Çanakkale’nin Gör Dediği

106

Bu hafta Çanakkale Zaferinin 92. yıldönümünü idrak ettik Başta ulu önderimiz Atatürk olmak üzere silah arkadaşları ve tüm şehitlerimizin ruhları şad olsun!

Özellikle günümüz iç ve dış gündemine dair gelişmeleri ve insanımızın içinde bulunduğu ruh halini gözönüne alırsak, Çanakkale Zaferi gibi vakalara dair tarihimizin nasıl okunması gerektiği çok daha açık biçimde ortaya çıkmaktadır.

Zira Çanakkale Zaferi, hiç şüphesiz sadece askeri manada bir başarı olarak önem kazanmıyor. Çanakkale Zaferi, yokluğa, imkan darlığına rağmen kararlılığın, azmin ve inancın bir milletin yok olmaktan kurtulmasına vesile olacağını ispatlıyor. Şartlar ne kadar kötü olursa olsun umudun yitirilmemesi gerektiğinin, mücadeleden vazgeçilemeyeceğinin kanıtıdır Çanakkale.

Belki tarihimizdeki bu önemli gerçeklerin bizler tarafından idrakinin yol açacağı neticelerin farkına varılmış olmalı ki, son zamanlarda, Çanakkale gibi önemli köşe taşlarına dair “destan mı değil mi, zafer mi şans mı (İngilizlerin hatasından istifade gibi)” biçiminde tartışmalar oluşturulmaktadır.

Tabii ayrıca buradan hareketle, daha önce de temas ettiğimiz üzere, “şehitlik” gibi yine haksızlık ve zulüm ile mücadele etmemizde çok önemli dini bir motivasyon kaynağı olan bazı kavramların da içi (İngiliz şehitleri ifadesi gibi) boşaltılmaya çalışılmaktadır. Tüm bu hususlara ilaveten, Çanakkale Zaferi’nin, ortaya koyduğumuz savaş ahlakına ve insalık anlayışına dair (tüm haklı öfkemize rağmen) önemli bir örnek teşkil ettiğini, yine dünya gündemini de dikkate alarak, gözönünde bulundurduğumuzda, neden bu tip vakaların anlam kaymasına uğratılmaya çalışıldıkları kanaatimce daha iyi anlaşılıyor.

Çünkü insanlık dayanışmayı ve hakkı; hakka, adalete riayet etme ve dayanışma ise gücü ve başarıyı beraberinde getirir. İnsanlığı hiçe sayarak amaca ulaşmak için her türlü yolu mübah sayan anlayışın dünyadaki tezahürlerini ve neticelerini maalesef acı bir biçimde görüyoruz!

Bu noktada Alev Alatlı’nın “Şimdi Değilse Ne Zaman?” isimli kitabında zikrettiği şu hususları paylaşmak isterim: Alatlı, Amerika’nın ünlü deniz piyadelerinin yani marinelerinin sabah akşam şu sözleri kıraat ettiklerini vurguluyor: ““Bir deniz piyadesi nedir?” diye başlıyorlar. “Kimdir?” değil, “Nedir?” Ve şöyle sürdürüyorlar: “Birleşik Devletler Deniz Piyadeleri, iki yüz yılı aşkın titremesidir yerin. Cehennemdir, ölümdür, yıkımdır. Dünyanın gördüğü en iyi savaş makinesidir. Bombaların açtığı bir çukurda doğduk biz. Anamız bir M-16, babamız iblisin kendisi idi.” Sonra kime olduğu belirsiz (tersine, belirli bir tehdit):

“Yaşadığım her an, senin hayatına yönelik yeni bir tehdittir. Ben, kaba görünüşlü, gezginci bir deniz piyadesiyim. Ben, kibirli, ben-merkezci ve küstahım. Korku nedir bilmem; çünkü korkunun ta kendisiyim. Kan ve bağırsaktan yapılma yeşil bir canavarım ben. Suda ve karada yaşayabilirim. Sudan çıktım ve cerahatimi dünyada mukim Amerikan-karşıtlarının üstüne boşaltıyorum.” Yetmiyor, “Ne zaman gerekir, ne zaman olursa, muharebe alanında görkemli bir ölümle ölecek, hayatımı annem, ‘deniz piyadeleri’ ve Amerikan bayrağı uğruna feda edeceğim. Kartalı Hava Kuvvetleri’nden, çapayı Deniz Kuvvetleri’nden, halatı Kara Kuvvetleri’nden çaldık.” (Kartal, çapa, halat forsları oluyor, yani halat sarılı çapa üzerinde kartal.)

“Yedinci Gün’de, Allah dinlenirken, onun sınırlarını aştık, dünyayı çaldık ve o zamandan beri gösteriyi biz yürütüyoruz.”… “Biz piyadeler gibi yaşarız, denizciler gibi konuşuruz, ve her ikisinin de posasını çıkarırız şamarlarımızla. Gündüz asker, gece aşık, dilediğimizde şarhoş, ve Allah’ın izniyle, ‘deniz piyadeleri’yiz biz!” (s. 70 – 71) Ve ekliyor Alatlı: “Allah ne izin versin, ne de ellerine düşürsün!

Bir de kendi ülkemizi düşünüyorum, “vatan, millet, Sakarya” anılarıyla alay eder hale gelen ülkemizi! Çanakkale Abidesinin bakımını Anzaklara ihale edecek hale gelen ülkemizi! Nasıl olabildi diye baktığımda gördüğüm, kolaycılık, kabalık, indirgemeci düşünce biçimi, kelimelerin ardında yatanı boşlayan yüzeysellik. Sakarya’ya [veya Çanakkale’ye] burun bükmek, nasıl bir hoppalık olmalı?!” (s. 71)

Okuyup anladıkça güç almamız ve hisse çıkarmamız gereken tarihi zaferlerimize dair Alatlı’nın vurguladığı esef verici tutum içerisinde bulunulması hakkında yazarın verdiği tepkiye katılmamak mümkün mü?…