Cumhuriyetin 100 Yılında Türk Târihçileri

294

Türkler târih yaparlar fakat târih yazmazlar’ diye bir söz var ise de eskimiştir, hükümsüz kalmıştır. Selçuklu ve özellikle Osmanlı döneminden başlayıp, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından günümüze kadar devam eden bir silsile hâlindeki târihçi ilim adamlarımız, târih yazarlığında öğretiminde ve sevdirilmesinde çok mühim ve üstün başarılar elde etmişlerdir.

Târih-i Cihângüşa’nin yazarı Ata Melik Cüveyni (1226-1283), Âşık Paşazâde (Amasya, 1400 – İstanbul,1484) ‘Târîh-İ Âl-İ Selçuk’ isimli eserin yazarı Yazıcıoğlu Ali (Doğum ve vefat târihi bilinmemektedir. Eserini Osmanlı Pâdişahı İkinci Murad’ın (1404-1451 / Pâdişahlığı: (1421-1444)  talebi üzerine yazmıştır.  Gelibolulu Mustafa Ali (1541-1600), Ahmed Cevdet Paşa (1822-1895), Ahmet Refik Altınay (1881-1937), Ahmed Cevad Paşa (1891-1900), Enver Behnan Şapolyo (1900-1972), M. Tayyip Gökbilgin (1907-1981), Osman Turan (1914-1978) ve Prof. Dr. Tuncer Baykara’nın kaleme aldığı kitapta adı geçen târihçilerimiz vardır. Türk târihini târih şuuru ile en mükemmel şekilde yazıp aziz ve necip milletimize armağan etmişlerdir. Târihinizin yazımında hiçbir noksanlık yoktur. Yorumlar aslına uygun, tafsilatlı ve güven vericidir.

***

Târihçi Prof. Dr. Tuncer Baykara, târihçi tanıdıkları ile alâkalı hâtıraları eşliğinde onların hayat hikâyelerini yazdığı kitap, 13,5 X 21 santim ölçülerinde 237 sayfadır. Eserde târihçi olmamasına rağmen sosyal hayatta yeri olan şahıslara da yer verilmiştir. Kitabın bir başka özelliği de şahısların sâdece olumlu yönleri ele alınıyor. En sonunda bir olumsuzluk ortak şahsiyeti ortaya çıkarılıyor. Olumsuzluk ortak şahsiyetinde, Prof. Baykara da dâhil olmak üzere pek çok kişinin, kendilerinden bir şeyler bulacağı belirtiliyor.

Eserde 74 târihçi anlatılıyor. 218-237. Sayfalarda Mustafa Oral’dan bahsedilirken isimleri geniş kitleler tarafından bilinen Merhum Dr. Necip Hablemitoğlu ve eşi Şengül Hablemitoğlu ile Prof. Hasan Köni ve Prof. Aydın Taner’le birlikte 8-10 târihçinin adı geçiyor.

Her biri 1-8 sayfalık bölümlerde tanıtılan târihçiler: İsmail Hakkı Uzunçarşılı (1889-1976), Abdulkadir İnan (1889-1976), Zeki Velidi Togan (1890-1970), Mükrimin Halil Yinanç (1898-1961), Cavit Baysun (1899-1968), Besim Darkot 1901-1990), Ziyâeddin Fahri Fmdıkoğlu (1701-1974), Ömer Lutfi Barkan (1902-1979), Akdes Nimet Kurat (1902-1971), Orhan Şâik Gökyay (1902-1994),  Hüseyin Nihal Atsız (1905-1976), Enver Ziya Karal (1906-1982), Cemal Tukin (1907-1977), Ahmet Cevat Eren (1910-1976), Ekrem Akurgal (1911-2002),  Ahmet Temir (1912-2003),  Murat Şükrü Elçin (1902-2008),  Midhat Sertoğlu (1913-1995), İbrahim Kafesoğlu (1911-1984)-, İbrâhim Artuk (1914-1993), Emel Esin (1914-1987), Halil İnalcık (1916-2016), Mehmet Altay Köymen (1916-1993), Baymirza Hayıt (1917-2006), M. Fahreddin Kırzıoğlu (1918-2005), Polat Turfanî (1916-1970), Ercümend Kuran (1920-2009), M. Kaya Bilgegil (1921-1987), Türükoğlu M. Cevdet Gökalp (1922-1994), Bahaeddin Ögel (1924-1989), Hüseyin Gazi Yurdaydın (1923-1999), Faruk Sümer (1924-1996), Nejat Göyünç (1925-2001), Şerafettin Turan (1925-2015), Bozkurt Güvenç (1926-2018), Abdurahman Çaycı (1927-2015),  Cengiz Orhonlu (1927-1976), Talat Tekin (1927-2015), Ali Sevim (1916-2013), Orhan Koloğlu (1929-2020), Mestan Yapıcı (1926-2094), Muzaffer Arıkan (1928-2019), Muammer Kemal Özergin (1930-1986), Yuluğ Tekin Kurat (1931-2001), Nejat Kaymaz (1931-2021), Mustafa K. Kafalı (1934-2019), Yaşar Yücel (1934-2017), Yılmaz Önge (1935-1992), Mehmet Çavuşoğlu (1937-1987), Hakkı Dursun Yıldız (1938-1994), Işın Demirkent (1938-2005, Mahmut H. Şâkiroğlu (1939-2013), Ali Haydar Bayat (1941-2006), Attila Çetin (1942-2015), Turgut Günay (1942-1957), Enver Konukçu (1942-2022), Hayranî Kodaman (1942-2021), Zafer Toprak (1946-2023), Melek Delilbaşı (1947-2022), Ali İhsan Gencer (1947-2008), M. Cihat Özönder (1947-2007), Afif Erzen (1913-2000), Nejat Diyarbakırlı (1928-2017) ve … Mustafa Oral’ın gözlemleriyle… Ankara’nın Bir Kısım Târihçileri…

