Çalışmalarını İnancının Emrine Veren Yazar

96

Doğumunun 140., vefatının 77., İstiklal Marşımızın Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilişinin 92. Yılında minnetle, şükranla, saygıyla, duayla anılan, eserleri her dönem yüreklerden düşmeyen, sürekli yeni baskıları yapılan, hakkında bugüne kadar 600’ün üstünde eser yayınlanan, Safahat’ın 26 ayrı dile çevrildiği günümüzde Mehmet Akif Ersoy’u yeniden hatırlamak, Safahat’ta hedef gösterdiği “Asım’ın Nesli’yle birlikte 2023’e doğru ya da 2071’e odaklanmış yeni bir medeniyet tasavvurunun ayak seslerini duyabilmek sanırım bir ayrıcalıktır benim için ve aydın sorumluluğu duyan herkes için..

Sizin evinizde “sözlük var mı?” demiyorum, mutlaka kütüphanenizde raftaki yerini almıştır. Ancak diyorum ki “Siz hiz lügat okudunuz mu?” Evet “Siz hiç lügat okudunuz mu?” Okurken de bir ansiklopedi, bir roman, bir hikaye, bir röportaj, bir deneme, bir destan, bir masal veyahut bir şiir lezzeti aldınız mı ?

Adınızın manasını biliyor musunuz mesela? Mehmet ne demek? Hemen cevap verip kolaycılığa kaçmayın “İslam Peygamberinin adı”diye. Arka planını da düşünün, lügate bakıverin ” bir çok defalar hamd-ü sena olunmuş, tekrar tekrar övülmüş” manasına gelen bu kelime aynı zamanda Peygamberimizin de adıdır.

Kendisinden evvel de “Muhammed” ismini almış kimse de yoktur. “O ki o yüzden varız” dediğimiz peygamberimiz ilk defa bu ismi alıyor.

“ÇOCUKLARINIZA GÜZEL İSİM KOYUNUZ”

Mehmet’in yahut Muhammed’in manası böyle, gelelim Akif’e?! Bu bir Arapça sıfattır. Akif; kendi isteğiyle bir yere çekilip, ibadetle ugraşan demektir. Bir medeniyet döneminin lugatlerinde aynı zamanda söz konusu kelime bir örnekle de anlatılır. İşte bir tanesi Muallim Naci’den “Ah olsa idim şu sırra vakıf/Nerden girip, onda oldum akif!”

Mustafa Nihat Özon’a göre Akif böyledir de, Ferit Develioğlu’na göre bakalım. Nasıl anlamlar yüklüdür : “Akif, 1-Bir şeyde sebat eden, 2-İbadet eden, 3-Erkek adı”dır.

Mehmet Akif doğduğunda babası Temiz Tahir Efendi’nin oğluna koyduğu isim ise Ragıyf’tır. Lügatte Ragıyf “istekli, rağbet edilen, hediye ” biçiminde karşılık buluyordu. Şairimiz Fuzuli (Fazıl demek) bunu “Olsaydı teveccühü münasip/ Teveccühüne çok olurdu ragıb!” diyerek dizelerine döküyor. Ancak söylenmesi bir hayli zor olunca Ragıyf az kullanıldıktan sonra unutulup gitmiş, evde aile efradı, okulda ve sokakta arkadaşları ona hep Mehmet Akif diye seslenmiş ve bu isim kalıcı olmuştur. Bu dönem Osmanlı Cihan Devleti’nin sancılı yıllarıdır.

Cumhuriyet ile birlikte Soyadı Kanunu ile mecburiyet gelince Mehmet Akif’e bir de gerçekten bu isim ve kişi ile örtüşen Ersoy soyadı verilmiştir; Mehmet Akif Ersoy.

ŞİİRİYLE DÜŞÜNME KAPISI AÇIYOR

İstiklal Marşı yazarı Mehmet Akif Ersoy her şeyden önce bir Osmanlı Cihan Devleti vatandaşı ve bu medeniyetin bir ferdiydi. Bir cihan devletinin hem ihtişamını görmüş, hem çözülmesini yaşamış, entelektüel çıtası yüksek bir aydındı.

Babası Temiz Tahir Efendi’nin de talebesiydi. Çocukları Cemile, Feride, Suat, Emin ve Tahir’in de öğretmeniydi aynı zamanda. Kendisi gibi aile de hem batı ve hem de bir doğu dilini biliyordu. Vakti şekillendiren ve ebedi şimdinin bir insanıydı Mehmet Akif. Gözlem gücü yüksekti. Aydınları ve halkı uyandırmayı görev biliyordu bir sorumluluk içinde. Kötü gidişatı durdurmak ve geleceği yeniden inşa etmeyi kendine vazife bilmişti. Suudi Arabistan çöllerinden, Almanya’ya kadar geniş bir coğrafyada böyle bir sorumlulukla gezen ve gören bir insandı.

