Caminin İçindekiler

85

Siz hiç “cami”nin manasını düşündünüz mü? Nasıl kullanılır, hangi anlama gelir camii?! “İşte hergün ibadet ettiğimiz yer” diye aklınızdan geçiştirmeye kalkarsanız biliniz ki eksiğiniz var,  zarardasınız.  Tamam cami namaz kılınan, ibadet edilen yer, ama sadece mescid değil manası. Ferit Develioğlu’nun  Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat’ine hemen açıp bakmanızı öneririm. Cami 15. Asırda yetişmiş önemli bir düşünce adamı, bir şair, önemli bir mutasavvıftır. İran’da yaşamış, Fatih Sultan Mehmet ile iletişim kurmuş (muhabere etmiş, haberleşmiş), asıl adı Abdurrahman olan sanatçının  Türkiye’de “camii’ ismiyle şöhret bulan eseri  bir zamanlar medreselerde ders kitabı olarak okutulurdu. Üniversite tahsili yapanlar Arap nahvine ait kafiyenin şerhini içeren bu eserden imtihan edilirlerdi. Cep telefonları çıktığından beri söz konusu kelimelere dilimiz bile yeteri kadar dönmüyor. İhlas suresindeki “kul HUVEllahu” bölümündeki “huve’yi bir algılayabilsek, öğrenmeye çalışsak cep telefonlarının nasıl iletişim sağladığını da iyi belleyeceğiz. Her ne ise!..

Evin Üç Bir Yanı

Cami, Arapça sıfat bir kelime. Derleyen, toplayan, içine alan, muhtevasında bulunduran manasını da kapsar. Müslümanların cami ile tanışması hayatlarının bir parçasıdır. Taşrada daha sıcak, metropollerde mesafelidir.  Anadolu’da  yaşayan bir müslümanın en uzağındaki cami yürüyüş mesafesindedir,  her ezan, her sela, hatta zaman zaman kamet adeta evinin içinde okunmuşçasına duyulur.
Memleketim Kilis’te Selçuklu eseri Ulu Camii evimizin bitişiğinde, Şıhlar Camii 20 metre kadar önümüzdeki sokakta, bir Mimar Sinan eseri olan Tekye( Canbolat) Camii de iki dakikalık zamanımızı alacak yerdeydi. Evimiz camilerle çevrili bir konumdaydı. Minareye çıkmak ve dini bayramların arefe günündeki amin alayına dahil olmak için can atardık. Beni camiyle ilk tanıştıran kimdi diye düşünürken hiç de hatırlayamadım. Çünkü oyunlarımızı bile caminin avlusunda oynar, terleyince yüzümüzü şadırvanında yıkar, hatta eve buradan içme suyu taşır, serinlemek için taş yapının içinde soluklanırdık. Çarşı esnafımız için daha da önemliydi cami, hem de pek çok nedenle, buna tuvalet dahil.

Mekteplerde Din Dersleri
İstanbul’da beni cami ile ilk tanıştıranı ise dün gibi yaşıyorum; babam. İstanbul deyince hep Eyüp Sultan’ı hatırlar, camilerimizle örtüştürürdük. Taşrada Eyüp’ün şöhreti Fatih, Süleymaniye ve Sultanahmet’ten daha öndeydi. Eyüp Sultan Hazretleri’nin kabrini de ziyaret edip, dualar okuyup, kurban kesmeliydi illaki babam. Öyle de yaptık. Eğer ailede dini terbiye verildiyse cami ile iletişim sağlıklıydı. Babaannem bu konuda hep önümüze düşerdi bütün torunlarının. Öyleki dini hikayeleri anlatırken tütününden vazgeçebilirdi ancak, yahut aş pişirirken.
Tekye Camii’nin yanındaki Ayyüş Hoca Hanım ve Ulu Camii karşısındaki Hasan Hoca Efendi’nin yasaklı Kur’an Kursları’na gittim.  Zaman zaman jandarma basardı. Kapatılırdı kurs(1949).  Tam o yıllarda Demokrat Parti iktidara geldi (1950 ve sonrası), ilk mekteplere din dersi koyunca rahatladık. Dersleri ise din hocaları değil, sınıf öğretmenlerimiz verirdi.

