Çanakkale Şavaşında, Sıhhiye Çadırında Helalleşme

116

Çanakkale’de savaş tüm şiddetiyle devam etmekteydi…

Şehit cesetlerinden siperler yapılmış düşmana aman verilmediği anlar yaşanıyordu…

Cepheye en yakın yerlerine sıhhiye çadırları kurulmuştu, yaralılara ilk müdahaleleri yapmak için… Bu sıhhiye çadırlarından biri de “Kocadere Köyü” yakınlarında kuruluydu.

Sürekli yaralı taşınıyordu, el yapımı tahta ve çadır sedyelerle…

Her taraf yaralı doluydu; kimi Bosna’dan, kimi Urfa’dan, kimi Kafkasya’dan, kimi Konya’dan, kimi Halep’ten, kimi Harput’tan, kimi Sivas’tan, kimi Erzurum’dan, kimi Edirne’den, kimi Denizli’den…

Hepsi yaralı…

Kimisi ölümle randevulu, kimisi bilincini yitirmiş, kimisi inliyor acıdan…

Yurdun hemen her köşesinden vatan savunmasına katılmak, doymayan emperyal düşmana haddini bildirmek, nefesini bitirmek için Çanakkale cephesinde…

Türk askerlerinin taşıdığı asil ruhun bayraklaştığı pek çok sahne ve olay yaşanmakta… 

**

Yaralılardan biri de Gelibolu Yarımadasına yakın Lapseki’nin “Beybaş Köyü“ndendi…

Yarası oldukça ağırdı, şahadete belki dakikalar vardı…

Zor nefes almaktaydı, göğsü kalkıp inmekteydi…

Arada gözleri kapanmakta…

Son bir gayretle nefes alıp bir diyeceğini komutana söylemek istedi…

Son gayretle komutanın eline yapıştı, zorlanarak şunları mırıldandı; kelimeler teker teker döküldü dudaklarından;

“…Komutanım, ölüm ihtimalim çok yüksek…

Ben bir pusula yazdım…

Arkadaşıma ulaştırın” dedi…

Tekrar derin bir nefes almak için gayret sarf etti; birkaç kez yutkundu ve şöyle dedi;

“Ben…

Köylüm Lâpsekili İbrahim’den 1 (bir) mecidiye borç aldıydım.

Kendisini göremedim…

Belki ölürüm…

Ölürsem hakkını helal etsin” dedi…

“Sen merak etme evladım” dedi, komutanı ve kana bulanmış alnını eliyle okşar, kollarında şehit olur…

Son sözü de “…söyleyin hakkını helal etsin”…

Komutanı hafifçe gözlerini eliyle kapatır ve başını sediyeye bırakır…

Ağlamamak için çok zor tutar kendini…

Ama ne mümkün…

Ağlanacak o kadar çok acıklı durum vardı ki…

**

Aynı gündü, çok zaman geçmemişti aradan, kollarında ruhunu teslim eden askerin söylediklerine için için ağlıyordu komutan; sıhhiye çadırına sürekli getirilen yaralıları gözlüyordu, kimisine müdahale, kimisine hiç dokunamıyordu…

Yaralıların çoğu, daha yaraları sargıya alınmadan şehit oluyordu…

Sıhhiye çadırı bazen cesetlerle dolardı…

Sıhhiye erleri de yeni yaralılara yer açmak için, çoğunu dışarıda ya ağaçların altında, ya da kayaların dibinde toplu halde gömülmek üzere bekletirlerdi…

Şehit olan askerlerin üzerinde çıkan şahsi eşyaları, künyeleri komutanına verilir ve kayıtlara geçilirdi… 

**

Yine bir künye ve yine bir pusula konuldu önüne, komutanın…

Komutanın daha gözyaşları kurumamıştı…

Gelen yeni künye ve pusulaya baktı, pusulayı açtı ve okudu…

Gördüklerine, duyduklarına hayret etti ve oracıkta bir süre baygınlık geçirdi…

Ellerini yüzüne kapattı, titremeye başladı, bu kez gizleyemedi, tutamadı hıçkırıklarını, hüngür hüngür ağlamaya başladı…

Pusulada görüp okuduğu not aynen şöyleydi:

“Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil’e 1 (bir) mecit borç verdiydim.

Kendisi beni göremedi.

Biraz sonra taaruza kalkacağız.

Belki ben dönemem.

Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim…”

İşte sözün bittiği nokta…

**

Gençlere hatırlatma…

Evet, sevgili gençler, işte Çanakkale ruhu dediğimiz bu masumiyet, saflık, arılık, inanç ve iman gücünün birleştiği bir ruh hali…

Peki, ya siz bu olayın neresindesiniz?

Kendinizi bu olay içinde mi dışında mı görüyorsunuz?

Ecdadın ayaklarından dökülen çamur kadar olamayacak bir şuursuzluğa esir düşmüş, yozlaşmış toplum yapısı olmak istemiyorsak; kul hakkı yiyenleri, haksız kazançları “hüppe” edenleri topluma tanıtmak gerek…

Yetmez, tüm ayıplı hallerini topluma teşhir etmek gerek…

O saf, arı ecdadın sahip olduğu anlayışın binde birine dahi sahip olamadığımız düşünerek bugünleri iyi değerlendirmek gerek…

Gerçekleri ters yüz edenleri; akı kara, doğruyu yalan yapan düzenbazları; ikiyüzlü yalancı politikacıları; kandırıkçı, aldatma ustası demagoglarını (laf ebelerini) iyi teşhis etmek ve göstermek gerek…

Sevgili genç arkadaşım, yoldaşım, dindaşım, ırktaşım, meslektaşım bu sesi iyi duy, bu ruhu iyi anla ve hisset…

Geçmişini, Çanakkale ruhunun mirasını tüketenlere karşı elinde en değerli silah olan fikir, bilgi ile mücadele et… Sırası geldiğinde seçmen olarak en değerli demokrasi silahın oyunu, bu menfaatçılara düzenbazlara ders vermek için kullanmalısın…

Vatan, millet, bayrak sevdasında görünüp memleketi bitirenler…

Yetim hakkına bile göz dikenler…

Haksızca hak iddia edenler…

Onların yüreğine, varsa eğer, gönül penceresinden seslenmek gerek…

Yoksa görmeyen gözlerine gerçeği sokmak için bu olayı iyi anlamak ve Çanakkale’yi de iyi anlatmak gerek…