MİLLİ MÜCADELEYE KATILAN ŞAİR

Asya’nın tecrübeli aklıyla, Avrupa’nın taze fikirlerinin farkındaydı. Kendi kendisi oldu, hiç bir zaman kimlik ödünç almadı. İmanı ve inancıyla ters düşmedi.

Memleketseverliği samimi, ilkeli, pazarlıksız ve bütüncüldü. Bu vatana ve insana ait her güzellik, zenginlik ve değer Akif’in eserlerinde mevcuttu. İşini en iyi yapan ve dürüst bir insandı.

Arnavut bir ailenin çocuğu olmasına rağmen Türkçülerden fazla Türklüğünü seven bir milliyetçiydi. İslamcılardan da fazla bir müslümandı.

Ata dedelerinin toprakları olan Balkanlar’daki, parçalanmaları, göçleri, ihanetleri ve katliamları yüreği kanayarak yaşamıştı. İstanbul’un batılı devletler tarafından işgal edildiğini görmüş. Dört bir yandan kuşatılmış son vatan parçası Anadolu’nun İngiliz, Fransız, Yunan ve İtalyanlar tarafından işgal edilmesi üzerine başlayan İstiklal Savaşı’mıza katılmıştı.

SEBİLÜRREŞAD CEPHEDE DAĞITILIYOR

O günlerde başyazar olan Mehmet Akif Ersoy, Sebilürreşad’ın sahibi Eşref Edip Fergan’a “Artık burada duracak zaman değildir. Gidip çalışmak lazım. Bizim tarafımızdan halkı tenvire ihtiyaç varmış. Çağırıyorlar. Mutlaka gitmeliyiz. Ben yarın Ankara’ya hareket ediyorum. Hiç kimsenin haberi olmasın. Sen de idarehanenin işlerini derle topla, Sebilürreşad’ın klişesini al, arkamdan gel. Meşihattakilerle temas et harakat-ı milliye aleyhinde bir halt etmesinler. Sebilürreşad’ı Anadolu’da çıkarırız” diyordu. Öyle de oldu.

Kışın kendisini iyice belli ettiği karlı bir günde Sakarya üzerinden Kastamonu ve Ankara’ya gitti. Savaş bütün cephelerde devam ediyordu. Sebilürreşad da Kastamonu’da yayınlanmaya başladı. Dergi her taraftan talep ediliyordu, El Cezire Cephesi Kumandanı Nihat Paşa gibi bir çok cephede Sebilürreşad yeniden tab ve teksir edilerek dağıtılıyordu.

Mehmet Akif Ersoy Sebilürreşad’daki yazıları gibi camilerdeki vaazlarında, ev ve kahvelerdeki sohbtlerinde de halkı milli mücadeleye çağırıyor, onları yüreklendiriyordu. Zaten Mehmet Akif hiç bir zaman ümitsiz olmadı, hep ümitvar idi. Konya’daki bir isyanı bastırdı konuşmasıyla. Milletin O’na güveni tamdı.

EMPERYALİZM EJDERHASI DİLİNİ ÇIKARIYOR

Sözkonusu yıllarda dünyada bir kaç imparatorluk vardı?. Başta İngiltere tabii. Almanya, Avusturya-Macaristan sonra. Emperyalden yani sömürüden gelen bir kelime imparatorluk. Bu imparatorluklar sömürü temeline dayanarak başka bir milleti veya milletleri siyasi ve ekonomik egemenliği altına alıp yayılıyordu. Belçika ve Hollanda imparatorluk değildi ama öteki batılı yandaşlarından bir farkı yoktu. Endonezya ve Java’ya kadar uzanmışlardı. Hakeza ABD İmparatorluğu gibi. Aynı şey günümüzde daha değişik şekilde “demokrasi getireceğiz” diyerek işgaller yapılıyor, ülkelerin ve özellikle İslam coğrafyasındaki devletlerin yeraltı ve yerüstü zenginlikler sömürülüyor. Afrika’nın neredeyse tümü, Asya’nın güneyi ve Avustralya’ya kadar adeta sömürüde Portekiz ve İspanya da dahil olunarak paylaşılmıştı.

Emperyalist Batılı ülkelerin her gittiği, her işgal ettiği yerde de kendi milli marşları çalınıp, söyleniyor, törenlerde mecbur bırakılıyordu.

