Bu Vatan, Bu Millet, Bu Devlet Kimin?

53

 

Halkımızın; kimliği ne olursa olsun vatanına, milletine ve devletine bağlılığı samimî olup, muhakkak ve gerçektir. Alt kimliği ne olursa olsun! Hepsi, bu vatanın yâni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşı ve yurttaşıdır. Üstelik hepsi, birinci sınıf vatandaştır. İkinci sınıfı olmayan birinci sınıf vatandaş.

Fakat “millet” yorumu, millet kavramı ve millet tâbiri; yeterince bilinmiyor.

Türkiye’de yaşayan herkesin; Türk milletini meydana getiren asıl unsurlar olduğu, tam olarak fehmedilmiyor. Bilinçli olarak idrak edilmiyor. Ya da bu husus doğru şekilde anlaşılmıyor.

“Türkiye” bu coğrafyanın “alan” ismidir. Üstelik bu ismi Türkler koymamıştır.

“Türk milleti” bu coğrafyada yaşayan herkesin “millet” ismidir. Ki tarih boyunca Türkleri karşılarında bulan Batılılar; sadece Türkleri değil, Türklerin safında, yanında ve arasında olan alt kimlikleri, farklı fakat müslüman olmuş içimizdeki her insanı Türk Milleti’ne mal etmiş; Türkler diye adlandırmıştır.

“Türkiye Cumhuriyeti Devleti” Anadolu ve kısmen Trakya’da yaşayan bütün halkın ortak devlet ismidir.

Türkiye’de yaşayan halk; “Türkiye halkı” değil; “Türk halkı”dır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti; Türkiye Devleti değil; Türk devletidir.

Bu ifadedeki “Türk” kelimesi “Türkler” demektir. Fakat Türkiye’de yaşayan her yurttaşı kapsamaktadır. Aslen Türk olsun olmasın fark etmez.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmî dili Türkçedir. Türkiyece değil…

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gayri resmi, resmî olmayan dili de Türkçe’dir. Çünkü Türkçe’yi  -istisnalar dışında-  bilmeyen yoktur. Türkiye’nin dört bir tarafı Türkçe konuşmakta. Türkçe yazmakta. Türkçe okumakta. Türkçe’yi çok iyi bilmektedir.

Şüphesiz kimi bölgelerin ayrıca kendi yöresel dilleri vardır. Bu çok tabiidir. Halkımız onu da bilmektedir. Doğal olarak bilecektir de. Buna kimsenin bir diyeceği yok. Zaten olamaz da.

Bu vatanın samimî gerçek sahipleri olan bâzı yurttaşlarımızın, tamamen yersiz bir endişe içinde olduklarını görüyor ve çok üzülüyorum.

Çünkü bunlar, kendilerine Türk milletinin bir ferdi denilmesini hazmedemiyorlar!

Çünkü bunların; Türk milleti olarak bilinmesi zorlarına gidiyor!

Çünkü bu gibiler, kendilerine Türk olduklarının söylenmesini, bir türlü kabullenemiyor!

Şüphesiz bu tutum, davranış ve tepkileri sebebsiz değil.

Zira kendi alt kimlikleri, resmen reddediliyor sanıyorlar!

Oysa böyle bir durum yok.

Böyle bir düşünce yersiz.

Aksi takdirde bu, Türkiye’nin kendi kendisini inkârdır.

Türkiye’nin ber-hava olmasıdır. Türkiye’nin intiharı demektir.

Elbette herkesin bir menşei, bir kökeni vardır. Ki bu silinemez! Bu yok edilemez! Bu, inkar ve red edilemez!

Nitekim silinmediği, yok edilmediği, inkâr ve red edilmediği bugünkü varlıklarıyla sâbittir.

Dünü, bugün kaybetmeyenler; bugünü de yarın, şüphesiz kaybetmeyeceklerdir. Bu böyle biline!

Bununla beraber bir gerçek var:

1409

Bu toprakların adını tarih koyduğu gibi, bu topraklarda yaşayanları temsil eden halkın adını da, tarih koymuştur.