İrfan ve Rahmet Pazarları

Orta mektep son sınıfta Risale-i Nurlarla tanıştım (1959). Küçük Sözler, İhlas Risalesi ve Gençlik Rehberi beni çarpmıştı. Gaziantep’te İrfan Pazarı’nın sahibi rahmetli Abdülbaki Özsimitçi ve Rahmet Kitapevi’nin sahibi kanaat önderi, şair Ahmet İhsan Genç kitaplarla, okumakla besledi beni ve arkadaşlarımı. Kilis’te ise Şıh Camii Müezzini Nihat Ferah’ın aktüel ve tarih sohbeti, şiir ve müzik bilgisi, edebiyata hakim olması, sanat ve kültürden kapı aralaması, eskimezi hatırlatarak yeni bir medeniyeti hedef göstermesi gençleri mescid’teki hücresine(oda) kilitlemişti adeta. Nihat Ferah dini bilgiler sunan klasik bir hoca değil, bir uzman üniversite hocası gibiydi. Cami böylece hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olmuştu.
Gaziantep’te bir gün İrfan Pazarı’nda çay molası vermiş, kültür, sanat ve edebiyat sohbeti yapıyorduk. Şehit olan Abdülbaki Özsimitçi sohbette benim görüşlerimi de anlatmamı, kanaatimi öğrenmek istiyordu. Ben de anlatıyordum. Hep birlikte kalktık sonra. Kale altındaki bir Selçuklu yapısı olan Tabakhane Camii’nde ikindi namazı kıldık. Abdülbaki Ağabey imamın duasından sonra cemaatle beni tanıştırdı orta mektep üç talebesi diyerek. Cemaat dağılmamıştı. Bir süpriz beni bekliyordu burada. Konuşmam istenmiyor, adeta ısrar ediliyordu. Utandım önce, sonra yanımdaki risaleyi çıkararak okumaya başladım. Esasında hepsi ezberimdeydi. Gurur gelmesin diye okuyordum! Biraz da edebi bilgilerimle takviye ediyordum sohbetimi. Osmanlıca kelimelerin de hakkını veriyordum üzerlerine basa basa. Tam cümlemi bitirmiştim ki, Abdülbaki Özsimitçi bir arkadaşımıza dua etmesi için işaret etti. O da “Ya Rabbi ve Ya Rabb-üs Sevamatin Vel Aradin..Ya Halikı ve Ya Halikı Külli Şey” diye başladı ve hep birlikte fatihayı okuyarak, ayrıldık.

52 Yıl Sonra Ey Didarı Hürriyet!

Tabakhane Camii’ndeki bu sohbetim(1960), okumam hemen yankı bulmuştu. Beni arayan arayana “Ya sen delirdin mi? İhtilal daha yeni oldu. Askerler seni alır götürür, bir daha da zor çıkarsın. Aklını başına topla. Mahkemelerde sürünürsün. Çocukluğuna, öğrenciliğine bakılmaz, perişan olursan bu yaşında. Sakın bir daha yapma. Belki bundan ailenin de haberi yok!” Sonra ne dediğimi düşündüm onca kadar ikaz üzerine. “Günümüz iman kurtarma zamanı, kendimizi faydalı birer insan olarak yetiştirmeli, ülkemize ve insanımıza faydalı olmalıyız. Bunun için de mutlaka ve mutlaka eğitim almalı, dini görevlerimizi yerine getirmeliyiz. Paylaşmayı ve üretmeyi bilmeli, çok çalışmalıyız.” Bütün bunları hatırlıyorum konuştuklarımda. Bunun neresi suç olabilir ki?! O günkü şartlar sizin konum ve etkinize bakıyordu suçlu ilan edebilmek için!. Suç işlemeniz de şart değildi. Tutuklanır ve aylarca hürriyetten men edilir, sonra da beraat edebilirdiniz! Çoğu zaman da o dönem aynen böyle olmuştur. Şimdi demokratik hukuk anlayışımız daha bir oturdu, dananın altında pek buzağı aranmıyor gibi. İyiye gidiş var.
Benim bir camide cemaate ilk konuşma yaptığım günlerden 52 yıl sonra yeniden sohbete davet edildim. Konuk oldum İstanbul Topkapı Teknik Oto Sanayi Sitesi Canili Camii’ne. İmamı Ahmet Yüter’i kıramadım. Birkaç defa yurtdışı ve yurtiçi seyahatlerimden dolayı davet program değişti, Yüter Kardeşime artık mazeret bildiremezdim. Cuma namazından önce camiye gittim. Beni aldırabileceğini söyledi evden, ancak kabul edemedim bu birkaç saatlik yolu, kendi imkanlarımla geldim. Cevizlibağ metrobüs durağından aldı beni. Doğru Cinili Camiye gittik. Üç katlı bir cami. Her taraf çini ile döşenmiş, yeşil, ancak kırmızı şeritli tertemiz halılarla örnek bir ibadethane. Abdest almak çok rahat. Özellikle yaşlılar için bir metre ayağını lavaboya kaldırmak yok. Üzerinize su da sıçramıyor. Oturaklar bakımlı. Ayakkabılar için kutu kutu raflar var. Tümünün içinde poşetler mevcut.