ÜÇ ASIRDIR KRALİÇEYE EDİLEN DUA

Tahminen 1745 yılında kaul edilen İngiliz Milli Marşı şöyle;

“Tanrı korusun iyi yürekli kraliçemizi,
Uzun ömürler soylu kraliçemize!
Tanrı Kraliçeyi korusun,
Yengin kılsın O’nu,
Mutlu ve şanlı,
Başımızdan eksik etmesin.
Tanrı kraliçemizi korusun!
Tanrım en seçkin yetenekleri elindeki,
Ona bağışla gönülden kucaklar dolusu,
Uzun yıllar başımızdan eksilmesin diye;
Savunsun diye yasalarımızı,
Ve haklı kılsın diye bizi,
Tüm yüreğimiz ve sesimizle haykırmamız için,
Tanrı kraliçeyi korusun.
Ey Tanrım kalk ayağa,
Darmadağın et düşmanlarını,
Serilsinler toprağa,
Politikalarını karıştır,
Hilelerini hüsrana uğrat,
Sende bütün umudumuz,
Tanrım hepimizi kurtar.
İngiliz Milli Marşı Kraliçeye dua ile başlıyor, öyle de sona eriyor. Muhatap toplum

değil, kraliçe.

BİRKAÇ ÖRNEK BİRKAÇ MESAJ

Almanya Milli Marşı’nı ise örnek olarak verirsek şöyledir;
Birlik, hak ve özgürlük,
Alman vatanı için,
Kardeşçe, yürekle ve elele,
Bu uğurda çaba gösterelim,
Birlik, hak ve özgürlük,
Mutluluğun simgesi,
Bu mutluluk içinde parla,
Parla Alman vatanı!.
Alman milli marşında birlik, hak, özgürlük ve mutluluk vurgusu yapılıyor. Bu amaçla gayret edilmesi isteniyor. Milli marşların muhtevasını daha iyi anlamak için bir başka örnek daha vermek istiyorum. Bunlarla Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı İstiklal Marşı kıyas edilirken nelere dikkat çekiliyor fark etmemiz daha kolay olacak.

Gelelim günümüz Amerika Birleşik Devletleri Milli Marşı’na;

“Pul pul yıldızlı sancak,
Ah!..söyle, görebiliyor musun şafağın ilk ışıklarında?
Alacakaranlığın son pırıltıları içinde öylesine övünçle selamladığımızı,
O tehlikeli kavgada kalın çizgileri ve parlak yıldızlarıyla,
Tabyalar üzerinden görkemli dalgalanışını izlediğimizi?
Ve roketlerin kızıl ışığı, havada patlayan bombalar,
Kanıtladılar tüm gece, bayrağımız hala oradadır,
Ah!.söyle pul pul yıldızlı sancak hala dalgalanıyor mu?
Toprağı üzerinde özgür insanların ve vatanı üzerinde yiğitlerin,
Kıyıda, denizin sisleri içinden belli belirsiz görülen,
O kıyı ki orada düşmanın böbürlenen ordusu son derece sessizlik içinde

yatmaktadır.”

TOPRAKTAN FIŞKIRAN TAPTAZE BİR FİLİZ

Bu söz konusu marşların tümüne yakını tarihi, kabul edilişi, yaygınlayışı itibarıyla çok eskidir. O zaman dilimi içinde en yenisi ise batılı devletlerin işgalinden kurtularak yeni bir cumhuriyet kuran Türkiye’nin İstiklal Marşı’dır. Bu marş, dünyadaki milli marşların en genci, en tazesi, en filizi, en goncasıdır.

Osmanlı Cihan Devleti inancı için gittiği yerlere has topraklarından daha fazla yatırım yapmış, imar etmiş, adalet, sevgi ve medeniyet getirmiş, yol, kervansaray, hastane, ibadethane, çarşı yapmış, mektep açmış, can ve mal güvenliklerini sağlamış. Balkanlarda bazı bölge ve kentler savunma yapmadan Osmanlı Cihan Devleti’ne “bizi siz yönetin” diye haber göndererek anahtarlarını teslim etmişler. Günümüzde işte bu amaçla da Amerika Birleşik Devletleri’nde konuyu incelemek üzere enstitüler kurulmuştur. Bu hizmetlerin ayakta kalan örneklerini hala Afrika ve Avrupa’da özellikle de Balkanlar’da o kadar yıkıma rağmen görmek ve tanımak mümkündür.

Türk’ün İstiklal Marşı ise

“Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak /
Sönmeden yurdumun üstünde en son ocak/
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak/
O benimdir, o benim milletimindir ancak” diye başlar ve 10. Kıtada

“Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal,
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal;
Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır; Hakka tapan milletimin istiklal!” diye tamamlanır.

“KORKMA ALLAH BİZİMLE BERABERDİR!..”

Mehmet Akif Ersoy islam coğrafyasında “Büyük İslam Şairi” diye tanınır. Bu konuda çok sayıda araştırma yapılmıştır. Marş 250 kilemedir. El Ezher Üniversitesi öğretim üyelerinden Doçent. Dr. Hazem Said Muhammed diyor ki “-İstiklal Marşı’nda geçen 75 kelime bugün hala Arap dünyasında kullanılmaktadır. Hatta pekiştiren kelimeler vardır İstiklal Marşı’nda. Şafak kelimesi Türkiye’de gün ağarırken anlamında kullanılır, Mısır’da ise güneşin batarkenki halidir. Mehmet Akif burada “Korkma Sönmez Bu Şafaklarda Yüzen Al Sancak” derken bayrağın bütün gün dalgalanacağının altını çiziyor.