“Türkiye Türklerindir.” Veciz ifadesinde, hem bu coğrafyanın ortak adı zikredilir. Hem de bu coğrafyada yaşayan tüm insanların ortak millet ismi ifade edilmiş olur.

Alt kimlikleri ne olursa olsun, hepsinin ortaya koydukları artık bölünmez, parçalanmaz bir bütündür. Bir terkip ve sentezdir.

Sonuç birdir. Ama onu teşkil edenler farklıdır. Ayrılar, bütünleşerek ayrılmaz olmuşlar. Bir kaya gibi, tarih yolculuğunda kendilerini kaybetmeyecek bir sağlamlık kazanmışlardır.

Bu durumda her alt kimlik kazançlıdır. Çünkü uzuv ve organlar bir araya gelerek tek-vücut olmuşlardır.

Tek başına vücut sayılmayan kol, gövde bacak; bir araya gelerek vücut olmuşlar. Hem var olmuşlar, hem de var etmişlerdir. Çünkü:

Her uzuv vücut değildir. Ama her vücutta, her uzuv vardır. Var oluşta devamlılık; vücut oluşa, vücutta kalışa bağlı olduğu iyice anlaşılmalı. Yersiz alınmalardan vazgeçilmeli. Çünkü varlığımızın devamı, üst kimlikte yek-vücut olmamıza bağlıdır.

Unutmayalım ki: Türkiye’de tüm yaşayanlar; Türk milletini teşkil eder.

Unutmayalım ki: Türk milletinin yaşadığı yerin adı Türkiyedir.

Unutmayalım ki: Bütün milletin konuştuğu dil Türkçedir.

Bilelim ki: Türk milleti, sadece Türk milletinin adı değildir.

Bilelim ki: Türkiye, sadece Türklerin yaşadığı bir yer değildir.

Bilelim ki: Türkçe, sırf Türk milletinin konuştuğu bir dil değildir.

Herkes, alt kimliğini bilir. Yöresel dilini kullanır. Kendi içlerinde, kendi aralarında pek tabii olarak konuşur ve yaşatır.

Yeter ki, bunu mes’ele yapmasın!

Bir sorun haline getirmesin!

Yersiz komplekslere düşmesin!

Lüzumsuz aşağılık kompleksine kapılmasın!

X

Bizler millet olmuşuz. Alt kimliklerimiz üstünde bağdaş kurmuş olarak Türk milletini oluşturmuşuz.

Bunda hepimizin payı var.

Sonuç hepimizin.

Bunu korumak da, hepimize düşer.

Çünkü, dilimiz de bir, dinimiz de…

Hz. Peygamber’e sorarlar: “Arap kimdir?”

Cevap verir: “Arapça konuşandır.”

O halde Türk de, Türkçe konuşandır.

Zira insanın milliyetini konuştuğu ortak dil belirler.

Türkiye’de bu sağlanmış ve millet bir olmuştur.

İşte millet oluşumunun mayası, harcı bu yanıtta gizlidir. Ve o sihirli maya Türkçedir.

Türkçe müşterek ve ortak dilimizdir.

Bize artık onu korumak düşer ve düşmeli.

Üstelik bu ortaklık, asırlarca evvel sağlanmıştır.

Bu müşterek dünya dilinin kıymet ve değeri çok iyi bilinmeli.

Türkçemizi, aramızda daha da pekiştirmenin çarelerine bakmalıyız.

Çünkü din dil bir ise, millet birdir.

1410

Din bir ise millet; yine birdir.

Kaldı ki, Türkiye’de din de bir, dil de…

X

İşte şimdi,

Oldu belli.

Kimin o vatan?

Kimdir o millet?

Kimin o devlet?

 

İşte ey Sen, Ben, O!

Hepimiz bir koro.

Olduk böylece ebedî.

Kutlu vatanın bir ferdi.

Vatanın ölmez neferi.

X

Böylece haram edelim kendimize,

Birbirimize yapılacak düşmanca seferi.

 

 

Önceki İçerikHakiki İslam Kardeşliği
Sonraki İçerikKandil’den Saraçoğlu’na
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.