Geçen hafta Aydınlar Ocağımızın “Nasıl Bir Anayasa?” konulu bir açık oturumu vardı. Çok istifadeli geçen bu açık oturum, Atatürk’ün 69. ölüm yıldönümüne isabet etmişti. Milli Mücadelenin muzaffer komutanı, Cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk’ü saygı ve rahmetle andık. Bu gibi günlerde iyi bir durum muhakemesi yapmak ve nereden nereye geldiğimizi, daha doğrusu getirildiğimizi görmek durumundayız. Çok zor şartlar altında istilacıya yaltaklanmak anlamına gelen mandacılığı, teslimiyetçiliği yırtıp parçalayarak Milli Mücadele ile Cumhuriyete geçtik. Bu bakımdan Cumhuriyet, Milli Mücadelenin tacıdır. Türk Milleti bir bütün olarak Batılı emperyalistlere direnmişti. Milli Mücadele her şeyden evvel ne bir sınıf hareketi; ne de etnik öncelikli bir harekettir. İki-üç ayrı devlet ve millet kurmak için de yapılmamıştır. Bu milli hareket Batılı emperyalistleri kovarken; yüzünü Doğuya çevirip Sovyet modeli sözde bir halk Cumhuriyeti kurmayacak kadar da şuurlu ve köklü bir harekettir. Bugün biz Milli Mücadeleyi gerçekleştiren başta büyük Atatürk olmak üzere; isimsiz binlerce şehit ve gaziye layık nesiller olamamanın üzüntüsünü duyuyoruz. Türkiye, bilhassa son senelerde nereden nereye getirildi? Cumhuriyeti, milli devleti ve milli kimliği tartıştırılan, açık arttırmaya çıkarılmış bir coğrafya gibi yeni emperyalizmin önüne sürüldü. Eline bir AB oyuncağı verildi; oynatılıp duruyor. Gelip geçen iktidarlar devlet politikası diye ona sarılıyorlar ve her geçen gün Türkiye’nin aleyhine işliyor.
Toplantının konusu; “Anayasada neler olmalı, neler olmamalı” üzerine idi. Sözde taslak diye ülke gündemine sürülen Türkiye için değil; ama dışarısı için yararlı olabilecek bu taslak, iktidarca tayin edilen bir heyete hazırlatılmıştı. Dışarının çıkarlarına hizmet edecek bundan daha iyi bir taslak hazırlanamaz. Ancak, nedense gerek siyasi iktidar, gerek her konuda Türkiye karşıtı olan malûm çevreler bu taslağı sahiplenmekten uzaklaştılar. Taslak, cami avlusuna bırakılmış sahipsiz bir çocuk gibi oldu.
Anayasalar milletlerarası ve özellikle milletüstü belgeler değillerdir. Uluslararası metinlerden faydalanılabilir. Ancak, anayasa o ülkenin gerçeklerine ve ihtiyaçlarına, milli devletin kuruluş anlayışına göre şekillenir. Her konu anayasaya tıkıştırılmaz. Mevcut taslakta böyle bir şişkinlik dikkati çekmektedir. Daha da önemlisi; bu taslak Atatürksüz Türkiye, Türksüz Anadolu özlemini dile getirmektedir. Dışarıdan dayatılan ve tasdik bekleyen, ısmarlama, milli devletsiz, milletsiz ve milli kimliksiz aşırı liberal bir taslak hazırlatılmıştır. Demek ki; bunu hazırlatanlar, ülkeyi yönetenler de bu çizgidedir. Ciddi birçok Batılı devlet böyle bir taslağın hazırlanmasına ve tartışılmasına fırsat vermez.
Oldukça değiştirilmiş olan 1982 Anayasasını savunma ihtiyacını duymayız. Ancak, bizim savunmaktan vazgeçemeyeceğimiz değerlerimiz; milli ve üniter yapımız, Cumhuriyetimiz ve milli kimliğimizdir. Aslında, ülkemiz referandum ile hem parlamenter sistem, hem de yarı başkanlık şeklindeki bir keşmekeşin içine sürüklenmiştir. Fertler arasındaki farklılıklar yüceltilip din ve ırk farkları yaratılırken, birliktelikler göz ardı edilmektedir. Milliyet unutulmuş, etniklik tartışılır olmuştur. Amaç, ülkenin ufalanmasıdır. Bu anayasayı hazırlayanlar, hazırlattıranlar buna hizmet etmişlerdir. Nedense kimlik konusunda Batıdaki uygulamalar göz ardı edilmektedir. Almanya, Yeni Göç Yasası ile -evlenme de dahil- iyi Almanca bilmeyeni ülkesine sokmamakta; Danimarka, garip ve çirkin “entegrasyon” testleri uygulamaktadır. AİHM’nin son içtihatları arasında “din ve ırk farkının mutlaka anayasalara girmesi ve buna işaret edilmesi” şartından çok; milli seviyedeki birliktelik esas alınmaktadır. İsviçre, federal bir yapıda olmasına rağmen; herkesi İsviçreli görmektedir. Biz ise; anayasalarımızda Türklüğümüzü, milli kimliğimizi vatandaşlık bağıyla sulandırmaktayız. Bazıları bundan bile rahatsız…
Türkiye, çelişkiler ülkesidir. Biz, hava sahamızı açarak Erbil’e, Irak’ın kuzeyine uçak seferlerine izin verdik. Onlar, Erbil’de Türk kabristanını ortadan kaldırıp üstüne bina yapıyorlar. Bunu yapanlar da sözde Müslüman…. Demek ki; bazı durumlarda din kardeşliği de yeterli olmuyor. ABD, İran’a müdahale niyetinde olduğundan şirketlerine ve iş adamlarına “çekilin” diyor. Bizde ise; şirketlerimiz ve iş adamlarımız Barzani’yi güçlendirmekle uğraşıyorlar. Demek ki sorun, aslında Irak’ın kuzeyinde ve terör örgütünde değil; Ankara’nın göbeğindeki siyasi iradesizliktedir.