“Korkma” yla ise Kur’an’da bir ayetle hatırlatmada bulunur ve bir tarihi olayı vurgular. Şöyleki; Hazreti Muhammed , Hazreti Ebubekir ile Mekke’den Medine’ye hicret ederken, müşriklerin takibine uğrarlar. Ayrıca İslam Peygamberini bulup getirene ödül verilecektir. Peygamber ve Hz. Ebubekir Sevr Mağarası’na sığınırlar. Ancak müşrikler sürülen iz sayesinde mağarayı bulurlar. Hazreti Ebubekir korkmaya başlar. İslam Paygamberi O’na “Korkma! Allah bizimle beraberdir”der.Tevbe Suresi inmiştir. Bu ayette şöyle deniyor ” Eğer siz ona yardım etmezseniz, Allah O’na yardım eder. Hani o kafirler O’nu Mekke’den

çıkardıkları vakit, iki kişiden biri iken ikisi mağarada bulundukları sırada arkadaşına (Korkma.. üzülme.. çünkü Allah bizimle beraberdir.) diyordu. Allah O’na kalp huzuru, sükunet indirdi. O’nun görmediğiniz ordularla güçlendirdi ve kafirlerin sözünü alçattı. En yüksek olan ancak Allahtır. Alllah azizdir ve hakimdir.”

Hazreti Peygamber ve Ebubekir’in saklandığı mağarayı bir örümcek, ağıyla sarmış ve bir güvercin henüz yumurtlamıştır. Müşrikler bunu görünce, mağaraya girmenin imkansızlığı yüzünden ayrılıp Mekke’ye dönerler. İstiklal Marşı’ndaki “Korkma” bu şiirde ancak bir islam bilgininin örebileceği kelimedir. Mehmet Akif Ersoy büyük bir İslam alimi ve şairidir.”

İSLAM COĞRAFYASININ MANİFESTOSU

Doçent Dr. Hazem Said Muhammed Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı İstiklal Marşı’nı sahipliği de bir başka yaklaşım ve değerlendirmedir. Şöyle diyor “İstiklal Marşı batı emperyalizmine karşı bir başkaldırıdır. İslam coğrafyasının manifestosudur. Dolayısıyla Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı İstiklal Marşı sadece Türkiye’nin değil, benim de, Mısır’ın da, Arap Dünyası’nın da ve bütün İslam aleminin de İstiklal Marşıdır!”

Arka plana bakıldığında Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşını yazmayı kabul etmesi de pek kolay olmadı. Çünkü kazanan şiire ödül verilecekti. Fakat başta Büyük Millet Meclisi üyeleri, İstiklal Savaşı kahramanları, sanatçılar, alimler, kanaat önderleri biliyordu ki bu marşı en güzel Mehmet Akif Ersoy yazar. Ancak ödül konulması bu yarışmadan uzak tuttu Mehmet Akif Ersoy’u.

Hasar Basri Çantay da bir din alimidir. Üç ciltlik Kur’an Tefsiri vardır. Ayrıca Büyük Millet Meclisi’nin kurucu üyesi olarak Balıkesir Milletvekilidir ve Akif’in en yakın arkadaşıdır. Akifname isimli bir eser yazmıştır. Hasan Basri Çantay’dan İstiklal Marşı’nın yazılmasına ilişkin bir anektod şöyle;

“BELKİ İLHAMINDAN RUHUMA BİR ŞEY SIÇRAR!”

“Meclis’te Akif ile yanyana oturuyoruz. Çantamdan bir kağıt parçası çıkardım. Ciddi ve düşünceli bir tavır ile sıranın üstüne kapandım. Güya bir şeyler yazmaya hazırlanmıştım. Mehmet Akif Üstad ile konuşuyorum;

-Ne düşünüyorsun Hasan Basri?

-Mani olma işim var!

-Peki. Bir şey mi yazacaksın?

-Evet.

-Ben mani olacaksam kalkayım?

-Hayır!. Hiç olmazsa ilhamından ruhumu bir şey sıçrar!

 -Anlamadım?!

-Şiir yazacağım da.

-Ne şiiri?

-Ne şiiri olacak? İstiklal Şiiri!. Artık O’nun yazmak bize düştü.

-Gelen şiirlere ne olmuş?

-Beğenilmemiş!

-Ya!

-Üstad bu marşı biz yazacağız!

-Yazalım amma şartları berbat.

-Hayır..şartları falan yok. Siz yazarsanız müsabaka şekli kalkacak.