 ‘Yabancı Dostlarım’ başlığı altında: İrene Melikof (1917-2009), İldiko Eczedy (1938-2004), Masao Mori (1921-1996), Keit Hopwood (1960-2006), Dimitri Vasiliev 1946-2022).

***

Hocaların Hocası’ olarak anılan Ord. Prof. Dr. Zeki Velidî Togan hakkında yazılan ve diğerlerine göre uzunca olan metin, (kısaltılmış olsa bile) kitaptaki diğer yazılar hakkında en mükemmel örnektir:

Zeki Velidi Togan:

1960 sonrasında onu ilk dersinde görmüştüm. Ayrıca 1960 senesinin güz ayları olmalı. 1998-9’lu yıllarda Edirne Üniversitesi’nden bir doçentin, onun bir Sovyet casusu olduğu yolundaki sözler söylediği kulağıma eriştirildi. Yıllar sonra bir Edirne’ye gittiğimde o kişiye bunu sordum; şaşırdı ve ‘ağzımdan çıkmayan böylesine bir sözü neye taşırlar bilemem’ dedi ve böyle bir düşüncesi ve kanaati olmadığını tekrar tekrar belirtti. Günay Kut’un (2004 sonlarında) anlattığı iki hususu ekleyeceğim. Günay Hanım’ın hocası Fahir İz, Zeki Velidi Hoca’mla çok iyiler idi. Çünkü ikisi de dünya ölçüsünde bilim insanları idi. Bir ara Zeki Velidi, genç araştırıcı Günay Hanım’a tavsiye etmiş. ‘Aman kızım dikkatli ol. Bazen bir ek bile çok önemlidir. Mesela Kazak şairlerinden birisi için Pertev ‘öldü’ demiş. Hâlbuki o ‘öldürüldü’. Demek ki -dürül- eki önemlidir.’

10 Aralık 1890 târihinde bugün Rusya Federasyonu’na bağlı Başkurt Muhtar Cumhuriyeti’nde Küzen avulu köyünde Ahmedşah ile Ümmülhayat’m evladı olarak dünyaya geldi. Babası köyünde bir küçük medrese sahibi idi. Dayısı Habib Neccar’ın ise komşu Ütek köyünde daha geniş bir medresesi vardı. Doğu kültürüne hâkim olan çevreden gelen, annesi Farsça da bilmekte idi, Zeki Velidi, Türkistan sahası ile kültür ilişkileri bulunan ailesi dolayısıyla Arapçayı babasından, Farsçayı da annesinden küçük yaşlardan itibaren öğrenmeye başlamış idi.

Zeki Velidi, klasik eğitimini köyünde ve Ütek’teki medresede yaptı. Sonrasında babası kendisini evlendirmek ve köyünde yerine geçirmek istiyordu. Fakat Zeki Velidi’yi köy ortamı tatmin etmiyor, ‘uzaklar’da tahsiline devam etmek istiyordu. Bu amaçla köyünden kaçtı. Kazan’da eğitimine devam etti. Bu sırada Rusça da öğrendikten sonra Kazan’daki Rus müsteşrikleri (doğu araştırıcıları) ortamına da girdi.

