Cumhuriyet

51

 

Halkın, doğrudan veya seçtiği temsilciler vâsıtasıyla hâkimiyet ve egemenliği elinde tuttuğu idâre tarzına Cumhûriyet denir.

Cumhûriyet kelimesi, Arapça halk anlamına gelen “cumhûr”a dayanır. Cumhurî / Cumhûriyet, cumhûra yâni halka âit demektir.

Nitekim Lâtince respublica (res “şey,olay, olgu” ve publica “halk, kamu”) kelimesi de devletin kamu malı olduğunu, en yüksek emir verme yetkisinin de kamuya âit bulunduğunu ifâde eder.

Dolayısıyla “Cumhûrî Devlet” veyâ “Cumhûriyet” egemenliğin halka âit olduğu hükûmet şekli demektir. Günümüzde dar anlamda “Cumhûriyet” kavramı devlet başkanının belirli bir süre için, doğrudan veyâ dolaylı olarak halk tarafından seçilmesine dayanan hükûmet biçimini gösterir. (Ana Britannica, İstanbul-1987, c.6, s.251 Cumhûriyet maddesi.)

Aristo, Cumhûriyeti “Umûmun menfaatini gözeten halk idâresi” şeklinde ta’rîf etmiş. (Yeni Rehber Ansiklopedisi, C. 5 İstanbul-1993  s. 5 Cumhûriyet maddesi.)

Montesquieu, Eski Yunan filozofu Aristoteles (Aristo)’nun Cumhûriyet’i tanımladığı “Devleti, kamunun çıkarını gözeterek, halk yönetirse, ona Cumhûriyet denir.” fikrini işleyip geliştirmiştir.

Bu görüşünü şöyle belirtiyor:

“Yasama, Yürütme ve Yargı kuvvetleri tek kişide, ya da kurulda toplanırsa, adı ‘Cumhûriyet’ bile olsa, organları seçimle bile gelse, o rejim, halk yönetimi niteliğini taşımaz.”

Öyleyse, Cumhûriyet, öyle bir devlet şeklidir ki; onda üç ayrı kuvvet, ayrı ayrı birbirine karşı bağımsız ve birbiriyle dengeli bir  denetleme temeline göre kurulmuş olmalı: Devletin başında da, belirli bir süre için, seçimle gelen bir başkan bulunmalı. (Yeni Hayât Ansiklopedisi, C. 2  -Tarihsiz-  s. 854 – 855, Cumhûriyet maddesi.)

Ayrıca Demokrasi ve Cumhûriyet kavramları da birbirine karıştırılmamalıdır.

Cumhûriyet bir şekli, Demokrasi ise muhtevâyı / içeriği ifâde eder.

Çünkü, İngiltere’deki gibi, Monarşik bir yönetimin Demokratik olabilmesine karşılık, Cumhûriyet yönetimi de Anti-Demokratik olabilir. (Bir zamânlar Rusya ve Doğu Bloku Devletleri’nde olduğu gibi.) (Ana Britannica, İstanbul – 1987, C. 6, s. 251 Cumhûriyet maddesi.)

J. J. Roussea’ya göre, “Yönetim biçimi ne olursa olsun, yasalarla yönetilen her devlet Cumhûriyet’tir. Çünkü kamu yararı ancak o zamân egemen olur ve kamu işleri ancak o zamân önem kazanır. Her yasal hükümet, Cumhûriyetçidir.” (Toplum sözleşmesi  -Du contrat social-  2, 6) (Büyük Larousse, 4. Cilt  İstanbul – 1986, s. 2505 Cumhûriyet maddesi)

Cumhûriyet Rejimi, Yürütme ve Yargı hakkıyla yetkisinin kaynağının halkta olduğu inancına dayanan bir rejimdir.

Bu inanç yitirildiği, ya da bir yana itildiği gün, Montesquieu’nun belirttiği gibi, devletin adı ne olursa olsun, Cumhûriyet bir cesetten ibâret kalır.

Bir Cumhûriyet Yönetimi, gerçek anlamıyla Demokrasi değildir. Çünkü Demokrasi, doğrudan doğruya ülke halkının, bir araya gelip kaanûnlar yapması, bu kaanûnları uygulayacak kimseleri seçmesi demektir.

Oysa ülkelerdeki nüfûs çokluğu, gerçek ve saf Demokrasi’nin uygulanmasına hiçbir zamân imkân vermez.

Bu bakımdan da, vatandaşların büyük çoğunluğunun oyuyla bir Meclis veya Meclisler seçilir. Bu Meclis ülkeyi  yönetir.