-Olmaz. Kaldırılmaz. İlan edildi.

-Canım, vekalet buna bir şekil bulacak. Sizin marşınız yine resmen Meclis’te kabul edilecek. Güneş var iken yıldızı kim arar?

-Peki bir de ikramiye vardı?

-Tabii alacaksınız!

-Vallahi almam.

-Yahu latife ediyorum. O’nun bir hayır müessesesine veririz. Siz bunları düşünmeyin.

-Vekalet kabul edecek mi ya?

– Ben Hamdullah Suphi Bey ile konuştum. Mutabık kaldık. Hatta sizin namınıza söz bile verdim.

-Söz mü verdiniz.. söz mü verdiniz?

-Evet!

-Peki ne yapacağız?

-Yazacağız.

Tekrar tekrar “Söz verdin mi?” diye sorduktan ve benden kat’i cevapları aldıktan sonra elimdeki kağıda sarıldı, kalemini eline aldı.

Akif iki gün tam bir istiğrak halindeydi. Evde sokakta, camide, Meclis’te; uyurken, yürürken, yemek yerken İstiklal Marşı’nı yazmakla meşgul oldu. Bu konuda Konya Mebusu Hafız Bekir Efendi, Cemal Kutay’a; “Akif bir gece birden uyanır. Kağıt arar. Bulamayınca kurşun kalemiyle yer yatağının sağındaki duvara, marşın “Ben ezelden beridir, hür yaşadım, hür yaşarım” mısrasıyla başlayan kıtasını yazar.”

TACETTİN DERGAHI’NDA YAZILAN MARŞ

Mehmet Akif Ersoy en dikkat çeken vaazlarını ise Balıkesir Zağnos Paşa ve Kastamonu Nasrullah Camii’nde verdi. O günler kutsi ve mübarek günlerdi. Herkes bir şeylerden fedakarlık yapıyordu. Şahsi emel ve ihtiraslar bir yana bırakılmış, Türk’ün istiklal ve istikbali için bütün yürekler biraraya toplanmış, hep birlikte atıyordu. Şahsi husumetler ayaklar altına alınmış, meydanda sadece kardeşlik, dostluk, samimiyet bayrağı dalgalanmaya başlamıştı. Anadolu batılı işgal kuvvetlerine karşı tek yumruk olmuştu.

Milli Mücadele büyük bir heyecanla kazanıldı. Mehmet Akif Ersoy Büyük Millet Meclisi’nin kurucu milletvekili olarak Burdur’dan parlamentoya girdi. Maarif Bakanlığı teklifini aşırı mütevaziliğinden dolayı kabul etmedi, İrşad Komisyonu başkanlığına getirildi. Halkın eğitimini çok önemsiyordu.

Büyük Millet Meclisi’nde İstiklal Marşı yazılması için açılan yarışmaya para ödülü konulduğundan iştirak etmedi. Elemeye kalan 6 eser de milli mücadeleyi gerektiği gibi yansıtamadığından yeniden arayışlar başladı. Maarif Vekili(Bakanı) Hamdullah Suphi Tanrıöver’in ısrarı ve ödülü almamak kaydıyla emrine tahsis edilen Ankara Samanpazarı’ndaki bağevi Tacettin Dergahı’na çekilerek marşı yazdı. Parlamento genel kurulunda Akif’in yazdığı İstiklal Marşı defalarca okunarak ayakta şiddetli alkışlarla karşılandı.

MİLLETİN İSTİKLAL VE HÜRRİYETİNE DOKUNULAMAZ

Sözkonusu günde oturumu yöneten Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal

Paşa şöyle diyor “Bu marş bizim inkılabımızı anlatır. İnkılabımızın ruhunu

anlatır. İstiklal Marşı’nda İstiklal davamızı anlatması bakımından büyük bir

manası olan mısralar vardır. Benim en beğendiğim parçası da budur;

“Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır hakk’a tapan milletimin istiklal”

Benim bu milletten daima hatırlanmasını istediğim vecizeler işte bunlardır. Hürriyet ve istiklal aşkı bu milletin ruhudur. İstiklal Marşı’nın bu parçası asırlar boyunca söylenmeli ve bütün yar ve ağyar anlamalıdır ki Türk’ün her şeyi hatta en mahrem hisleri bile tehlikeye girebilir, fakat hürriyeti asla. Bu parçayı her zaman tekrar ettirmek bunun için lazımdır. Bu demektir ki efendiler; Türk’ün hürriyetine dokunulamaz.”