Zeki Velidi 1911 sonlarında, öğretim kadrosuna girdiği Kazan’daki Osmaniye Medresesi’nde okutulmak üzere, atalarından gelen târihî eğilimlerin de etkisiyle bir târih kitabı yazdı: Türk ve Tatar Târihi, 1912 târihini taşır. Böylece Zeki Velidi, bir târih kitabı da olan araştırıcı bir kimse olarak hem Kazan’da, hem de Osmanlı ülkesinde kendisini gösterdi. Bu eseri târihçiler ve özellikle Rus doğu-bilimcileri arasında tanınmasını sağladı.

Zeki Velidi, daha yirmili yaşlarında iken ilim hayatına girdi. Kazan Üniversitesi’yle temasları sonrasında Türkistan’a ilmî araştırmalar yapmak, yeni yazma eserler bulmak üzere gönderildi. Cihan Harbi patlak verdiğinde, Rusça başta olmak üzere imtihanlarını vererek öğretmen olunca askerlikten muaf oldu. Bu işte W. Barthold’un yardım ve desteğini gördü. Bu arada Zeki Velidi, Rus Meclisi (Duma)’daki Müslüman üyelere yardımcı olacak Moskova’daki büroya seçilerek oraya gitmiş bulunuyordu.

1917 Şubat İhtilali Zeki Velidi’yi Moskova’da buldu; Rusya’daki yeni siyasi ortam sebebiyle Türkler açısından çok faal bir siyasetin içine girdi. Çünkü Rusya sâhasındaki Türk boyları için güzel bir imkân açılmış gibiydi. Fakat bu Türk boyları arasında önderlik çekişmeleri de vardı. Zeki Velidi, mensubu olduğu Başkurtların kaderini İç Asya’daki büyük Türk kitlesi (Kazaklar, Türkmenler, Özbekler ve Kırgızlarla) birlikte arıyordu. Oysa Başkurtların Batısında Kazan dolaylarında da önemli bir Türk kitlesi vardı.

1917 Ekim/Kasım ihtilali sonrasında ise durum daha da karıştı. Rusya’nın birliğini korumak isteyenlerin yanında Türk boylarının bağımsızlık istekleri de vardı. Beyaz Ruslar, Rus birliğini savunduklarından Zeki Velidi, o sıralarda uygun görünen Lenin-Stalin’e yanaştı. Başkurtların idaresi bir süre böylece devam etti. Ancak onların Rusya birliği için ötekilerden farkı olmadığını anlayınca Zeki Velidi, Türkistan’a çekildi. Orada Basmacıların arasında Türkistan bağımsızlığı için savaştı. Çünkü böylece Başkurtlar da büyük Türkistan’ın batı ucunda yer alabilecekti.

Enver Paşa ve öteki Türkiye Türklerinin de katıldığı bu çabalar sonuç vermeyince Zeki Velidi, bu sıralarda hep yanında olan Abdulkadir İnan ile birlikte 1923’te önce İran’a, oradan Afganistan’a geçti. İran’da, Meşhed Kütüphanesi’nde bulduğu İbn Fadlan Risalesi’ni değerlendirip yayınlamak istiyordu. Zeki Velidi’nin aklı daha çok ilim hayatında olduğundan buralarda en çok kitaplıkları inceledi. Türkiye’ye girmeleri mesele olunca Avrupa’ya geçtiler. 1923-24 yıllarında Avrupa’da hem ilim hem de siyâset alanında temaslarda bulundular.

1925 senesinde devrin Maarif Vekili (Millî Eğitim Bakanı) Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey’in dâveti ile Türkiye’ye geldi. 3 Haziran 1341 = 1925’te TC vatandaşı oldu. Nüfus cüzdanını cebine koyalarak Gazi M. Kemal Paşa’yı ziyâret etti. Ankara’daki ilk görevi Tâlim ve Terbiye Dâiresi üyeliği idi.

