Türkiye’de ana muhalefet partisi (aslında son yerel seçimlerin birinci partisi) CHP uzunca bir süredir darboğaza sıkışmış durumda.
İktidarın denetimindeki yargının sopası ile fena dayak yiyor. 18/19 Mart 2025 tarihinden bu yana başta İBB Başkanı ve partinin CB adayı Ekrem İmamoğlu olmak üzere onlarca belediye başkanı ve üst düzey yöneticileri tutuklandı. Yetmedi, şimdi de İstanbul İl Başkanlığı yönetimi görevden alındı. Asliye Hukuk Mahkemesinin aldığı bu karar, yalnızca bir teşkilat yönetimine müdahale değil; aynı zamanda “CHP Kurultayının da iptal edilebileceğinin” bir işareti.
Bunlara rağmen, CHP, Meclis’te kurulan “Terörsüz Türkiye Komisyonu”nda kalmaya devam ediyor. Oysa bu Komisyon, AKP, MHP, DEM ve HÜDAPAR’ın aynı masada buluştuğu, dolaylı olarak Öcalan’la müzakereyi meşrulaştıran bir platform.
CHP’nin bu komisyonda bulunması, Öcalan’ı devletle eşit şartlarda müzakere eden siyasi bir figür yapma sürecine meşruiyet kazandırması anlamına geliyor.
Güya bu komisyon Türkiye’nin “daha demokratik” hale gelmesi için çalışıyormuş.
Hukuksuzlukların hedefi olmuş bir partinin, yargı sopasıyla kendini döven aynı iktidarla “demokratik Türkiye inşası” umuduyla masaya oturması, başlı başına bir çelişki.
****
Türkiye’nin önündeki en büyük tehlike, üç farklı hattın devletimizin milli ve üniter yapısını aşındırıcı bir noktada kesişmesidir. Yani PKK/DEM’in etnik talepleri, siyasal İslamcıların milli devlete karşı ümmetçi bakış açısı ve ABD’nin bölgesel projelerinin kesişmesini kastediyorum.
MHP’nin bu sürece dahil edilmesi veBahçeli’nin ‘umut hakkı’ ve teröristbaşı yerine ‘örgütün kurucu önderi’ söylemleri riski çok büyütmüştür.
CHP ise bu tabloda üçüncü yol arıyor ama bıçak sırtında yürüyor: Kürt seçmene umut verirken milliyetçi/ ulusalcı tabanı ürkütmemek istiyor.
TBMM’de Öcalan ve PKK ile müzakereye karşı en doğru ve en net duruşu İYİ Parti gösteriyor. Bu yüzden “ihanet sürecine” karşı ve komisyona üye vermedi.
**********************************
CHP’nin Hesapları ve Tehlikeli Yakınlaşma
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Komisyon’dan ayrılma fikrine sıcak bakmıyor. Bunun arkasında birkaç hesap var:
“Masadan kalkarsak çözüm karşıtı görünürüz.” “DEM tabanıyla bağımız kopar.” “Uluslararası aktörlere (ABD, İngiltere, İsrail’e) ‘biz de demokratik çözümden yanayız’ mesajı vermeliyiz.”
Bu düşünce tarzı, Atatürk’ün partisine yakışmaz. Atatürk’ün çizgisi, dış güçlerden destek beklemek değil, millete dayanarak siyaset yapmaktı.
Yeni CHP’nin iktidar olmak için DEM’den ve başka devletlerden destek alma stratejisi içeride ters tepebilir. Çünkü CHP’nin asıl omurgası, ulusalcı ve Atatürkçü tabandır.
Ayrıca CHP’nin, DEM kitlesinin desteğini alsa dahi milliyetçi sağ seçmenin desteğini almadan iktidar olması ve Cumhurbaşkanı seçtirmesi mümkün değildir.
Ancak DEM seçmeni destek vermese bile, CHP Mansur Yavaş gibi bir adayla, Milliyetçi seçmenin desteğini alabilir, Cumhurbaşkanı seçtirebilir ve seçim iş birliği ile iktidar olabilir.