TÜRK VE İSLAM DÜŞÜNCESİNİN TEMELİ

İstiklal Marşı’mızdaki tema milli bağımsızlığımızdır. İnsanımızın ve ülkemizin temel düşünce ve kavramı bu marşta yatmaktadır. Mesela bayrak, mesela hakk’ı  savunmak, iman ve vatan duyarlılığı, istikbale ümit ile bakmak, tarih şuuru ve fedakarlık. İşte bunun içindir ki en zor şartlar altında yılgın ve ümidini kaybetmeyen milletimizin neler yaptığını, neler yapabileceğini anlatıyor İstiklal Marşı. Kor ateşin her zaman yakacağının göstermek vardır İstiklal Marşı’nda şafak şafak. Batılı Efendilere ve hempalarına insan ve medeniyet fotoğraflarını hatırlatmak vardır.

İstiklal Marşı’nda mey’us olmaya karşı meydan okumak vardır, emperyalist batılı

ülkelere hürriyet ve “sömürüye hayır “dersi vermek vardır.

İstiklal Marşı bir tefekkürdür.

Hikmettir.

Heyecandır.

Ruhtur.

Destandır.

Milli Kimliğimizdir.

Bir dik duruştur.

Özgürlüğün simgesidir.

Türkiyenin ve Türk milletinin ortak deklerasyonudur.

İslam coğrafyasının sesi ve manifestosudur.

MİLLİ MUTABAKAT METNİ

İstiklal Marşı bir milletin uzlaşma kitabesi ve örneğidir.

Özgürlük simgesidir.

Bir kararlılıktır.

Mehmet Akif Ersoy’a gelince, örnek bir şahsiyet, iman ve ahlak sahibi bir kişi. Mert ve sarsılmaz bir karakter. Milletin ta kendisi bir insan. Halkın derdini kendine dert edinmiş bir sanatçı. Milletin duygu ve düşüncesiyle kuşatılmış bir yiğit insan. İstikbali bütün refahıyla arzu eden bir mütefekkir. Dizeleri yüreği gibi vurucu bir sporcu, yol gösterici, düşünce adamı ve fikir önderidir Mehmet Akif Ersoy.

İstiklal Marşı’nı “Kahraman Ordumuza” ithaf eden ve Sahafat’a almayan Mehmet Akif Ersoy iyi bir aile babası, hisli bir eş, iddialı bir güreşcidir. Örnek bir akademisyendir, öğretmendir. Cömert ve mükrimdir. Azimli, vefalı, mütevazi, mahcup ama vakur, cesur, mukavim, yalnız, daima okur ve okutur, taassuba, cehalete, kolaycılığa, tembelliğe, hantallığa, tutuculuğa, hurafeciliğe sapına kadar düşman, müstağni, sözde ve özde gerçek müslüman, kahraman Türk milliyetçisi, yiğit bir memleketsever, müslümanlara İslamı ve dünyayı yeniden okutmaya

çalışan; çıtası yüksek, entelektüel ahlak sahibi bir sanatçıdır Mehmet Akif Ersoy.

“Toprakta gezen gölgeme, toprak çekilince,

Günler şu heyülayı da er geç silecektir,

Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma,

Sessiz yaşadım, kim beni nereden bilecektir?”

dese de doğumunun 140., vefatının 77. İstiklal Marşı’mızın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabulünün 92. Yıldönümünde minnet ve şükran anılıyor. Eserleri bütün dünya dillerine tercüme ediliyor. Mısırlı akademisyen Doçent. Dr. Hazem Sait Muhammed Montazir’in dediği gibi “Mehmet Akif Ersoy ve İstiklal Marşı sadece Türkiye’nin değil, başta islam coğrafyası ve hatta bütün dünyanın şairi ve şiiridir. İstiklal Marşı benim de İstiklal Marşı’mdır.”

EN ZOR AYRILIK VATAN HASRETİ

Mehmet Akif Ersoy ikinci dönem milletvekili olarak atanmadı. Üniversitedeki işine son verildi. İşsiz, parasız ve sürekli tarassut aldındaydı. Kadim dostu Mısır Hidivi Abbas Halim Paşa’nın daveti imdada yetişti ve Kahire Üniversitesi’ne Türkçe dersleri vermek üzere Mısır’a gitti. Yaklaşık 11 yıl kadar kaldı. Büyük bir vatan özlemi çekti.

“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda,
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.”

Mehmet Akif Ersoy ülkesine dönmek ve İstanbul’da ölmek istiyordu. Yakalandığı hastalık Akif’i mutazarrır etmiş, yataklara düşürmüştü. Lübnan’daki tedaviler hastalığı iyileştirmeye kafi gelmemişti. Vapurla İskenderiye’den Akdeniz ve Ege’ye yola çıktı ve Karaköy limanı’ndan İstanbul’a 16 Haziran 1936 günü ayak bastı. Dostu Abbas Halim Paşa’nın apartmanına yerleşti. Beyoğlu İstiklal Caddesi üzerindeki Mısır Apartmanı’nda tedaviye başlandı.