474

Bu tür Cumhûriyetler, saf Demokrasi’ye en yakın yönetim tarzıdır denebilir.

Vatandaşa Hürriyet / Özgürlük ve eşitlik getiren gerçek Cumhûriyetlere, Batı’da ancak XVIII. Yüzyılın ikinci yarısından sonra rastlanmıştır.

Bu gerçek Cumhûriyetlere; Amerika Birleşik Devletleri Özgürlük Savaşı ile Fransız Büyük Devrimi imkân hazırlamıştır.

XIX. Yüzyıl: Cumhûriyet Yönetimi’nin, bir devlet yönetim şekli olarak Avrupa’da  ve Amerika’da belirmesi, gelişmesi ve yerleşebilmesi için girişilen pek çetin ve kanlı savaşlarla dolu geçmiştir. (Yeni Hayât Ansiklopedisi, C. 2 -tarihsiz-  s. 854 – 855, Cumhûriyet maddesi.)

Cumhûriyet ilk olarak ABD’de 4 Temmuz 1776’da, Fransa’da ise 1789’da ilân edilmiştir. (Yeni Rehber Ansiklopedisi, C. 5 İstanbul – 1993 s. 5, Cumhûriyet maddesi.)

Fakat, Cumhûriyet adı altında, çok zaman şaşırtıcı uygulamalarla da karşılaşılmıştır.

Nitekim, Cumhûriyet’in bilginlere ihtiyâcı yok (la Republique n’a pas besoin de savants) sözü, (ne yazık ki) Fransız Devrimi sırasında, Devrim Mahkemesi Başkanı’nın, kimyacı Lavoisier’ye verdiği cevâptır. Önemli deneylerini bitirmek için süre isteyen Lavoisier, 8 Mayıs 1794’te ölüme mahkûm edilmiş, aynı gün giyotinde cân vermiştir. (Büyük Larousse, 4. C, İstanbul – 1986, s. 2505, Cumhûriyet maddesi.)

Hâlbuki bundan asırlarca evvel Hz. Peygamber’den sonra iş başına gelen Dört Halîfe, hem Halîfe hem Reis-i Cumhûr idiler. Hz. Ebu Bekir; Sahâbeye elbette Reis-i Cumhûr hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakîkî adâleti  ve inanç dâiresindeki Hürriyeti taşıyan Dindâr Cumhûriyet’in başı idiler.

Velhâsıl Cumhûriyet’in kökeni, İnsânlık Târihi kadar eskidir. İslâmiyet’in zuhûrundan sonra, iki büyük mecrâda günümüze doğru yol almıştır. İslâm Âlemi’nde ve İslâm Âlemi dışında.

Cumhûriyet, İslâm Âlemi’nde müşahhas / somut olarak Hulefâ-yı Râşidîn yâni Dört Büyük Halîfe: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali ile kendini göstermiş. Batı’da ise tâ XVIII. Yüzyılın sonlarında Fransız Büyük İhtilâli’yle yine somut olarak, su yüzüne çıkmıştır.

İslâm Âlemi’ndeki ortaya çıkış ise, Hz. Muâviye devrinde maslahat îcâbı / mukteza-yı hâle binaen yâni zaman ve zemînin gerektirdiği biçimde şeklen saltanata dönüşmüş. Fakat rûhen bütün İslâm Âlemi’ndeki bütün devletlerde yaşamıştır.

Yine İslâm Âlemi’nde somut olarak Osmanlı Devleti’nde görünmeye  başlamış, bir bakıma Tanzîmat, I. ve II. Meşrûtiyet’ten Cumhûriyet’e  adım adım yaklaşması sağlanmıştır.

Nihâyet, tâ işin başından beri yâni Millî Mücâdele safhasında henüz İstiklâl Harbi netîcelenmeden, Erzurum Kongresi öncesinden beri, Mustafa Kemâl’in kafasında taşıdığı “Cumhûriyet” fikri, savaştan sonra gerçekleşmiştir.

Hattâ Cumhûriyet düşüncesi, M. Kemâl’de daha da eskilere gider. Nitekim Millî Mücâdele’ye Meclis’le başlaması, Ankara’da beynelislâm / İslâmlar arası bir toplantı yapmak istemesi bunun göstergeleridir.

Batı’da ise bu, 1789 Fransız İhtilâli ile gündeme gelmiş safha safha gelişerek, bugünkü hâlini almış. Hâlen de, tam mânâsıyla gerçekleşmesi için yol almaktadır.

 

475 – 479

 

 

Önceki İçerikCumhuriyet Örgütü!..
Sonraki İçerikKocaeli Aydınlar Ocağı’na Teşekkürlerimiz
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.