Zeki Velidi, İstanbul kitaplıklarını ziyâret edip, oradaki yazma eserleri inceledi. Türk târih ve medeniyeti hakkındaki bâkir bilgileri araştırmak istiyordu. Onun bu isteğini Atatürk de uygun karşıladı. İstanbul Darülfünunu, Edebiyat Fakültesi’ne Türk târihi muallimi olarak tâyin edildi. Onun İstanbul Üniversitesi’nde, o zamana kadar mevcut olmayan bir alanda, Türk târihi alanında devrin deyimi ile ‘muallim’, yani profesör olması Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni ‘Türk’ merkezli durumunun da bir göstergesidir. Zeki Velidi, İstanbul Darülfünunu, yâni üniversitesinde dersler veriyor, yayınlar yapıyordu.

Atatürk’ün, bazı dünya ilim adamlannca sonradan geldiler diye Anadolu üzerinde hak sâhibi sayılmayan,Türklerin, Yunanlılardan önce de bu topraklarda başka insanların yaşadığı, onların pekâlâ Türklerin atası olabileceklerine dâir bir düşüncesi vardı. Bu düşünce eğer gerçekleşirse Türk’e Anadolu’da yabancı diyenlerin de burada yabancı oldukları gösterilecekti. Bu amaçla İç Asya’da bir deniz ve etrafında parlak bir hayat olduğu, denizin kurumasıyla o canlı hayatın bittiği ve MÖ 5.000-3.000’lerde oradan insanların dağılıp bazı yörelere bir medeniyet götürdükleri gerçek olamaz mıydı? Bir kısım Türk araştırıcıları ve târihçileri buna olabilir derken, Zeki Velidi, Türkistan’ın kurumakta olan bir diyar olmadığı düşüncesiyle tarihî kaynaklarda bunun izlerinin görülmediğini ileri sürdü. 1932’deki Türk Târih Kongresi’nde kendisinin ilmî ve fikrî görüşleri oldukça sert eleştirilere uğradı.

Zeki Velidi bu durum karşısında zâten doktora kurlarının kayıtlı olduğu Viyana’ya giderek orada doktorasını tamamladı. 1935’te İbn Fadlan üzerindeki çalışması ile ‘Dr.’ oldu. Avusturya ve Almanya üniversitelerinde ders okuttu; TC vatandaşı olduğundan soyadı olarak da Togan’ı seçti. Cihan Harbi’nin yaklaşması üzerine Türkiye’ye, üniversitedeki görevine dönmek isteği 1939’da gerçekleşti. Devrin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Genel Kurmay Başkanı (Mareşal Fevzi Çakmak) ve Millî Eğitim Bakanı (Haşan Ali Yücel)’in destekleriyle yeniden ilmî araştırmalarına büyük bir hızla devam etti. Yeni eserler kaleme aldı: Ali Şir Nevâi gibi…

Fakat 1944 Mayıs’ındaki iç-siyaset etkili Irkçılık Turancılık iddiasında baş sorumlulardan olarak tutuklandı. Askerî Yargıtay’ın bozma kararı üzerine yeniden yargılandı ve beraat etti. Ancak üniversitedeki görevine 1948’de dönebildi.

Zeki Velidi, bu târihten vefatına kadar İstanbul Üniversitesi’nde eğitim-öğretimle meşgul oldu. 1951’de Müsteşrikler (Orientalistler) Kongresi Başkanı olarak, ilmî hayatındaki itibarın zirvesindedir. Bu büyük milletlerarası ilim hareketinin başkanlığını da başarıyla gerçekleştirdi. Bunda o sırada dış ışileri bakanı olarak görev yapan arkadaşı, diğer büyük Türk bilgini Fuat Köprülü’nün de büyük payı olmalıdır.

1964 ve asıl 1966 sonrasında Türk Kültürü El-Kitabı çıkarmak faaliyetinin içindedir. Türk’ün kültür varlığını, dünyânın en yetkili bilginlerinin kaleminden yazıp İngilizce olarak çıkacak bu eserle meşgul oldu. Hazırlıklarını epeyce ilerletti ve bir kısım yayınlar da yaptı.

26 Temmuz 1970’te vefat etti, iki gün sonra Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Benim, hocalarımın arasında muhakkak ki en iyi bildiğim ve tanıdığım bilginlerden birisidir. Nasıl bilemem, kendisine erken bir zamandan beri (1956) hayranlık duyuyordum, 1960’da kendisini görmüş, fakat ancak 1963 sonrasında talebesi olmuştum. 1964’ten itibaren o da beni, Tuncer Baykara’yı tanıdı; yıldızımız öylesine barıştı ki bu tanışıklık ve yakınlık, âdeta bir baba-oğul gibi vefatına kadar devam edip gitti.

Hocamın üzerimdeki emeğini, hayatı hakkında bir kitap yazarak da ödemek istemişimdir.