“O ŞİİR BİR DAHA YAZILAMAZ , KİMSE DE YAZAMAZ”

Loş ve sakin bir odada son günlerini yaşadığının farkındaydı. En büyük arzusu da sağlığı elverse İstanbul’u yeniden gezmek, dolaşabilmek, dostlarını ziyaret edebilmekti. Sevdiği arkadaşları ve bazı gazeteciler de ziyarete geliyordu Mehmet Akif Ersoy’u. Milli Mücadele ve İstiklal Marşı’na konu gelince parlıyor o hasta adam ve diyor ki;

-İstiklal marşı.. o günler ne samimi ve heyecanlı günlerdi. O şiir milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Bin bir facia karşısında bunalan ruhların, ızdıraplar içinde halas dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz. Onu kimse de yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur.

“ALLAH BU MİLLETE BİR DAHA İSTİKLAL MARŞI YAZDIRMASIN!”

Mehmet Akif Ersoy’u hasta yatağında Ankara hükümetine yakın önemli yazarları olan Hakkı Tarık Us ve Ruşen Eşref Ünaydın ziyaret ediyorlar. Asım Şakir’in anlattığına göre (18 Şubat 1988 Tercüman) sohbeti bir yerinde Hakkı Tarık Us Mehmet Akif’e diyor ki;

-Üstad, Gazi’yle birlikteydim. Sizden sevgi ve sitayişle bahsetti. Güzel sözler söyledi ve hatta dikkat buyurun sözlerime “kendilerine hissi bir adavetim yoktur. Eğer olsaydı Türkiye’ye dönmesine müsade etmezdim. İstiklal Marşı’nı da kaldırırdım.”dedi.

Mehmet Akif’in, Hakkı Tarık’a cevabının bir bölümü genelde hatırlanmasına rağmen, detayları malesef bilinmemektir. Akif şöyle diyor Hakkı Tarık Us’a;

-Demek öyle.. Hakkı Bey hatırlar mısınız? Biz Gazi’yle harb sahalarında ön saflarda beraber gezdik, beraber yürüdük..Meclis’te kendilerini sonuna kadar destekledik. Bu böyle iken Gazi Hazretleri’nin adavet kelimesini telaffuz etmesine hayret ettim..Beni memlekete sokmayabilirdi. Lutfettiler. Kendilerine minnettarım. İstiklal Marşı’na gelince onu kimse kaldıramaz. Nasıl kaldırılırdı ki Meclis’te ilk okunduğu gün Tunalı Hilmi hariç herkes ayakta dinledi. Kendileri de dahil. İstiklal Marşı bir daha yazılamaz. Kimse de bir daha İstiklal Marşı’nı yazamaz. Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.

Böylesi bir anektodun ardından Safahat’a dönersek Akif diyor ki;

“Diye dursun atalar!

-Kal’a içten alınır,

Yok ki işiten.. milleti merhume sağır.

Bir değil mahvedilen, devlet-i islamiyye,

Girdiler aynı siyasetle bütün makbereye,

Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;

Toplu vurdukça yürekler, O’nu top sindiremez!.” Süleymaniye Kürsüsü’nden

KİMDİR BU ŞAİR?

Mehmet Akif Mısır’a gideceği günlere yakın Diyanet riyaseti (1925) Kuran’ın tercüme görevini verdi. Ancak Kahire’de tercümeyi tamamlamasına rağmen aldığı 1000 liralık avansı iade edip, çalışmayı yakın dostu Müderris Yozgatlı İhsan Efendi’ye teslim etti. Akif, vefatından sonra da tercümenin yakılmasını istemiş. Netice de Akif’in istediği gibi olmuş. Ancak görüşlerini almak üzere yakın dostlarına gönderdiği Kur’an çalışmalarının üçte birlik bölümü İstanbul’da bulundu ve yayınlandı. Dilerim ve dua edelim öteki bölümler de ortaya çıksın.

Mehmet Akif Ersoy inanmış bir adamdı, inançı her şeyin önündeydi, Kur’an’a adanmıştı, İslama adamıştı kendisini. Milleti, Akif için her şeydi. Vatan ve toplum sevgisi için vardı. Türk’ün ve cemiyetin vicdanı bir şairdi. Toplum da Safahat’ın sesini duyduğu için Mehmet Akif Ersoy aramızdan hiç ayrılmadı. Saf, şeffaf ve billur gibidir nazım ve nesirleri. Türk’ün ve islamın ruhuna nüfuz etmiş bir sanatçı Mehmet Akif Ersoy. Terennüm ettiği hep milletimiz ve toplumumuz olmuştur.

Hamasetimiz, şehametimiz ve feragatımizdir Akif.

Yüksek fazilet ve seciye sahibiydi. Erkek bir sesti. İnsanı kamildi. İdealizminin şahikasındaydı. Ancak sessiz bir karakter yansıttı hep, mütevaziydi çünkü. Hayatı sanatından da önemli, inandığını ve hak bildiğini söyledi ömrü boyunca. Gösterişsiz ama azimli. Metanetli. Fakat hep ümitvar. Hür fikirli ve müsamahakar oldu ömrü boyunca. Statükoyu hiç önemsemedi. Formalitelere hiç aldırmadı.

