Carl Gustav Jung’a Göre “Ben” Ve “Biz” (Bizim Külliye Dergisi, 91.Sayı, 2022)

63

Carl Gustav Jung (1875-1961) insanın psikolojik boyutlarını inceleyen
psikanalistlerdendir. Onun “bilinç”,
bilinçaltı”, ve “kolektif bilinç dışı”
gibi insan psikolojisine
kazandırdığı birçok kavram günümüzde çok değerli çalışmalardır. Bu incelemede “Ben” ve “biz” temalarını onun
görüşleri doğrultusunda ele alarak bir yaklaşım sergilenmek istenmiştir.

Jung, İsviçreli bir psikiyatr ve analitik psikolojinin kurucusudur. O
sadece psikiyatr değil, dil, din, mitoloji ve edebiyat alanındaki deneyim ve
bilgileri ile de tanınmaktadır. Jung’a göre “bilinç, yalnız mantıksal ve
zihinsel bir taslak değil aynı zamanda akıl dışı olguyu da içinde
barındırmaktadır” Bilinç normal bir nitelikte olabildiği gibi, nevrotik ve
psikotik özelliklere de sahip olabilir. Jung Psikoterapi Pratiği isimli çalışmasında:  “nevrozlu bilinç tutumunun tabii olmayan bir
şekilde tek yönlü olması, bu yüzden de, bilinçdışının tamamlayıcı ve telafi
edici içerikleriyle dengelenmesidir. Bundan dolayı şu durumda bilinçdışının,
bilincin tek yönlülüğünü düzeltmesi bakımından özel bir önemi vardır, böylece
rüyalardan ortaya çıkarılmış bakış açıları ve önerilerin gözlenmesi zarureti
meydana gelir, çünkü bunların, daha önce kolektif nizamların, yani entelektüel
ve ahlaki yapıda, eskiden kalma görüş, alışkanlık ve peşin hükümlerin bulunduğu
yere geçmesi lazımdır. Ferdi yol, ferdin kendi kanunlarının bilgisine
muhtaçtır, yoksa bilincin keyfi kanaatleri arasında yolunu şaşırıp ferdi
içgüdünün verimli zemininden kopmaktadır” demektedir (Jung, 2015: 21).

Analitik Psikoloji’de
açıklandığı gibi “Avrupalı düşünürlerce Ruhun maddiliğine inanış yavaş yavaş
fizik dünyanın maddiliği inancına dönüşmüştür. Sonunda Avrupa bilimi dört
yüzyıl aradan sonra ruhu, maddeden ve maddeyi ruhtan bütünüyle bağımsız bir
biçimde ele almıştır. Jung ise beyin fizyolojisi ile bilinç arasında bağlantı
kurarak ruhun daha derin boyutlarını bilinçaltı ve kolektif bilinç dışı
yorumlarında açıklamıştır (Jung, 2006: 11). “Ben” ve “Biz” kavramlarını Jung
psikolojine göre ele alırsak; “ben”in bilinç, “biz”in bilinç dışı kavramları
ile örtüştüğü görülmektedir. “Bilinçaltı” kavramı ise ben ve biz arasında bir
“alt ben” özelliği olmaktadır. “Bilinçaltı” fiziksel ya da ruhsal, içgüdülerin
etkileri ile insan beni ile iletişim halindedir. Freud’da “bilinçdışı-zihin”
kavramını, kullanmaktadır. Amerika’da o yıllarda William James “bilinçaltı”nı
araştırmaktadır. Freud bilinç dışını hipnoz deneyimleriyle ortaya koyarken;
Jung bunu kabileler arasında yaptığı kültürel antropoloji ve mitolojik
araştırmaları ile sağlam temeller üzerinde inşa etmeye çalışmıştır. Örneğin: İnsan Ruhuna Yöneliş’te bahsedildiği
gibi Jung “bilincin kafa içerisindeki beyinde yer aldığını söyleyince; Amerika
Pueblo yerlilerinin insanın yüreği ile kimi Afrika kabilelerinin de insanların
karnı ile düşündüklerine inandıkları görmüştür (Jung, 2001:28).

Freud’a göre “bilinçdışı gücünü içgüdüsel dürtülerden almakta ve insan
zihninde önemli bir rol oynamaktadır. Bilinç dışı içeriğinin farkına
varılmaması anlamsızlığından değil, ben’in yıldırıcı nitelikte oluşundandır.
Söz konusu içerik bastırılınca, başka yollarla, ruhsal bozukluklarla, ya da
birtakım karakter özellikleriyle ortaya çıkmaktadır” (Jung, 2006: 12). Ruhu bir
beyin salgısı olarak gören meslektaşlarının ruhsuz bir ruh bilim anlayışına
karşı Jung, ruhun zenginliklerine yönelen bir ruh bilim ortaya koymuştur. O
bilincin (ben) bilinç dışı(biz) ile bağlantısını yeni doğan bebeklere atalarının
adını vererek onların hâlâ yaşadığını inancının gösterilmesi örneği ile
insanların bilinç dışı kavramındaki biz olgusunun somutlaştığını ifade
etmektedir (Jung, 2001: 26).