*1930 sonrasında Zeki Velidi’nin inatçı ve uysal olmayan kişiliği sebebiyle Türk târihinin bir askerî ve siyasi devi olan Mustafa Kemal Paşa ile çatışmıştı. 1932’deki Târih Kongresi sırasında yukardan esen akımlara göre fikrini ve vicdanî kanaatlerini terk etmedi. Kongrede, kendisine karşı hiç de hoş olmayan gösteriler de sergilendi. Ve sonrasında o, kendisine saygı ve hayranlık duyulmasına yol açan bir davranış sergileyerek üniversitedeki görevinden istifa edip eğitimini tamamlamak üzere Avrupa’ya gitti. Onun böylesine yiğitçe davranışından etkilenen, dönemin bir başka seçkin ilim adamı Fuat Köprülü ise ‘ne yapayım, Zeki Velidi zâten göçebe, onun evi sırtında; ama benim viran olası hanemde evlad ü iyâlim var’ dediğini naklederler.

* Zeki Velidi Hocam, 1970 Nisan’ında ilk ameliyatı sonrasında iyileşir gibi olduğunda, odanın içinde geziniyordu. Hatta bu sırada sağ-sol sağ-sol diye uygun adımla ve ellerini de bir asker gibi kaldırarak birkaç defa tur atmıştı.

*Zeki Velidi bağımsız fikirler ve görüşlerin sâhibidir. Kaynaklara, yâni bilginin gerçek olduğu yerlere hâkimdir. Bu sebeple o başka meslektaşlarının ve târihçilerin ortaya koyduğu verileri doğrudan kabul etmez. Bütün bilgileri ve eleşteri (=tenkid) süzgecinden geçirir.

Zeki Velidi Togan’ın en önemli mesâisi ve çabası Türk’ün karanlık târihini ve medeniyetini gün ışığına çıkarmak yolunda olmuştur. 1912’deki Türk ve Tatar Târihi’nde bu husus ilk izlerini gösterir; fakat 1964’lerde başlayıp 1970 yılında ölümüne kadar uğraştığı iş; ilmî ölçüde bir Türk Kültürü El-Kitabı’nı yayına hazırlamak çerçevesinde olacaktır.

Bir başka büyük Türk târihçisi Ömer Lutfi Barkan tarafından ‘âlimane bir eser’ diye tanımlanan Umumî Türk Târihine Giriş, Türk târihine toplu bir bakış olarak önemini ve etkisini hâlen de devam ettirmektedir. Çünkü bu eser ile Türk, en eski zamanlarından iyi bilinen 16. yüzyıla kadar olan dönemi içinde bir bütün olarak ele alınmıştır. Gerçi bu eserde, tartışmalı veya Togan’m kendisince önem verdiği dönemlere daha fazla aşırlık verilmiştir. Her ne olursa olsun, bu eser Türk târihini bir bütün olarak ele alan mükemmel bir eserdir.

Bu eser yayınlanınca, öteki Türk târihçileri de kendi Türk târihiyle ilgili kitaplarının basılmasını da etkilemiştir. Hüseyin Namık Orkun’un Türk Târihi kitabı gibi, Sadri Maksudi Arsal aynı zamanda bir târih kitabı da sayılabilecek olan Türk Târihi ve Hukuk adlı eserini 1947’de bastıracaktır.

1950’deki siyâsî iktidar değişikliği günlerinde basılan Târihte Usul, Türk târihçiliğinin metot kitabı ihtiyacını, çok uzun yıllar karşılamıştır. Bugün dâhi Türk târih araştırıcıları için en önemli el-kitabı olarak önemini korumakta, hatta genel Türk târihi alanında yegâne kitap vasfındadır. Onun Türk destanlarına ait çalışmaları Türk târih ve edebiyatında 1930’lardan itibâren etkili olmuştur. Çalışmalarının tam bir neticesini kitap olarak yayınlayamamışsa da hayatının son aylarında Oğuz Destanı’nın Reşideddin’in eserinde yer alan şeklini tamamlamış ve ölümünden sonra talebesi Tuncer Baykara tarafından yayımlanmıştır.