Ruhumuzun gıdası ahlakı gaye bildi. Topluma saldırının ve zaafın ahlak yönünü iyi yakalamıştı. Dolayısıyla toplumun kurtuluşunu ahlakta gördü. Aile yapısını bozacak herşeyi eleştirdi. Bilimi ve tekniği hep önde tuttu, salık verdi.

Noksanlarımızı, zaaflarımızı, ilim, irfan, medeniyet ve ümran sahasındaki gerilememizi, etik açıdan çözülmemizi şiddet ve hiddetle hatırlattı, korkmadı.

Tekke, medrese,Tanzimat, Servet-i Fünün, ev ve sokak Türkçelerini çok iyi biliyordu. Mizah, nükte, ironi, istihza, fıkra, homour, kurgu, mizansen ve latifede ustaydı. Cahil dindara hep karşı çıktı. Dinsiz ahlaka da inanmıyordu.

TÜRKÇEYİ YÜCELEŞTİREN SANATÇI

İlerleme, gelişme, terakki, medeniyet ve bilim kavramlarını hep ayrıcalıklı tuttu. İlhamını dilinden, dininden ve milletinden aldı. Hiç mutaassıp olmadı. Gericiliğe, geri kalmışlığa, üretimsizliğe, taassuba, hurafelere meydan okudu. Temiz, lekesiz ve sağlam , geri kalmışlığı yanlış din anlayışına bağlayan bir sanatçıydı Mehmet Akif Ersoy. Batıyı arazi, doğuyu esastan eleştirdi.

Türkçeyi yüceleştirdi. Düşünen ve düşündüren bu öğretmen etkin, kısa ve yoğun anlam yüklü kelimeler kullandı hep. Atasözlerini, halk deyimlerini, sokaktaki insanın sözlerini, kıssaları, menkibeleri tercih etti ve milletiyle örtüştü. İslam coğrafyasının istiklal mücadelesi veren, hiç sömürge olmayan ülkemizin şairi Mehmet Akif Ersoy. Devleti ve milleti irşat görevi yaptı.

BİR SOSYAL BİLİMCİ VE BİR KÜLTÜR TARİHÇİSİ ŞAİR

Zihinsel çözümsüzlük üzerinde çok durdu. Erdemi ve bilimi önerdi. Akif’e göre müslüman çalışmalı, üretmeli, paylaşmalı ve araştırmalı. Bunlar için “Firavunla Yüzyüze” gelebildi. Müzikten etkilendi. Gözlem gücü yüksekti. Bir sosyal bilimci ve bir kültür tarihçisi gibiydi. Çağa talipti ve onu hep yakalamaya çalıştı. Dostluğu çetin cevizdi.

Mehmet Akif Ersoy adına milletvekilliği yaptığı Burdur’da bir üniversite kuruldu. Türkiye genelinde 250’ye yakın ilk, orta ve lise muadili okul var. Yurtdışındaki bazı üniversitelerde adına anfiler ve kürsüler açıldı. Uluslararası ve ulusal sempozyum, panel ve çalıştaylarda kişiliği ve eserleri bilimsel olarak tartışıldı, değerlendirildi ve tebliğleri itibarlı neşriyatı olarak değişik dillerde yayınlandı. Mehmet Akif Ersoy hakkında bugüne kadar yazılmış 600’a yakın yerli ve yabancı  eser bulunmaktadır.Türkiye’de çok sayıda semt, mahalle , bulvar ismi Mehmet Akif Ersoy olarak aydınlandı.

Bir sivil toplum kuruluşu olarak Mehmet Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı sanatçının eserlerini bugüne kadar 15 uluslararası ve onlarca ulusal sempozyumda değerlendirdi, tanıttı ve 26 dile tercüme ettirdi. 20 kadar uzun ve kısa metrajlı prodüksiyon gerçekleştirdi, çalışmalara katkılar verdi, sergiler açtı, kitaplar yayınladı. Bu etkinlikler hız kaybetmeden sürmektedir. İnşallah 15-19 Mayıs 2013 tarihleri arasında Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de ULUSLARARASI

MEHMET AKİF ERSOY SEMPOZYUMU’nu, önümüzdeki yıl da Tataristan’nın Başşehri Kazan’da aynı etkinliği gerçekleştireceğiz.

İstiklal Marşı ve Safahat Yazarı Mehmet Akif Ersoy’u rahmet ve şükranla anıyoruz. Örnek gösterdiği Asım’ın Nesli’nin “YENİ BİR MEDENİYET TASAVVURU” için 2023 ve 2071 randevularını ayakta alkışlıyoruz.