CHP’nin ulusalcı çoğunluğu, partinin Öcalan’ın adının geçtiği bir süreçte yer almasını kabul etmeyecektir. Bu taban, Lozan’ı bir türlü kabullenemeyen Batı’nın “demokratik çözümden” kastının Türkiye’nin bölünmesi ve Sevr şartlarının hortlatılması olduğunu anlayacak bilinçtedir. Bu kitle CHP’nin masadaki varlığının, Öcalan’la müzakere sürecine meşruiyet kattığını görüyor.
Köksüz ve kimliksiz bir görüntü partiyi eritir.Unutulmasın 1991’de SHP–HEP ittifakı, ulusalcı seçmenin tepkisiyle partiyi eritmişti.
2019’da DEM’in örtülü desteğiyle kazanılan büyükşehirler, “mesafeli iş birliği” sayesinde tepkiye yol açmamıştı. “Kent uzlaşısı” adı altında yapılan iş birliği içinde Öcalan, özerklik, ikinci resmi dil, teröristlere af gibi konuları içermiyordu. Bugün CHP’nin attığı adımlar ise 1991’deki hatadan daha vahimini yaptığı algısı yaratıyor.
Dış güçlerden “CHP masada kalarak destek alacak” beklentisi de aldatıcıdır. ABD ve İngiltere gibi devletler kendi bölgesel planları açısından “Kürt meselesinde demokratikleşme” söylemini önemsiyor. Ama bu, kendi çıkarları için Türkiye’yi parçalamayı amaçlayan bir yaklaşım. CHP bu hesaba fazla yaslanırsa, içeride “dış güçlerin ajandasına göre hareket eden bir maşa” olarak görülecektir.
Üstelik CHP’nin komisyon üyeleri içinde Sezgin Tanrıkulu ve Türkan Elçi gibi PKK/Öcalan çizgisine yakın politikacıların olması CHP’nin gerçek tabanını endişelendirmektedir.
**********************************
İki Yol Ayrımında CHP
CHP’nin önünde iki yol var: Ya hukuksuzlukları yapan iktidarla aynı masada “demokratikleşme” oyunu oynayacak,” ihanet sürecinin” bir parçası olacak. Ya da Atatürk’ün partisi olmaya yakışan bir tavırla “bu şartlarda demokrasi inşa edilemez” diyerek Komisyon’dan çekilecek.
İlki kısa vadede uluslararası aktörlerin hoşuna gidebilir. Ama CHP’yi iktidara taşımadığı gibi bu tercihi tarihe utanç sayfası olarak geçer. İkincisi ise CHP’nin kendi tabanına güven veren, uzun vadede daha sağlam bir çizgidir.
Unutulmamalı: CHP’yi ayakta tutan esas güç, Atatürk’ün kurduğu parti kimliği ve bunun etrafında şekillenen ulusalcı-milliyetçi kitledir. Bu kitleye güven vermeyen bir CHP’nin, DEM tabanından alacağı oylar da onu iktidara taşıyamaz.
Etik ve politik açıdan doğru olan, CHP’nin kendi tabanına dönük net bir mesaj vermesidir:
“Biz hukuksuzluk yapan iktidarın oyununa meşruiyet kazandırmayız. Demokrasi mücadelesini iktidarla değil, halkla birlikte veririz” demesi gerekir.
CHP, gerçek gücü halkın örgütlü iradesinde aramalı, iktidarın oyun masalarında değil.
CHP, iktidarın yargı sopasına maruz kalmaya devam ederken, aynı iktidarla “demokratik Türkiye inşası” oyununda figüranlık yapmanın anlamsızlığını görmelidir.
Gerçek çıkış yolu; ne ABD’nin planlarına teslim olmakta ne siyasal İslamcıların Cumhuriyet ve milli devlet karşıtı söylemlerinde, ne de PKK/DEM’in özerklik taleplerinde. Çıkış; Atatürk’ün çizdiği yolda milli, üniter ve demokratik bir hukuk devletine kararlılıkla sahip çıkmaktır.
Aksi halde Türkiye Lübnanlaşan veya Suriyeleşen bir ülke olur. Tarih ve Türk Milleti buna sebep olanları affetmez.