları da var. O zaman ihanet denilen konu üzerinde her zaman durmakta fayda bulunuyor. Bir an için ihanet edenleri unutursanız onlar sizi acımadan duvara toslatırlar.
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Yüzyıllardır Türk devleti ve milletinin içinde ihanet denen olgu ve hainler yaşamak için maalesef uygun zemin bulmuştur.
Türk milletinin en önemli sorunlarından biri bu hainleri tespit ederek afişe etmek ve Atatürk’ünde işaret ettiği iç düşmanların etkisini asgariye indirmektir.
Ülkemizin dört bir yandan saldırı altında olduğu, bu saldırıyı gerçekleştirenlerin işbirlikçilerinin içimizde bulunduğu tartışılmaz bir gerçektir.
Türkiye’nin gündemini meşgul eden konuların dışında çok önemli sorunları vardır. Türkiye’nin bu sorunları çözmesi ve bölgesinde hatta dünya sathında bir güç haline gelmesi istenmemektedir. Çünkü bazıları kabul etmese de Türkiye’nin böyle bir potansiyeli vardır.
Bu açıdan bakıldığında, dış düşman tanımlaması içinde görülenlerin Türkiye için kötü düşünceler beslemesi ve bunları bir plan dahilinde uygulamaya çalışması anlaşılabilir bir durumdur.
Ancak iç ihanet şebekelerinin, dışarıdan yapılan saldırılara uygun bir zemin yaratarak işbirliği içinde olması asla affedilebilecek bir şey değildir. Türkiye’de uzun yıllardır iç düşmanların ihaneti görmezden gelinmektedir.
Şöyle kendinizi geriye çekerek görüş açınızı bir genişletin. Ülkenin binlerce yılda oluşmuş kurumlarına, milli ve manevi değerlere, maddi zenginliklere nasıl zarar veriliyor görün. Buna karşılık perdelenenler, gizlenenler, manipüle edilenler; neler onlara gözlerinizi dört açarak bir bakın…
Küreselleşme dalgası ile Türkiye’nin bağımsızlığının son kırıntıları da elinden alınmak istenmektedir. Ekonomisi milli olmayan bir ülkenin bağımsızlığını sürdürebilmesi imkansızdır. AKP iktidarı döneminde izlenen politikalar ekonominin küresel güçlerin eline geçmesini hızlandırmış ve bunun neticesi olarak ekonomimiz millilik vasfını iyice yitirmiş, bunun neticesinde halkımız daha da fakirleşmiştir.
Bu durum halkımızın gözünden; kürt, alevi, roman açılımları, Ergenekon soruşturması, Anayasa Mahkemesinin DTP’yi kapatması, darbe plan iddiaları, telefon ve ortam dinlemeleri, domuz gribi ve aşı polemikleri, Deniz Feneri davası ve meslek liselerine uygulanan katsayı farkı düzenlemeleri gibi hususlarla kaçırılmaktadır.
Oysa halkımız ağır bir geçim derdindedir. İşsizlik boyutları tarihi sınırlara ulaşmıştır. İnsanlarımız nafakalarını temin edemedikleri için bir çorbaya muhtaç hale gelmiştir.
Sadaka kültürünün yaratıcıları ve savunucuları “çorbalar bizden” diyebilirler ama insanlık onuru ve gururu bunu her zaman kaldırmaz. Hem siz kimin parası ile kime çorba içirmeye kalkıyorsunuz!!!
Hal böyleyken suni olarak yaratılan gündemlerle bizi nelerle uğraştırıyorlar. Siyasi gündem; satılmış medyanın ve sözde aydınların ihaneti ile iç düşmanların çığırtkanlığıyla şekilleniyor. Devletin televizyonunda bile aynı görüntü var.
Atatürk yine Gençliğe Hitabe’sinde “Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir” diyor. Sanki işler oraya doğru gidiyormuş gibi bir duyguya kapılıyor insan.
Sakın ola, beni hükümetin başının işaret ettiği gibi “kötümserlik ve karamsarlık pompalayanlar” dan zannetmeyin. Öyle birileri varsa bile ben onlardan biri değilim.
Ben aksine her pozisyonda yolunu takip ettiğim Mustafa Kemal’in “Ey Türk istikbalinin evladı! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” dediği gibi halkına ümit pompalayanlardan biriyim. Tabii ki benim pompaladığım ümit “dahili bedhah” ların canını sıkıyor.
Son günlerde yaşanan olayları, kavram çarpıtmalarını ve halkın psikolojisini etkileme çabalarını bir de “dahili bedhah” lar açısından irdelerseniz ne demek istediğimi daha net anlayacaksınız.
Yeter ki akıl gözümüz açık olsun, çok çalışarak her türlü zorluğun üstesinden geleceğiz. Elbette demokrasiyle, elbette halkın iradesiyle…