Hayatının son yıllarında yayımladığı Hâtıralar’ı (ilk baskısı 1969, İstanbul, 2. baskı, Ankara 1999) bazı Türk lehçelerine ve Rusça başta olmak üzere yabancı dillere ve kısmen Japoncaya da çevrilmiştir. Bu eserin alt başlığı ‘Türkistan ve Diğer Müslüman Doğu Türklerinin Millî Varlık ve Kültür Mücâdeleleri’ başlığını taşımaktadır. Bu eserde, Rusya sâhasında bir köy çocuğu olarak dünyâya gelen Zeki Velidi, hem siyâset ve ilim alanında dünyânın önde gelen bir şahsiyeti olmasının hikâyesini, kendi ağzından vermektedir. O böylece hem 1917 İhtilali sonrasında Rusya’daki Türklerin kavgaları, hem de Türklüğün kültür meseleleri için ‘kaynak’ eser meydana koymuştur. Zeki Velidi bu eseriyle, artık başkalarının yazdıklarını tâkip eden bir araştırıcı değil, doğrudan kendi gördükleriyle ve bildikleriyle târihe kaynaklık etmektedir.

Sonuç olarak Zeki Velidi Togan, dünya ölçüsünde bir büyük âlimdir; ama o aynı zamanda bir Türk’tür. O haysiyetine düşkün olduğu gibi, öteki milletlerin bilginleriyle de yakın ilişki kurabilen bir insandır. Prof. Kari Jahn, onun hakkındaki bir yazısında, Rusya sâhasında doğup yetişen, Türkistan üzerine araştırmalar yapan geniş ufuklu târihçiler arasında, onu bir kuşağın son ve en genç temsilcisi sayar. W. Barthold (1869-1930), W. Minorski (1877-1966) ve Zeki Velidi Togan.

Kısacası Zeki Velidi Togan, Türklüğün ve aynı zamanda insanlığın gurur duyacağı bir ilim adamıdır.

TUNCERBAYKARA 1940 Denizli’nin Yatağan ilçesinde doğdu, müderris iki dedenin torunu, Denizli Köy Muallim Mektebi 1930 mezunu Asım Baykara’nın oğludur. Köyünde ilkokulu, Niğde, Acıpayam ve Urla’da ortaokulu bitirip İzmir Atatürk Lisesi’nden 1959’da mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde başlayan kimya mühendisliği tahsilinde başarılı olamayınca 1962’de Edebiyat Fakültesi’ne girdi ve orayı bu kitaptaki hocalardan eğitim görüp 1966’da bitirdi. Aynı yıl başlayan doktora eğitimine Zeki Velidi Togan nezdinde başladı. Onun 1970’te vefatından sonra İbrahim Kafesoğlu ile tamamladı. 1967 senesi sonlarında Erzurum Atatürk Üniversitesi mensubu oldu, doktorasını tamamlamak üzere İstanbul’da görevlendirilerek 1971 senesi başında Dr. olarak Erzurum’a döndü. 1972-1973 senesinde askerliğini Polatlı ve Burdur’da ifa ederken ‘Cumhuriyetin 50. Yılına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Armağanı’ kitabı için Ankara’ya tâyin. Terhisinden sonra Hacettepe Üniversitesi’ne girdi. Orada Dr. öğretim görevlisi ve Doçent olarak çalıştı. 1987 senesinde YÖK tarafından profesör olarak Ege Üniversitesi’ne gönderildi. 1998-1999 ders yılında Kırgızistan’da Bişkek’teki Türk- Kırgiz Üniversitesi’nde târih bölümünü oluşturdu. İzmir’e dönerek orada çalışmasına devam etti. 2007’de emekliliğini müteakip üç sene kadar (2009-2012) Uşak Üniversitesi’nde rektör olan talebesine destek olarak görev yaptı. 1985 yılında Türk Târih Kurumu azası olmuştu. Hâlen kurumun şeref üyelerinden biridir. İstanbul’da doktora talebeliğinin geçtiği, Küçükyalı’da Zeki Velidi Yurdu’nda, onun adını taşıyan evin bir dâiresinde oturmaktadır. Çeşitli zamanlardaki hayat hikâyeleri yanında, 2004 yılında ‘Ben Kendim’ adını taşıyan kitabı vardır. Çeşitli konulardaki eserlerinin sayısı kitap olarak 50, makale vs. olarak 500’e yaklaşmıştır. En son durum iki sâdık profesör talebesi Nahide ve Sabahattin Şimşir’in kaleme aldıkları Tuncer Baykara, İstanbul, 2021, Post Yayınları kitabına yansımıştır.        
Önceki İçerikMuaviye’nin Yezid’e Öğütleri
Sonraki İçerikDevlet Bilinci
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.