Toplumsal ve tarihsel güçlere “Derinlikler Psikolojisi”nin ışığını tutmak
gerekmektedir. Ruhsal gerçeği tüm boyutlarıyla vermesi gereken insan; onu,
yalnızca bilince ve “bağlı aklın”(akl-ı
maaş-us) dar çerçevesine kapatmayan, “kurtulmuş
aklın
”(akl-ı maad-öke) dinamik ve olumlu yönleri ile bir bilinçdışı algısı
oluşturulmalıdır. Rüyalar isimli
esere göre Freud “bastırılmış acı verici düşünce kendisini ancak “sembolik”
olarak ifade edebilir. Bu düşünceler bilincin ahlaki içeriğiyle uyumsuz olduğu
için, onun tarafından öne sürülen ve adına sansür denilen psişik bir otorite bu
arzunun bilince şekil değiştirmeden geçmesine engel olur” diye düşünmektedir
(Jung, 2015: 40- 41) Halbuki aynı eserde Jung “bir rüyayı sonuçsallık bakış
açısıyla incelerken, bunu Freud’un nedensellik bakış açısından farklı görür.
Rüyanın nedenlerini inkâr etmez; daha çok rüyayla ilgili toplanan çağrışımsal
malzemeyi daha farklı yorumlar. Malzeme gerçekleri aynı kalır; ama bu
gerçeklerin değerlendirildiği kıstas farklıdır. Soru basitçe şu şekilde formüle
edilebilir: Bu rüyanın amacı nedir? Nasıl bir etki bırakmaya çalışmıştır? Bu
sorular her psişik etkinliğe uygulanabildiklerine göre rast gele sorular
değildirler. “Neden” ve “niçin” soruları her yerde sorulabilir; çünkü her
canlı, amaçsal kasti işlevlerle örülmüştür ve bu örülü ağdaki işlevlerin her
biri farklı yönelimleri olan olgulara ayrılabilir (Jung, 2015: 41).

Eski kültürlerin, ilkellerden başlamak üzere, rüyalar ve yanılsamaları
bilinçaltını anlamada kullanılmıştır. Bilinçaltı, uzantısı doğaüstü varlıklara
varan yücelik algılarımızı düzenler ve ilkel alanda, rüyalar, önemli bilgi
kaynakları olarak kabul edilmiştir (Jung, 2001: 29). Psikoterapi Pratiği’nde ifade edildiği gibi Jung’a göre bilinçaltı,
bilinçdışının tamamlayıcı ve telafi edici içerikleriyle dengelenmesidir. Bundan
dolayı bilinçdışının, bilincin ve onun rüya ve benzeri deneyimlerinin ortaya
çıkan yüzü olan bilinçaltının tek yönlülüğünü düzeltmesi bakımından özel bir
önemi vardır. Böylece rüyalardan ortaya çıkarılmış bakış acıları ve önerilerin
gözlenmesi zarureti meydana gelir, çünkü bunların, daha önce kolektif
nizamların, yani entelektüel ve ahlaki yapıda, eskiden kalma görüş, alışkanlık
ve peşin hükümlerin bulunduğu yere geçmesi lazımdır. Ferdi yol, ferdin kendi
kanunlarının bilgisine muhtaçtır, yoksa bilinç ile bilinçaltının keyfi
kanaatleri arasında yolunu şaşırıp ferdi içgüdünün verimli zemininden kopar
(Jung, 2015: 21). Rüyalardaki imgelerin sembolik dili anlaşılmadığı takdirde
yahut sadece sanal bir yorgunluğun biyokimyasal karmaşası olduğu fark
edilmediği takdirde “ben” (bilinç) bilinçaltının etkisi ile gerçeklikten kopuş
sanrıları yaşayabilmektedir. Jung kolektif bilinç dışı motifleri ile de
bilimsel bir zemin oluşturmaya çalışmıştır. Hatta mitolojilerin evrenselliğini
bilinç dışı kavramıyla irtibatlandıran bir diğer psikanalist Otto Rank’a paralel
çalışmalar yapmıştır. Çünkü kolektif bilinçdışı, evrensel “biz”le irtibatlı
olarak insanlığın ve varlığın ortak paydasını ifade etmektedir. Psikoterapi Pratiği’ne göre Jung’un
düşüncesinde “Bu anlamda deniz muntazaman tüm ruhani hayatın toplanma ve kaynak
yeri, yani adına kolektif bilinçdışı denen şey demektir. Mesela hareketli suyun
anlamı hayatın akışı ve enerji meylidir. Tüm motiflerin altında yatan fikirler
arketipik[1] karakterde belirgin
tasavvurlar, yani insan ruhunun üzerine inşa edilip detay kazandığı sembolik
prototiplerdir (Jung, 2015: 23).