Örnek Bir Aktivist Din Adamı

Çinili Camii Ahmet Yüter ile yaşıt(1963). Bir köy camisi gibi badana-boyası yapılmıyor artık, çinileri için özellikle ziyarete gelenler var. Başka diyeceksiniz? Caminin son katı halı futbol sahası gibi. Top da oynuyor gençler. Sporun her türlüsünü yapıyorlar, sonra aşağı kata derse geçiliyor isteyenler için. Hem fen ve müspet pozitif ilimler, hem dini bilgiler dersi. Kur’an öğrenmek, Osmanlıca okumak, kıraat dersi almak da ayrıcalığı. Her sütun ve duvarda kütüphane mevcut. Roman, hikaye, şiir, deneme, ansiklopedik bilgiler, masallar, hatta bulmaca kitapları bile raflarda okuyucu bulabiliyor.
Sanayi Camilerinin bir özelliği vardır. Yazın sadece öğle ve ikindi namazı kılınabiliyor. Kışın ise saatlerin geri alınması ve günlerin kısalması dolayısıyla neredeyse bütün vakitleri eda etmek mümkün. Özetle bir senenin yarısı böyle, yarısı değil. Pazar günleri cemaat yok, Cuma ve bayramlarda da yer bulmak mümkün değil. 60 kişiyle devralmış Ahmet Yüter Camiyi, şimdi bin kişi ile rekora gidiyor. Ahmet Yüter şair, çıtası yüksek bir entelektüel, sosyal aktiviteleri bir doktora konusu olacak kadar fazla, edebi ve kültürel yanı dikkat çekecek özellikte. Güçlü bir hafızası, senkronlu ses tonu, mükemmel bir kıraat tekniği, örnekleme ustalığı var. Yazar, sanatçı topluluğu ESKADER üyesi.

Yüter’e Fair Play Ödülü Yetmez

“Ben nereden konuşacağım hocam?” diye sordum. “Mihrab”tan demez mi? “Ben artık orta yaşı bile çoktan aştım, diz kırıp 45 dakikalık sohbet müddetince epeyi müddet oturmam nasıl olacak?!” diye düşünürken kendimi mihrapta buldum. Bir de ne göreyim öyle dizayn edilmiş ki arabada seyahat eder gibisiniz. Mihrabtan konuşmaya başladım “müminlerin kardeş oldukları” kutsi hatırlatmasından yola çıkarak Saraybosna’yı anlattım. Evladı fatihanları aktardım cemaate. Yaşanan faciaları, ihanetleri, çözülmeleri, soykırımı, göçleri, trajedileri, 450 yıl kaldığımız Balkanlardan 158 günde nasıl çekildiğimizi, iç çekişmelere nasıl bedel ödediğimize dikkat çektim. Bu kürsüde ben 834. konuşmacıyım. Görüşü ne olursa olsun, siyaset olmamak kaydıyla Çinili Camii’nin mihrabı bütün aydınlara “merhaba” diyor. Her hafta da değişik bir konuşmacı, bir başka tema işliyor. Benden evvelki hatip hep ayrı kutuplarda olduğumuz dönemdaşım Prof. Dr. Toktamış Ateş mihraba çıkmış, fikirlerini cemaate sunmuş!..
İşte bunun için Zeytinburnu Müftüsü  Mehmet Aşık (Halen Çorum İl Müftüsü) Diyanet İşleri Başkanlığı adına plaket vermiş, Fransız Televizyonu Beşinci Kanalı gelip çekim yapmış, camiye kamera sokmuş. Verilen Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Fair Play Ödülü’nü Başkan Togay Bayatlı ve Genel Sekreter Erdoğan Arıpınar gururla imzalayarak bir ilke mühür vurmuşlar. Saymaya kalkmayayım yoksa devamı gelecek.

Yaya Kalan Geri Kalır

Değişim ve dönüşüm her sektörde ve her insanda artık kendini belli ediyor. Son 60 yılı bilenler bu ivmenin ne kadar yüksekte olduğunu fark edecekler. Eski Türk filmlerinde Rejisör Muharrem Gürses başta, köy imamı ve öğretmeninin kalkınma için ortak gayretiyle bölge çalışması konu edilirdi. Hiç bir zaman olmadı. Her sektör kendi başına kaldı. Ayırımcılık had safhaya çıktı. Din adamını karikatürize etmek ve yayınlamak aydın olmak ile örtüştürülürdü! Haydi canım sende?! Bak nereden nereye geldik. Gerçek dindarlar ülke kalkınmasında ve insana yatırımda yarış yapıyor. İşte İmam Ahmet Yüter.. keşke emsalleri artsa.. Müezzin Nihat Ferah ise aruz ve hece ile yazdığı şiirlerini bir divanda topladı, arkadaşları da yayınladı. Yaya kalan geri kalır. Herkese kolay gelsin.