Freud’cu bilinç dışı ile Jung’cu bilinç dışı karıştırılmamalıdır. Çünkü
Freud’cu psikanaliz, ataerkildir: Görev duygusu ve ceza korkusu bilinçdışının
temelini oluşturur. Freud’un “üstben”i erkeksidir. Jung’un Analitik
Psikolojisi’nin temeli ise anaerkildir; hem yutup yok edici hem de koruyucu
kadın imgeleriyle doludur. Jung için “üst ben” o kadar önemli değildir. Jung’un
çocukluğu kırsal bir ortamda, doğaya yakın geçmiştir, Freud’unki gibi, o
sosyetik Viyana havası içinde değildir. Bu somut yaşam, onun soyut ruh yapısını
dengeleyici olmuştur (Jung, 2006: 15). Jung’a göre “bilinçaltının yoğun bir
içeriği vardır ve bu içgüdü bilince çıkarılabilirse, engin bir bilgi artışı
elde edilmektedir. Hayvanlarda, örneğin böceklerde yapılan içgüdü incelemesi,
bu bakımdan çok zengin olduklarını göstermektedir. Böceklerin, bilgilerinin
bilincine vardıklarını söyleyemeyiz bununla beraber sağduyu konusunda içtepisel
duyuların bir o kadar önemli ruhsal işlev
oluşturduğu kuşku götürmemektedir
(Jung, 2001: 29).

Sonuç olarak, insan bilinci (ben), bütün yaşam biçimlerini ve atalarının
kalıtsal özelliklerini kapsamaktadır. Fakat her insanda ruhî bir olgunlaşma ve
ruhun işlevselliğinin önceliği söz konusudur. Bilinçli yaşamda bilinçaltı (alt
ben) sürekli olarak bilince kendini hissettirir. Hatta alt ben’de benin tüm
işlevleri bulunmaktadır. Psikanalitik analizlerde bunun işleyişinden
faydalanır. Jung’a göre “bilinç (ben) yoğunluğuna ve merkezileşmesine göre bir
anlıktır. Bireysel deneyimleri ile hafızasının ve tecrübesinin tanıdığı
fırsatlar oranında vardır. Bilinç dışı ise tek olan Ruh’la bütündür ve
sınırlarına ulaşmak çok zordur. Orada kadın-erkek, doğum-ölüm, insan, hayvan,
bitki ve maden, bilinen-bilinmeyenin sınırları ortadan kalkmıştır”. Ruhî bir
bütünlük içinde “düşünce-duygu” zenginliği bilinç dışı olarak insanlığa
sunulmuş bir emanettir. Dağların heybet ve muhteşemliklerine rağmen
yüklenemediği fakat insan için “bilinç dışı (biz)” kutsal bir sorumluluktur. İnsan “ben”i bu mesuliyet bilinci içinde
sonsuz bir bilinçdışı’nın “biz” denizine Kal-u Bela’dan
(Bezm-i Elest)  beri Hak rüzgârı ile yelken açmış
bulunmaktadır.

Kaynaklar:

Jung, Carl Gustav. (2001). İnsan Ruhuna Yöneliş, Çeviren:
Engin Büyükinal, Say Yayınları, 4. Baskı, İstanbul.

Jung, Carl
Gustav. (2006). Analitik Psikoloji, Çeviren: Ender Gürol, Payel Yayınları,
İkinci Baskı, İstanbul.

Jung, Carl
Gustav. (2015). Rüyalar, Çeviren: Aylin Kayapalı, Pinhan Yayınları, İstanbul.

Jung,Carl
Gustav. (2015). Psikoterapi Pratiği, Çeviren: Sami Türk, Kaknüs Yayınları,
İstanbul.



[1]Kolektif
bilinçaltını oluştururlar. Bireylerin hayatlarına öncülük eder ve ortak
bilinçdışının içinde yer alırlar. Evrensel düşünce biçimleridir. Arketipler,
yüzyıllardır süregelen kuşakların, yaşadığı durumlara verdiği tepkiler ile
insan kültürünü oluşturan yapı taşlarıdır.